- 910 Okunma
- 5 Yorum
- 1 Beğeni
Yaşam Sanatı / Yargılamak
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
"Gel, gel, ne olursan ol yine gel."
..
Böyle diyordu Ebu Said-i Ebu’l Hayr , Mevlana’ya atfettiği bir şiirinde. Şiirin tamamında; bir insanı nasıl olduğu gibi kabul edebileceğimizi anlatılıyor.
Bir insanı olduğu gibi kabul etmek! Pisagor denklemini çözmek sanırım daha kolay. Denklemde ; önünüzde bir formül vardır , formülde X,Y ve Z karakterleri için sayılar belirlersiniz ve kurallara uyarak sonuca varırsınız. Tutar ya da tutmaz. Olmadı , al baştan yaparsınız. Günlerce uğraşırsınız. Bir şeyler ortaya çıkarırsınız vs.. Yapamazsanız da kendi haline bırakırsınız vs..
Peki , insanı olduğu gibi kabul etmek? İşte en baba soru. Önünüzde ne formül var ne X,Y,Z karakterleri ne de kurallar var. Tamamen karman çorman bir yapı. Her dokunduğunuzda başka bir kural , başka bir yapı var. Her dokunduğunuzda yeni bir problem ortaya çıkan elastik bir denklem.
Şimdi olaya farklı bir açıdan bakalım. Pisagor denklemi örneğimizi ele alalım. Siz bir Pisagor denklemini neden çözersiniz? Niye durduk yerde başınızı sıkıntıya sokarsınız? Çünkü bir hedefiniz vardır ve bu hedefe ulaşmak için bu denklemi çözmek istersiniz. Üniversite sınavında olduğunuzu ele alalım.Size sorulan bu soruyu çözmeniz gerekir ki bir puan alabilesiniz ve sınavı kazanabilesiniz. Buradaki amacınız üniversiteye girmektir ve bunun için de o sınavı kazanmanız, o sınavı kazanmanız için ise o soruyu çözmeniz gerekir. Eğer soruyu başarılı bir şekilde çözerseniz , sınavı kazanırsınız , akabinde üniversiteyi kazanırsınız ve amacınıza ulaşırsınız. Soruyu çözerken, problemin genel özellikleri ile oynamak gibi bir lüksünüz yoktur. Biri bu soruyu hazırlamıştır ve siz oturur o problemi , bilginiz dahilinde çözmeye çalışırsınız. Çözerseniz ne ala, çözemezseniz başka bahara. Problemin hatalı olduğunu varsaysak bile , o an için bu soru hatalı değiştirin demek gibi bir şansınız yoktur. Ki değiştirebildiğinizi varsayalım haydi, o an için size yeni bir soru kimse vermeyecektir, olanı kabul etmek durumunda kalacaksınız.
Haydi, örneğimizde, problem yerine insanı koyalım. Bir insan çıktı karşınıza ve o insanı çözmek zorundasınız diyelim. İncelediniz, dokundunuz vs.. ’Bu insanın gözü hatalı!’ demek gibi bir lüksünüz var mı? Var diyen var ise, kendisine başarılar diliyorum. Sonraki yazıma kadar bizi kendi halimize bırakmasını rica ediyorum. Konumuza dönelim... Karşınızdaki insanın fiziki ya da manevi özellikleri ne olursa olsun, o an da olsa o insanı olduğu gibi kabul etmek durumundasınız. Varsayalım ki, kişinin , kıskançlık huyu hoşunuza gitmedi. Siz o kişiye , ’Ben senin kıskançlık huyunu sevemedim!’ dediğinizde size kendisi , ’Ben böyleyim işine geliyorsa!’ dediğinde vereceğiniz cevap çeşitlerine bakalım.
1-Ben seninle olmak istiyorum ve olabilmem için kıskançlık huyundan vazgeçmelisin : O halde sen o kişiyi değil , kıskanç olmayan bir kişiyi istiyorsundur. Çünkü ; karşına çıkan insanın duruşuna, bakışına , sana yaklaşımına vs.. kapılmışsındır. Eğer kıskançlık gibi insanın ana karakterini derinden etkileyen bir huyunu kökünden yok ederseniz, o huya bağlı olan bir çok yön de değişecek olduğundan , duruşu , bakışı vs.. gibi her şeyi de otomatik olarak değişecektir. Sonuç olarak , kapıldığınız insan bambaşka bir kişi haline gelecektir. Ve siz onun karşısına geçtiğinizde ; ’Benim kapıldığım kişi bu değildi ki!’ diyeceksiniz.Yani bu iş yatar.
