BAKRAÇ
BAKRAÇ
Çetin kış mevsimi gelmiş gibiydi. Gece, geçen hafta yağan yirmi otuz santimlik karın üstüne bir karış daha yağmış, yaprakları henüz düşmeyen iğde ağaçlarının dalları karın ağırlığının altında eğilmişti. Yumuşak karın ağırlığı yetmezmiş gibi bir de iğdelerin dallarına binlerce serçe konmuştu. Sisin içinde yankılanan karga sesleri bir iki kilometre ilerde de hayatın devam ettiğinin göstergesiydi.
Ali keçileri ahırdan çıkarıyordu. Şöyle bir baktı ahırın önündeki iğde ağacının üstüne... Az sonra binlerce serçe ahıra dadanıp keçilerin yemediği samanı dağıtacaklardı. Ali istemdışı bir hareketle yerden bir taş alıp iğde ağacının tepesine doğru fırlattı. Serçe sürüsü sert şekilde havalanırken dallar yükten kurtulmuş olarak havalandı. Serçeler sisin içinde kaybolurken dallardaki karlar ıslak bir bez gibi yere düştü.
Ali beş yüz metre ilerdeki çeşmeye doğru koşan keçilere bakarken aklına on beş gün önce lohusa yatağında ölen annesi geldi. Büyük ihtimalle kar annesinin mezarının taze toprağını da kapatmıştı. Annesi ölürken geride bıraktığı kız kardeşinin teyzesinin yanında olması canını sıktı. Her Allah’ın günü yirmi beş kilometre ilerdeki köye kız kardeşi için keçi sütü taşımasının ne kadar zor olduğunu biliyordu. Ama elden gelen bir şey yoktu. Az sonra babası eline bir bakraç sütü tutuşturacak ve ’Hadi Ali erkenden yola çık, akşam geç kalmayasın!’ diyecekti. On dört yaşında evlenen ablası pekala bebeği yanına alıp bakabilirdi. Kimse ablasının kız kardeşini neden büyütmediğini birbirine sormuyordu.
Ali aklından geçen can sıkıntılı mevzuları unutmuş gibi keçilerin ardından elindeki çubukla karda çizgiler çize çize çeşmeye doğru koştu. Ali ve keçiler sisin içinde kaybolmuştu artık. Az önce iğdenin dallarından uçan serçeler ahıra daldı sürü halinde. Damlı evden bir bağrışma sesi ahırı talan eden serçeleri huzursuz etti.
Ali ve keçiler çeşmeden keyifle dönerken sisin yoğunluğu azalmıştı, karşı meşelerde gezen avcıların karartıları belli oluyordu. Bir dana kadar iri olan beyaz keçinin boynuzlarından tuttu eğlenmiş olmak için Ali. Keçi Ali’yi sürükleyip götürdü karın üstünde.
’Ali gel sütü götür kardeşine! Bırak keçileri, onlar kendileri içeri girer... Çabuk gel dedim sana,’ diye bağırdı babası.
Saat dokuzu geçiyordu Ali bir bakraç süt ile yola çıktığında. Mağaraların olduğu sıra halindeki kaya blogunun dibine geldiğinde sert bir rüzgar esmeye başladı. Henüz soğumayan sütün ılıklığı ile ısınmak için bakır bakracın yanlarına ellerini yapıştırdı. Isınmak için ellerini sütün içine daldırmaya cesaret edemedi. Belki de teyzesi çok titiz bir kadın değildi, sütü yeterince kaynatmayacaktı.
Tekrar hızlı şekilde yürümeye başladı Ali. Bir yerlerden birileri tüfek sıktı, bir köpek havladı, kayaların üstünden kalın bir kar tabakası aşağı düştü. Daha da hızlandı Ali. Akşam olmadan tekrar eve dönecekti. Farkında olmadan elinde bakracı sallamaya başladı. Süt, beyaz karın üstünde beyaz izler bırakıyor, tipi izleri hemen kapatıyordu.
Hava tahmin edilemeyecek bir hızda soğumuş, bakraçtan taşan süt kenarlara yapışıp öylece donmuştu. Ali ansızın durdu, telaşla kovayı yere bıraktı. ’Babam beni öldürecek, sütün yarısı dökülmüş!’ Sıska elleri ile bakracın dış yüzende donmuş sütü kazımaya çalıştı. Ayakları donmadığına göre donmuş sütü kazıyıp tekrar süte katabilirdi. Hayır, hava o kadar da sert değildi. Süt kolaylıkla kazınıyordu. Keyifle kazımaya devam etti. Arada bir kızarmış olan ellerini soluğuyla ısıtmaya çalışıyor, burnundan dökülen sümüksü suyun ellerine bulaşmamasına dikkat ediyordu.
Devam etti yoluna. Annesinin geçen yıl örtüdüğü yün çorabın ayağını ne kadar ısıttığını aklına getirip mutlu olmaya çalıştı. Çorabın üstünde sallanan buz parçalarını sol eliyle sökmeye çalıştı yürürken.
Teyzesine vardığında ikindi vakti girmek üzereydi. Kapıyı korkuyla çaldı. Kapı ağır ağır açılırken Ali yerinde sabırsızca kıpırdayıp durdu. ’Ha, Ali sen miydin?.. Ver sütü bakalım. Babana söyle bir keçi versin bize... Bu böyle olmaz.’
’Tamam, söylerim!’
’Bu süt neden az?’
’Keçi bugün çok süt vermedi!’
’Gel içeriye, biraz ısın!’
’Yok, ben gideyim!’ dedi Ali. Yarı açık olan kapıdan içeriye bakmaya çalıştı. Kız kardeşi acaba şimdi ne yapıyordu? Sesi çıkmadığına göre uyuyordu...
1965 kışının sonlarına kadar Ali süt taşımaya devam etti kız kardeşi için. Bahar yaklaşırken bebek el değiştirdi. Keçi üzerine çıkan sorunlardan dolayı bebek halanın yanına gönderildi. Halasını annesi olarak bildi uzun süre boyunca. Ortaokulda resmi kuruma gidince soy isminin dayısınınki ile aynı olduğunu gördü. Kuzeninin yanına giderek gerçeği öğrendi. Okuyarak basit bir memur oldu. Ankara Büyük Şehir Belediye’sinden emekli oldu.
Ali ise on beş yaşında DSİ’ye girdi, çaycılık yaptı. Oradan emekli oldu. 2014’ün Aralık ayında trafik kazasında vefat etti. Pandolonun cebinden 10 lira para çıktı, bir de çocuklarına nasihatlerin yer aldığı bir not defteri.
(Mekanın cennet olsun sevgili abiciğim! Bize aldığın kırmızı kırmızı elmalar hala aklımda...)