- 557 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
-VEFAT YILDÖNÜMÜNDE CEM KARACA'YI ANARKEN-
Şair ve denemeci Hilmi Yavuz bir keresinde Şişli Teşvikiye Camiindeki kimi cenaze törenlerini kokteyle benzettiğini söylüyordu. Kuran-ı Kerim’e inandığını vurgularken geleneksel bir törenle defnedilmek istediğinden de söz eder. Hatta açık adres vererek, Fatih Camiinden cenazesinin kaldırılmasını istemektedir.
Elbette tercihler vardır. Farklı Camilerde cenaze namazının eda edilmesini arzu edenler olabileceği gibi Zincirlikuyu ya da Karacaahmette veya başka bir mezarlıkta defnedilmek isteyenlerde olacaktır. Hani çocukken muzipce şakalaştığımız üzere istikamet Karacaahmet midir şeklinde sorarsanız kimya boyutunda doğrulanır da fizik alanda farklı talepler olabilir derim.
Rahmetli müzik üstadlarımızdan Cem Karaca’nın vefatının yıldönümü vesilesiyle bu hususlar zihnimden geçiyor. Diğer yandan zamanın ne hızlı geçtiği hususuna da odaklanıyorum. Dile kolay, on bir yıl olmuş. Kimi zaman yaşlanmadığımızı, yaş aldığımızı öne sürsekte züğürt tesellisi değil de nedir? Elbette problemde teşkil etmiyor. Nihai kertede ne kadar yaşadığımız değil, nasıl yaşadığımız hususu üzerinde durabiliriz.
Bazı ünlü simaların sayısal düzlemde ne de kısa yaşadıklarından söz ederiz. Oysa neler sığdırdıkları önemlidir o ömre. Ünlü şairlerimizden Faruk Nafiz Çamlıbel, öykü tarihimizin temel taşlarından Ömer Seyfettin’in genç yaşta vefatından söz ederken; gerek hikaye türünde tarzını oluşturduğu, gerekse dil ve kültür konusundaki yazı ve görüşleriyle kendi çizgisini meydana getirdiği hususlarına değinirken, yaşasaydı eserleri kemiyet bazında artar ancak keyfiyet düzleminde hiçbir şey değişmezdi demek suretiyle bu noktaya temas etmez mi?
Cem Karaca da elli dokuz yaşında hayata gözlerini yumduğunda çoklarımız daha gençti ya demedik mi acep? Ancak üstte söz ettiğim boyutta alırsak gerek müziği gerekse düşünceleri ve hayatı karşılayış biçimiyle de kendi biçemini oluşturmamış mıydı? Onu kimi zaman Ahmed Arif, Nazım Hikmet gibi şairlerin mısralarına yakılan besteleri seslendirirken dinledik. Dadaloğlu, Köroğlu gibi halk şairlerinin eserlerinden beslenen çağdaş bir ses olarak izledik. Gün geldi Pir Sultan Abdal’ın mısraıyla hak divanına dizildiğini de gördü bu gözler.
Her şeyden önce müzikal alanda ele alırsak benzersizliği söz götürmez. Seslendirdiği dizeler misali doğar, üç gün aç kalır, üç gün meme emmez sanki. Öylesine bir ses, söyleyiş, yorum ve gırtlaktır. Hani dünya müziğinde zenci gırtlağından söz edildiği gibi özgün bir gırtlaktan bahsetmemiz hiçte şaşılası değildir. Ara sıra oldukça taklit etmeyi başaranlara rastladım da tıpkısının aynısı bu dediğim hiç olmadı. Hem söyleyişi hemide felsefesi ve siyasi jargonuyla Anadolu Rock’unun nevi şahsına münhasır sesi, soluğu oldu hep.
Kuşkusuz düşünsel yapısında değişim geçirmedi denemez. Ancak değişmeyen tek şey değişmedir sözü de muteber değil midir? Değişiminin ardında farklı ögeler bulabiliriz. Bir kere aile altyapısı çatışmaya ve senteze müsaittir. Ermeni asıllı sanatçımız Toto Karaca ya da asıl adıyla İrma Felekyan ile Azeri kökenli tiyatro oyuncumuz Mehmet Karaca’nın oğlu olmasıyla ırsi bir farklılaşmayı elbet yaşamış bulunmaktadır. Bu durumu iki cami arasında kalmış beynamaz misali karşılamakta gerekmez. Bu sevgili Cem Karaca’nın zenginliğidir.