2-Kıskançlık kötü bir şey , bence değişmelisin : Bu durumda senin amacın o kişi ile birlikte olmak değil o kişiyi , kendi kriterlerine göre değiştirmektir. Eğer böyle bir söyleminiz var ise ; öncelikle iyi ve kötü kavramlarını bir düşünün derim. İyi kime göre iyidir kötü kime göre kötüdür biraz sorgulayın. Size göre kötü olan kıskançlık huyu karşınızdaki kişiye göre vazgeçilmez bir özellik olabilir. Ya da kendinizi onun yerine koyun. Ve bir kez daha düşünün. Biri sizin karşınıza geliyor, gülmek kötü bir şey bence değişmelisin diyor. Sırf o istedi diye artık ömrünüz boyunca gülmemeyi kabul edebilir misiniz? ’Kardeşim gülmek ile kıskanmak aynı şey mi? ’ diyen olursa , gülmek eylemi ile kıskançlık eyleminin aynı kökten geldiğini belirtir bunu biraz araştırmasını tavsiye ederim. Kıskanmak olumsuz bir eylem değildir. Bakmayın bize yüzyıllardır olumsuz olarak lanse edildiğini. Ki insani olan ve içgüdüsel olarak ortaya çıkan hiç bir eylem olumsuz değildir özünde. O eyleme karşı tarafın verdiği tepkinin , eylemi ortaya çıkaran kişide yarattığı etkidir olumsuz olması. Örneğin ; siz birine kıskançlık gösterisinde bulunduğunuzda , bu gösteri o kişide üzülmek tepkisini yaratırsa bu sizin gözünüzde olumsuz niteliğini alır. Özetle ; kıskanmak eylemi ne sizin için ne de karşınızdaki için olumsuz bir niteliktir aslında. Sadece , istediğiniz karşılığı alamadığınız için sonuçta bu eyleme siz olumsuz niteliğini yüklersiniz. Karşı taraf ise, bu olumsuz niteliği yüklemenizde size yardımcı olmuş olur. Bu durumda , kıskançlık kötü bir şey bence değişmelisin dediğinizde de bu iş yatar.
3-Kıskançlık senin gibi güzel bir insana yakışmıyor ki! : Stilist misin sen? Kıskançlık kime yakışıyor ki ona da yakışsın kardeş? İnsanın bir yaradılış özelliği vardır. Bazı yönleri , diğerlerine göre , olumsuz , bazı yönleri olumludur. Ama aslında her insan güzeldir. Dünyanın en çirkin insanının bile güzel olan bir yeri mutlaka vardır. Ve o güzel olan yeri öyle bir yerdir ki siz onun karşısına geçip oturduğunuzda hayran kalabilirsiniz. Çirkin Kral olarak anılan Yılmaz Güney’in duruşundaki asalete sahip olmak isteyen kaç kişi kursa gitmiştir bilemiyoruz. Kaç kişi Yılmaz Güney’in karşısına geçip ; ’Kardeşim tamam duruşun güzel ama bu kadar çirkin olabilmek için sen ne içtin yahu?’ diyebilmiştir? O insanı olduğu gibi kabul etmektir esas erdem. Kıskançlığı kendisine yakıştırmadığınız insanın yerine kendinizi koyun haydi. O size kalkıp da ; ’Tamam kıskançlık sana göre bana yakışmıyor ancak , bana göre de başkasının özelliklerine karışmak da sana yakışmıyor sen de bunu değiştir!’ dediğinde ne yapacaksınız? Pisagor denklemine kurban olun şimdi. O denklemi değiştirmeye kalktığınızda en azından terk edilme gibi olumsuz bir durumda kalmazsınız.. Özetle bu iş de yatar.
