- 993 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
DUMAN OLAN HAYALLER
Ufacık odasının penceresinde, her zamanki gibi yatağının kenarına ilişmiş, bahçedeki çam ağaçlarını izliyordu. Severdi bu manzarayı. Seyrine doyamazdı. Çam ağaçlarının rengi, görüntüsü değildi ilgisini çeken aslında. Duruşları, ihtişamları da değildi. Ne de güzel tutarlardı tozları ve korurlardı pisliklerden ardındakileri. Öncü savunma gibiydi onlar. Sert rüzgârlara göğüslerini gerer; bununla kalmaz, getirdiklerini yakalayıp muhafaza eder, serin bir hava aktarırlardı gerilerine. Toprağa çakılı, sabit, yeşil üniformalı muhafız kuvvetleri görünümündeydiler.
Daldı gözleri iyiden iyiye. Hipnoz moduna girmişti sanki. Elindekini bilinçsiz hareketlerle burnuna götürüyor, kokluyor, derin nefeslerle içine çekiyordu. İki dudağının arasına yerleştirdi sonra sıkıca. Sanki birileri gelip alacakmış gibi, alt ve üst dudaklarıyla iyice kavramıştı onu. Çantasını karıştırırken, bir yandan da ağız dolusu küfürleri savuruyordu içinden. Dudakları serbest olsa; korkusuzca ve aldırmadan, birer birer çevresine haykırırdı o hayata isyanın simgesi olan sözcükleri…
Buldu çakmağı sonunda. Sigarasının filtresine dişlerini geçirmişti sinirinden. Aslında öfkelenecek bir şey de yoktu ve kendisi de şaşıyordu bu asabi hallerine. Yaktı sigarasını. O denli derin çekti ki içine… Sonrasında, aynı hızla burnundan verdi dumanı. Ciğerinin dolusunca çıkarmıştı dışarı. Tütünden gelen dumanın dönüşümü insan hayatına ne de çok benziyordu. Kir, pas, is, pislik; yani her şey giriyordu bedene ve asıl kirleri bedenin içinde bırakıp, bir solukta burundan çıkıyordu geriye kalan. Bu vücut neleri barındırmıyordu ki içinde?
Duvarları kirli, yer yer dökülen kireç badanasının karmaşık görüntüsüne, kırışık çarşaf, yağlanmış yastık ne de çok uyuşmuştu. Kendine baktı sonra. Aynadaki yüzü, bedeni, giysileri o kadar netti ki. Sürekli sırtüstü yatmaktan birbirine karışmış saçları, sürse bile dayanmayan ruj kalıntıları, askılı ve göğüslerinin çok büyük kısmını açıkta bırakan mini mini geceliği ve olmayan iç çamaşırları… Onun resmi iş kıyafeti idi işte.
Baktı uzun uzun aynaya. Büyük kısmı açıkta kalan bacaklarındaki morluklara göz gezdirdi. Her tanesinde, ayrı ayrı vahşi ruhların avuçlarından kalan imzayı gördü o şekilsizliklerde. Acı acı gülümsedi…
İyi para tutmuştu. Amacına ulaşmış, olabildiğince zengin olmuştu. Yine de para hırsı, ona ne bu odayı bıraktırabilmiş, ne şu anki resmi iş kıyafetini çıkarttırabilmişti… Gerçi çıkarsa ne çıkaracaktı ki? Mini mini askılı, incecik, şeffaf bir gecelik… Yoktu ki başka bir şey.
Kapı sertçe vuruldu ve “Buyurun” deyip, kendine çeki düzen vermeye zaman kalmadan, bir adam içeri dalıverdi. Gülümsedi acı acı kadın. Bu gülümseme, hem adama bir nevi “Hoş geldin” gülücüğü, hem de o paralar uğruna satılmışlığa idi.
Konuşmaya gerek yoktu. Her zamanki belli işti çünkü. Adam soyunurken kendi de başını yağlanmış kirli yastığa koymuş ve beklemeye başlamıştı bile. Asla kendini veremezdi ki zaten. Bedeni adamların olurdu; ruh kendine kalırdı. Yine aynısı olacaktı.
Üzerindeki ağırlığı hissederken düşüncesi çok eskilere gitti. Hep öyle yapardı. Adamın kabalıklarını, belki kirli kokusunu, vahşi hareketlerini hissetmemek için beynini, düşüncelerini genç kızlık dönemlerine taşırdı. Bu defaki adam daha bir kabaydı sanki ve canını yakıyordu. O nedenle düşüncelerini daha da ötelere götürmeliydi.
Babasının evindeki zengin, ihtişamlı hayatı ne güzeldi. Hizmetçiler, bahçıvanlar, çalışanlar ayrı bir hava verirdi konaklarına. Çocuktu. Dokuz yaşına geçecekti ve doğum günü hazırlığı yapılıyordu. Pastalar, meyveler, tatlılar hazırlanıyor; hummalı çalışmalar oluyordu. Mutlu olmalıydı; ama mutsuzdu işte. Dün gece kendisinin yüzünden, babası annesini demir çubukla dövmüştü. Babasını hizmetçinin odasında ve hatta yatağındayken görmüştü bir şekilde. Hemen annesine haber vermiş, annesi çığlıklarla odaya gelince de babası eline geçirdiği bir demir çubukla acımaksızın vurmuş da vurmuştu.
O anı yaşıyordu. Babası vuruyordu. Öylesi acımasız vuruyordu ki; gerilmişti. Sanki o darbeler bedenine iniyordu. “Yapma… Ne olur yapma!” diye haykırıyor; ama babası dinlemiyordu. Kulaklarına geliyordu o sesler. İnliyordu o anın duygularıyla. Ne garip… Babası annesine vuruyordu; ama darbeler sanki kendi bedenine geliyordu. Hala bağırıyordu…
-Yapma… Yapma ne olur!
Adam kadının üzerindeydi ve vurmaktan yorulmuştu. Kadın kan içindeydi. Hala babasını sayıklıyor, “Vurma anneme” diyordu.
-Ben sana para veriyorum kahpe! Beni memnun etmek zorundasın. Ne o öyle be? Kaskatısın. Bu dayağı hak ettin. Ya hareketlen ya da dahası olacak…
Kadın duymuyordu bile üzerindeki adamı… Mermi sesleri kulağındaydı çünkü… Annesinin doğum gününde babasına birbiri ardına boşalttığı mermilerin sesleri…
DUMAN OLAN HAYALLER Yazısına Yorum Yap
"DUMAN OLAN HAYALLER" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.
YORUMLAR
12 Şubat 2015 Perşembe 21:59:53
(...)
İyiler, doğrular, güzeller ölçüsünde; kötüler, yanlışlar, çirkinler de kalıcı olabilir mi, insan geçmişinde ?
(...)
Doğru mu, yanlış mı ? İnsan ruhunu kirleten beden, sigaradan çikan duman, sanırım akıl bunun (zifiri, nikotini, karbon monoksiti...Geride kalanlar, talan edilen duygular.
Her sabah pencereden bakarken, şahit olduğu ağaç yapraklarının toz ve dumanla savaşı. Onun içinde ki savaşın aynası gibi.
''Ayna ayna söyle bana, suçlu kim'' ?
Saygılar