Aslında Anadolumuzun zenginliği ile ünlü müzisyenimizin yaşamını renklendiren ögeler birbirine koşuttur. Gerçektende Anadolunun harcındaki gayri Müslim unsurlar sanat dünyamızda da karşılığını bulmaz mı? Özellikle Ermeni kökenli nice isim farklı sanat dallarında kendisini göstermiş ve göstermektedir. Bu doğrultuda Ermeni soykırımı bahislerinde kendini gösteren Diaspora kavramıyla Anadolu ve Osmanlı Ermeniliğini “Elifle mertek” misali farklı düzeylerde ele almak gerektiğini düşünürüm.
Bu zenginlikle beraber çeşitlilik arz eden ailevi yapısı şüphesiz rahmetli sanatçımızı da besler. Belirli periotlarda karmaşaya düşürdüğü öne sürelebilsede bunu salt genetikle açıklamakta müşküllüdür. Bin dokuz yüz altmışlar ve yetmişlerin hem bizde hem de dünyada kutuplaşmalı ve kutuplaşmacı sosyo politik yapılanmasını da göz ardı edemeyiz. Açıktır ki aile altyapısında ırki ya da kültürel zıddiyet yaşamayan nice insanda ideolojik siyasi kutuplaşmanın ördüğü duvarlardan etkilenmedi mi? Bu açıdan aldığımda dönemsel ve kişisel motiflerin besleyiciliği ve zenginleştiriciliği üzerinde durmaktan yana olduğumu söyleyebilirim.
Cem Karaca’yı besleyen dahası hayatında kritik eşik oluşturan bir unsurunda 12 Eylül sonrası vatandaşlıktan çıkarılma ve yurtdışında geçirdiği gurbet süreci olduğu söylenebilir. Bu dönemde vatan hasretini yoğun biçimde yaşayan sanatçı yine merhum devlet adamlarımızdan Özal ile temasa geçerek ülkeye dönebilme yönünde arzusunu iletir. Bu adımın olumlu karşılık görmesiyle beraber Türkiye’ye dönüş yapacaktır.
Cem Karaca’nın gerek vatan hasreti yaşaması gerekse affa uğrayıp yurda dönmesinin benliği üzerinde derinlemesine etkili olduğunu anlayabilir ve geçirdiği değişimlede izleyebiliriz. Hatta bu değişim sebebiyle kimi zaman döneklik eleştirilerine ve suçlamalarına maruz kalsa da, Şairin “Gurbetten daha derin, Bir yara yok içimde! Ben gurbette değilim, Gurbet benim içimde!” demesi misali gurbet duygusu ve vatan hasretinin meydana getirdiği parçalanma ve oluşumlarla Empati kurmak gerekmektedir.
Konuyla ilişkili olarak Psikolog ve Psikiyatristlerce de ifade edilen çeşitli ülkelerde yaşayan göçmenlerin karşılaştığı psikolojik sorunların ve bunların doğurduğu depresif durumların neticeleri üzerinde de durulabilir. Bu şekilde baktığımızda, 1980’li yıllarda yaşadığı sürecin merhum sanatçımızın hayatında ne şekil bir kırılma noktası teşkil ettiği onu maddi dünyadan alıp manevi dünyasının derinliklerine nasıl sevk ettiği hususu ancak değerlendirilebilir.
L.T.
YORUMLAR
Başım köpük köpük bulut içim dışım deniz
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda
Budak budak serham serham ihtiyar bir ceviz
Ne sen bunun farkındasın ne polis farkında
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda
Ne sen bunun farkındasın ne de polis farkında
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda
Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril
Koparıver gözlerinin gülüm yaşını sil
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda
Ne sen bunun farkındasın ne de polis farkında
Yapraklarım ellerimdir tam yüz bin elim var
Yüz bin elle dokunurum sana İstanbul'a
Yapraklarım gözlerimdir şaşarak bakarım
Yüz bin gözle seyrederim seni İstanbul'u
Yüz bin yürek gibi çarpar çarpar yapraklarım
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda
Ne sen bunun farkındasın ne de polis farkında
Söz:Nazım Hikmet Ran
Müzik : Cem Karaca
Onlar göç etsede ,geride bıraktıkları izler bizlerle yaşamakta. Her iki dev sanatçının da mekanı cennet olsun.
Bu güzel anmadan dolayı ,size de teşekkürler değerli dostum
Saygılar, sevgiler
Güzel, çok boyutlu, düşündürücü, zamanı ve mekanı iyi irdeleyen yazılar okumak çok keyifli.
Mekanı cennet olsun...
Teşekkürler
Dostlukla
levent taner
Sayfama şeref verdiğinizi belirtmeme bilmem gerek var mı?
Saygı ve selamlarımla...