4-Beni istiyorsan kıskançlık huyundan vazgeçmelisin! : Canım benim sen ona gittin o sana gelmedi hatırladın mı? Bir kişiye karşı ilginiz var ise o kişiye kendinizi beğendirmeniz ve o kişinin de size ilgisinin oluşmasını sağlamak istersiniz. Eğer o da sizi beğenirse ve ilgili oluşursa aranızda bir ilişki başlar ve gerisi teferruattır. Ancak ; kişiye giderek ; "Sen benim ilgimi çekiyorsun ama şu huyundan vazgeçmelisin" dediğinizde , sanırım size iyi bir güler. En azından ben olsam gülerim. Yani ben sana, bana gel demedim ki. Sen kendin geldin ve kendi kurallarını ortaya koydun. Hoş geldin, güle güle o halde.
5-Kıskandığın sürece yalnız kalabilirsin : Tamam kalsın da bunda seni rahatsız eden şey nedir? O yalnız kaldığında sana zarar verecek olan şey nedir? Ki onun senden ’Gel benim yalnızlığımı yok et!’ gibi istediği de olmamıştı aslında. Demek ki, aslında yalnızlıktan korkan sensin ki bu başlayamayan ilişki içerisinde , korkunun sorumluluğunu karşı tarafa yüklemeye çalışıyorsun.
...
Örnekler arttırılabilir.
Neden kıskanmak örneğini verdiğime gelince ; yargılamak , bir insanı olduğu gibi kabul etmemektir temelde. Ve her yargılamanın altında , psikolojik olarak , yargılananın değiştirilmesi isteği yatar. Kıskanan kişi, kıskandığı kişiyi kıskanırken aslında yargılıyordur ve onu değiştirmek istiyordur. Kıskanılan kişinin kıskanılan özelliğinin değiştirilmek istenilmesi , o kişiyi o şekilde kabul etmemektir.Ve kabul edilmeyen her şey yargılanır.
Neden yargılarız? Neden olduğu gibi kabul etmeyiz insanları?
Bu soruların temeli epeyce su götüren bir konudur. Biraz derinlere inelim. Birey, kendi kendine yetebilen bir kişi değil ise her zaman yalnızlıktan kaçmanın yollarını arar. Toplum içerisindeki statüsünü göz ardı ederek , diğer insanlar ile bir arada olmanın yollarını arar. Ve bir süre sonra, diğer insanları yönetmeye kalkar. İşte o an yargılama eylemi devreye girer. Yani doyumsuzluk baş gösterir. Çünkü yanında bulunması gereken insanlar artık zaten yanındadırlar ve insani özellikleri gereği, o insana hükmetme içgüdüsü aktif hale gelir. Yanında bulunan insanlara ; "Ben sana hükmetmek istiyorum!" diyemez ve bunun yerine ,kendine göre , o insanların olumsuz yönlerini ortaya çıkararak yüzlerine vurmaya çalışır. Bu yüze vurma eyleminde ne kadar ustalaşırsa yargıladığı insanlar o derece onun yanında ve hükmü altında olacaktır. İster iyi olsun ister kötü olsun, hiç bir lider tek başına hayatta kalamayacak insanlardır. Bu iddialı sözden dolayı kim bana küfür ediyorsa ona sonsuz teşekkürlerimi bildiririm. İnsanları yönetmek isteyen bir kişi , kendi eksikliklerini diğer insanlar aracılığı ile tamamlamak ister. Ve bunu yapabilmek için yönetmek için ele aldığı insanların eksikliklerini her zaman göz önünde bulundurarak sürekli onları yargılar. Ve bu yargıları öyle güzel empoze eder ki, bir süre sonra yönettiği insanların gözünde usta bir siyasetçi kimliğini kazanmış olur.
Bir başkasına ihtiyacı olan kişi , her zaman ihtiyacı olan kişiye borçlu kalacaktır. Ancak , bu borçlu durumunu yüzeysellikten derine indirerek kendini savunmaya almak için , borçlu olduğu kişiyi yargılayacaktır. Çünkü ; kişinin kendi başına gideremeyeceği bir ihtiyacı vardır ve bu ihtiyacın giderilmesi için başka bir kişi ile işbirliği yapmak zorundadır. O başka kişi ,giderilmesi gereken ihtiyaca ait gücü elinde bulundururken , gücünü ,ihtiyacı olan kişiye geçici ya da sürekli olarak verebilmek için bir karşılık almak isteyecektir. Karşılık alamadığımda gücü kullanmayacaktır. Bu durumda , ihtiyacı olan kişi ihtiyacı tam anlamıyla giderilene kadar elinde o ihtiyacı giderme gücü olan kişiye karşı borçlu olacaktır. Şimdi burada bir karmaşa ortaya çıkacaktır :
İhtiyacı olan borçlu kişi karşı tarafa kendini ezdirmemeye çalışacaktır.
