AŞAĞILAN!
İnsanın mutluluk yâda mutsuzluk hali yorumlanırken fizyolojik ve kimyasal vücut dengelerinden bahsedilir. Yani halet-i ruhiyemizin nasıllığının, hormonal değişkenlerden kaynaklandığını biliriz.
Çoğu zaman sonuç bellidir; Manevi alemdeki boşluklarımız, maddi arzular ve onlara ulaşamama…
Ama esas mesele o dengesizliklerin nedeni. Neden ruhumuzu maneviyatın engin denizlerinde yüzdürmek varken, cismaniyetimizin daracık cesedine hapsederiz. Cevap çok basit. ŞÜKÜR!
Evet cancağazım, zihnimizde canlandırdıklarımız, isteklerimiz, değer yargılarımız ve bakış açımızdan kaynaklanan Şükürlülük yada şükürsüzlüğümüz. En büyük mesele bu!
İnsanın iki seçeneği vardır ruh sağlığını dengeleme hususunda; Ya sahip olduklarının varını benimser, kabullenirsin. Yada onlara birer irin, yetersiz, eksik, bayağı, herhangi bir şeymiş gibi bakar, sende olmayan ne varsa onların arzusuyla yanıp tutuşursun!
Rahman-ı celil seni sınar. Şükür ve Sabır unsurlarını kullanmanı ister…
Çoğunlukla psikolojik sorunlarımızın yegane sebebi maalesef bu bakış açımızdır. Dünyevi arzulardır…
Hep en iyisini ister, en güzelini isteriz. Ve aslında o hep kendimizde olmayanı isteriz!
Şöyle bir bakın etrafınıza, kendinize bir bakın; Sarışın esmer olmayı ister, esmer sarışınlığı.
Beyaz tenli buğday tenli olsam ne güzel olurdu der, buğday tenli beyaz olsam…
Kısa uzun olmayı, uzun kısa olmayı ister. Kimi işinden bi memnun, kimi evinden… Herkes başkasının yaşantısını yaşamak istiyor. Sorun aslında sahip olduklarımızda değil, onların bizim gözümüzde nerede durduklarında. Aslında sorun variyetlerimizin bize ait olmalarında, sorun vuslatta!
İlk aldığın ayakkabıyı bir düşün. Nasıl heyecanla bakımını yapar, parlatırdın. Hatta birkaç gün hiç çekinmeden kapıdan alır, kutusunda saklar rafa kaldırırdır. Peki ya sonra!
Sonrasını şuan çöpe atma derecesinde olduğun, topuklarını kırarak terlik gibi giyindiğin ayakkabılarından öğrenebilirsin. Hatta bazen arkadaşınızın bluzunu o kadar beğenirsiniz ki, hiç çekinmeden özel bir davette bile giyebilirsin. Peki, o bluz o arkadaşınızın gözünde nerededir… İki yıl önce aldığı, daha birkaç kez giydiği ve zaten onun olduğu için gardırobunda değersizleşen onlarca kıyafetten biridir…
Velhasıl hep olduğumuz noktadan başka yöne baktığımız için bize ait olanları beğenmiyor, olduğumuz noktayı benimsemiyor hep daha iyisini daha yükseğini arzuluyor, mutsuzlaşıyoruz. Hep daha yukarı bakıyoruz. Yukarı! Yukarı! Daha yukarı. Bizce daha iyiye, daha doruk noktasına bakıyoruz.
Hâlbuki aşağı baksa insan; kendinden daha muhtaç, daha mutsuz, daha yoksun, daha müşkül ve daha az şeye sahip olan yere baksa… Yerinden, halinden, işinden, eşinden, ekmeğinden memnun olacak. Mutlu olacak hayatından. Memnuniyeti artacak ruhu tatmin olacak. Ve şükürkar olacak ama bakmıyor işte! Aşağı bakmıyor…
Bir arkadaşımla sohbet ederken bu mesele üzerine şöyle bir yanıt vermişti:
“-Ama aşağısı da var yukarısı da, iyide var kötüde. Niye daha iyisi, daha yukarısı varken aşağıdakine bakayım ki” dedi bu anlayışından ötürü sahip olduğu bıkkınlıkla, mutsuzluğuyla…
Neden?
Şöyle bir düşünün; Hiç asansörün içinde yirminci kata çıktığınızı zihnen algılayabildiz mi?
Yani o kata çıktığını biliyorsun ama o kadar yükseğe çıktığını idrak edebildin mi hiç? Tabii ki hayır.
Ayak zemine bastığı için ve herhangi bir objede küçülme yada büyüme görmediği için gözlerimiz, beyin bir hareket algılamıyor ve sabit olduğumuzu zannediyoruz.
Oysa zemin cam olsa, yeri görecek ve ne kadar yukarıya çıkmış olduğunuzu idrak etmiş olacağız. Belki de daha altıncı katta düşme kaygısı ile korku yaşayacağız.
Uçan balonun balon kısmına yâda gökyüzüne bakarak anlaya bilirmiyiz ne kadar yüksekte olduğumuzu. Yere bakmanız gerekmez mi? Yare baktığımızda korkmazmıyız yükseklikten.
Kısacası bir referans gerekir. Bizim nerede olduğumu bize hatırlatacak bir referans. Bu referansı yukarıdan mı, aşağıdan mı alacağı kişinin kendi elindedir. İster aşağı(n)dan alırsın referansı
ister yukarı(n)dan…
Kısacası insan nerede olduğunu yukarı bakarak değil, aşağı bakarak anlaya bilir. Tersinden bakarsakda hal böyledir. Yani aşağı indiğimizi de yukarı bakarak anlayamayız. Gökyüzü sonsuz ve mesafe tahmini yapılamaz bir nokta. Alçalışa geçtiğimizi de yine aşağı bakarak anlarız. Aşağıya bakmalı insan. Hep kendinden aşağısına. Hayatının her noktasına koymalı bu anlayışı.
Ve böylelikle beklentilerimizi büyütmemiş olur, kendimizi bize ait olmayanlarla meşgul etmez, zihnimizde olmayan hayatlar barındırmamış oluruz. Şükrüne varırız elde avuçta olanların. Ama kavlen değil, onları benimseyerek şükrederiz, onlardan şikayet ettiğimizde şükürsüzlük etmiş olduğumuz gibi… O yüzden iki gözüm;
yukarıya bakarak, bizden daha iyilerine bakarak sahip olamayız mutluluğa. Aşağı bakarak, Aşağılanarak!
Haydar GENÇ
01.02.2015
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.