İhtiyacın giderilmesi için elinde güç bulunduran kişi karşısındaki kişiyi ezmek isteyecektir.
Bu polemik durumunda , ihtiyacı olan kişi , kendini ezdirmemek için , ihtiyacı giderecek gücü elinde bulunduran kişinin olumsuz özelliklerini ön plana çıkararak durumu 1-1 ’e getirecektir. Ve bu ihtiyacın giderilmesi için ortaya konulan ilişki sırasında , eğer ihtiyacın giderilmesi için elinde güç bulunan kişi , ihtiyacı olan kişiye ezmeye kalktığı anda , ihtiyacı olan kişi elindeki kozu kullanarak , ihtiyacı giderecek gücü elinde bulunduran kişinin olumsuz halini yüzüne vuracaktır. İşte bu yargılamadır.
Küçük bir örnek verelim :
Benim bir iş’e ihtiyacım var. Ve tanıdığım biri bana iş verebilecek güce sahip. Gidip kendisinden iş istediğimde , bana , kendisine günde 9 saat çalışmam karşılığında iş vereceğini söylüyor. Ben işi kabul ediyorum. Ve o patron ben çalışan oluyorum. Dünyanın en iyi niyetli insanı olsa dahi , insani özelliklerinden dolayı , bir gün beni ezmeye çalışacağı kaygısı ile kendisi ile ilgili bir takım olumsuz bilgiler toplarım. Bu siyasettir. Bu olumsuz bilgileri cebimde taşırım ve günün birinde patron beni , "Senin maaşını ben veriyorum, ne istersem onu yapacaksın!" dediğinde , ben de karşısına geçerek ; "Evet benim maaşımı sen veriyorsun ama ben , senin beceremediğin bir işi yapıyorum , sen becerebilseydin bana o işi vermezdin!" dediğim an onu yargılamış oluyorum. Ve bu yargılama işinin temelinde , benim ondan çekinmiş olmam ortaya çıkıyor. Eğer benim ona ihtiyacım olmamış olsaydı , kendisine ; "İyi tamam bundan sonra başkasına verirsin maaşı ben gidiyorum ,haydi eyvallah!" der ceketimi alır çıkardım.
Ancak iş bu kadar basit olmuyor günümüzde. Yani , ben dahil , hiç kimse kolay kolay , iş verenine rest çekerek ceketini alıp çıkamıyoruz. Çünkü , kendilerine karşı yükümlülüklerimiz olduğu insanlar var etrafımızda. Kendimiz dışında herkesi düşünüyoruz. Ve günü geldiğinde , kendimiz hariç herkes iyi olmuş oluyor.
Etiketleme makinesi gibiyiz. Herkesi etiketliyoruz , herkesi sınıflandırıyoruz. İşimize nasıl gelirse değil, bize öğretilen şekilde etiketliyoruz. Bir insana ’imansızsın’ dediğimizde , toplum tarafından yalnız bırakılacağımızdan korkuyoruz. Halbuki , eğer o insan ile aramızda bir alış veriş olmamış olsa ya da o insanı olduğu gibi kabul edebilmiş olsa , o insan (bize göre) imansız olmuş olsa dahi ona öyle bir söylemde bulunmamıza gerek kalmazdı. Onun inancı kendisinedir ve onu öyle kabul etmeliydik. Ancak , bize öğretilenler, sırtımıza, alnımıza , her yerimize yapıştırılan etiketlerimiz bizim kendimizi sınırlandırmamıza neden oluyor. Ve bu sınırlandırmalarımız bizi psikolojik olarak başkalarını da sınırlandırmaya itiyor. Şartlar koyuyoruz, kurallar koyuyoruz herkese. Şarta , kurala uymayan herkesi ise yargılayarak kendisini kötü hissetmesini sağlıyoruz. İyi hissetmesi için bizim kurallarımıza uymasını sağlıyoruz.
Ama aslında bir şeyi unutuyoruz :
Ortaya koyduğumuz o şartlar ve kurallar aslında bize eklenilmiş şartlar ve kurallardan başka bir şey değil. Biri size , bu şapkayı takarsan aramızda yer alamazsın dediğinde , siz de bir başkasına o şapkayı takarsan yanımda yer alamazsın diyorsunuz. Çünkü yalnızlıktan korkuyoruz, çünkü kendimizden korkuyoruz , çünkü kendimize yetmiyoruz, çünkü hep bir başkasından beklenti içerisindeyiz, çünkü insanız!
..
Kimseyi yargılamayın ki kimse de sizi yargılamasın.
..
Küfür ediyorsanız
Rahat olun
Ben rahatım
Eyvallah.
__________________________________________________________
Yazımı , "Günün Yazısı" olarak seçen kurula teşekkür ederim. Saygılarımla..
YORUMLAR
savaşları durduracak tek şey hoşgörü olduğu halde neden bu yolu seçmiyoruz acaba! savaşların bugün sürekli ortadoğuda çıkması tesadüf olamaz. insan. başına şapka taıp takmamayı tek başına karar verirse o zaman herşey daha güzel olacak. güzel yazınız için tebrikler.
Özkan KÖSE
Savaş insanın doğasında var. Ayakta kalabilmesi için savaşmak zorunda. Sorun şu ki ; başkası için değil kendimiz için savaşmalıyız. Bunu bilirsek okları direk kendimize çevireceğimizden kuşkumuz yok.
Yorumunuz için teşekkür ederim.
Değer kattınız.
Saygılarımla.
Güne düşen yazınızdan dolayı tebrik ederim sizi hocam.
İnsan psikolojisinin labirentlerinde, dehlizlerinde dolaşmışsınız. Bu devrialem -80- güne de sığmaz.
"Korkunun ecele faydası yok" sözü aklıma geliyor. Ya da kuyruğu dik tutma eğilimi. Hani korksanda korktuğunu belli etmeme tripleri. Uzak doğu sporlarında karşı tarafın gücünü onun aleyhine çevirme düşüncesi de akla gelebilir. Bakıyorsunuz Judo da kişi kendisinden çok daha iri ve ağır birini yerden yere vuruyor. Halter de belli teknikler dairesinde ağırlığının üç katından fazlasını kaldıran cep herkülümüz vardı vaktiyle.
Yine hayvanlar aleminde bir hayvan kendisinden devasa bir hayvanı bakıyorsunuz alt ediyor. Kaygısını belli etmiyor, vücudunu şişiriyor, zırhını kuşanıyor ve bir şekilde ya karşı tarafı tongaya düşürüyor ya da topuklayıp gidecek zamanı kazanıyor. Demem o ki; Bazen canını kurtarmak bile başarı. Hayatta kalabilmek bile karşı tarafa belli ölçüde diklenmeye bağlı. Özgüveni yüksek olan karşı tarafı özgüven krizine sokabiliyor. Harpler tarihinde de bazen kaybetmemek kazanmak anlamına gelebiliyor. Ya da ülkesini yerle bir olmaktan kurtarmak.
Destanlar tarihinde ilginç örneklere rastlanabilir. Mesela; "Şu Destanı" meşhurdur değil mi? Bir yer de şöyle anlatıldığına rastladım. Türk hükümdarı Şu'nun İskender'e karşı kazandığı zaferler. Peki şunu sormak gerekmez mi? İskender bir çok harbi kaybettiyse neden ve nasıl siyasi tarihin devleri arasına girdi? Bir yerde de Şu Destanı'nın şu şekilde anlatıldığına rastladım. Türk hükümdarı Şu'nun İskender'e karşı ülkesini ayakta tutması, yok olmaktan kurtarması. Bu bana gerçekçi geldi. İşte dedim bu gerçek bir destan. Burada amacım destanları eleştirmek değil. Gerçekliği nedir? Bunu ölçmek. Dediğim gibi bazen iyi bir savunma savaşı zaferdir.
Hani derim ki; İnsanlar ve toplumlar potansiyellerini fark eder ve bilirse doğru teknikleri izleme şansları artar. Başarı neye göre? Koca Yunus "İlim bilmektir, ilim kendini bilmektir, sen kendini bilmezsen, ya nice okumaktır" diyor. Aşağılık kompleksinin tuzağına düşüp bunu ego şişkinliği gibi lanse ettirme yutturmacasına kaptırmadığımız zaman gerçek ve kalıcı başarılara pupa yelken açılırız kanaatimce.
Saygı ve selamlarımla...
levent taner tarafından 1/30/2015 11:03:23 AM zamanında düzenlenmiştir.
Özkan KÖSE
F.Nietzsche ; "Bir çocuk istemeye layık mısın?" diyor. Evet bir çocuk istemek önyargısızca ve olduğu gibi olmasını kabul etmek.. O çocuğu toplum içerisine ; yargılamayan, etiketlemeyen biri olarak çıkarmak.. Hepimizin anne ve babalarına soralım şimdi haydi :
"Bizi istemeye layık mıydınız?!?"
.....
Yorumunuz için teşekkür ederim
Değer kattınız.
Saygılarımla.
Öncelikle uyanır uyanmaz kendisini okumamı sağlayan anlatımınız ve size selam olsun.
Kıskançlık parodilerini çok sevdim, zira çoğu zaman dile getiremediğimiz gerçekleri gün yüzüne serişiniz muazzamdı.
Hayat ve yaşadığımız topluma dair öyle veriler toplayıp derlemişsiniz ki ''hakikaten çok doğru!'' dedirtiyor insana...
Güne düşmüş, ne de güzel olmuş...
Sevgiyle.
Özkan KÖSE
Bir şeyleri doğru olarak anlatabildi ve katabildi isem ne mutlu bana.
Yorumunuz için teşekkür ederim.
Değer kattınız.
Saygılarımla.
"Gel, gel, ne olursan ol yine gel."
'' Taraf olmayanın bertaraf olduğu'' daha doğrusu edildiği bir ortamda iyi niyetli olmak kadar aptallık olamaz diye düşünüyorum. Hırsızları da mı olduğu gibi kabul edelim? Bu anlayış Mevlana Tekkesinde mümkün, ancak demokratik bir hukuk devletinde mümkün değil.
Saygıyla...
Özkan KÖSE
Topsullaşma yolunda , elde ettiklerimizi önümüze koyarak bir envanterini çıkarıp, hak mizanı oluşturmaya kalktığımızda ; elde ettikleriminiz kaçta kaçı bize aittir diye bakarsak, acaba elimizde ne kalacaktır. Ben dahil olmak üzere , bu dünyadaki bütün insanlar için söylüyorum bunu. Ve hiç bir hırsızlık eylemine katılmıyorum. Hırsız haklıdır demiyorum. Hırsızlık yapmak iyi bir şey demiyorum. Ama , hırsızı suçlarken biraz da kendi suçlarımıza da bakalım diyorum.
M.S 2150 isimli kitapta ; okuyana ilk başta fantastik olarak gelen farklı bir dünyada gelişen olaylar içerisinde , kitabın kahramanı , bulunduğu yerde hiç suç olmadığını gördüğünde bunu , orada yaşayar partnerine sorduğunda aldığı cevap oldukça trajiktir :
"Biz burada herkesin hakkını kendisine iade ediyoruz. Bu durumda kimse bir başkasının hakkını yemek zorunda kalmıyor. Böylece suç da oluşmuyor."
..
Yorumunuz için teşekkür ederim.
Değer kattınız.
Saygılarımla..
aslında tüm ilişkilerin bozulma noktası burada yatıyor. kişiyi kendimize benzetme isteği, bunun arasına aileler ve pek çok etken de giriyor. şiddet, aşağılama yoksa varsın insanlar kendi biçimlerinde olsunlar, bana benzeyen birini neden isteyeyim, beni kendi güzelliğinde kabullenecek ve farklılıklarımı yine kabul edecek olan daha iyi değil mi? renkler güzeldir, rüzgarları dizginleyenler o rüzgarın altında kalır zamanla.
Özkan KÖSE
İnsanları etiketlemekten kolay bir şey yok. Toplumsallaşmak adına çıktığımız yanlış yol içerisinde , kendimizi olduğumuz gibi kabul edemediğimizden , karşımıza çıkanların da kendiliklerini kabul edemiyoruz. Belki de iş, kendimizden başlamalı.
Yorumunuz için teşekkür ederim.
Değer kattınız.
Saygılarımla..