- 706 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Üçü Bir Yaradaydı
Bahar onu hayata bağlayacak tek insandı. Onu tanıdığında biraz olsun unutacaktı geçmişi. Hayatında yalnızca acılara yer vermişti sanki. Babasını kaybetmesi kendi ayaklarının üzerinde yürümesi gerektiğini öğretmişti. Hiç kimseyi almamıştı hayatına. Ona dokunan tek kadın eli annesinin şefkatli elleri olsun istiyordu. Kimse onun gibi dokunamazdı. Babasının ölümü üzerine annesi iyice çökmüştü. Doğru dürüst yemek bile yiyemiyordu. Kocasıyla birlikte en çok sevdikleri beyaz leblebiyle çay içmek dışında her şey yasaktı ona. Oda sadık kalıyordu hatıraların bıraktığı mirasa. Hamiyet çocuğunu yanına çağırıp, oğlum beyaz leblebi ve birkaç bir şey alıp gel çay içelim dedi. Kubilay da yola çıktı. Bu yolculuğun hayatını değiştireceğinden habersiz...
Sert bir rüzgâr vardı. Yağmur bastırmıştı aniden. Eve yetişmeye çalışıyordu genç adam. Küçük mü küçük bir köyde yaşıyordu. Köyüne en yakın dükkâna yarım saatlik bir yol vardı. Elindeki şemsiyeyi açmak istemedi. Teninde hissetmek için yağmurun o munis tadını. Yağmur yanaklarına değdikçe kanayan çocukluğu geliyordu aklına, masum olmasına rağmen kirletilmiş anıları. Sarhoş bir fotoğraf albümü gibiydi gözlerinin önüne getirdiği anılar. Bir deprem sonrası yıkılı veren binalar gibi. Kimsesiz bir akşamüstü, Ansızın kaybetmişti babasını. Yorgun eteklerinde zamanın yere düşen kuşe bir kâğıt gibi kalakalmıştı. Babasını kaybettiğinde daha altı yaşındaydı onun babası ve annesinden başka hiç kimsesi yoktu. Artık yalnızca annesi vardı. Onun için yaşamaya başlamıştı. Maddi durumu olmadığı için yalnızca liseyi okuyabilmişti adam. Annesini mutlu edebilmekti tek gayesi. Çocukluk ne demek diye sorardı hep annesine. Cevap almazdı. Yaşayamadığı bir şeyi nasıl anlatabilirdi ki bir insan. Gecelerin soğuk ayazında yorgan altında ağlardı hep genç adam. Annesinin hastalığı gün geçtikte daha bir artıyordu. Yirmi beşine basmıştı genç adam. Annesinin tek istediği ölmeden önce çocuğunun Mürvet’ini görebilmekti. Bu yaşına kadar annesinin evlilik konusundaki ısrarına kızsa da artık o da kabullenmişti evlenmesi gerektiğini. Yalnız başına annesine bakamıyordu. Bir yandan çalışıp diğer yandan annesine bakabilmek zor geliyordu genç adama. Yol boyunca hep bunları düşündü. Kar seyrek seyrek yağmaya başlamıştı. Öyle ki eve yetişmek için adımları daha bir hızlı atmaya başlamıştı. Kurt ulumaları yankılanıyordu dağlarda. Birkaç kişinin köye doğru geldiğini gördü genç adam. Zordu köyde yaşamak giyim kuşamlarına bakılırsa şehirli olmalılar diye düşündü. Yardım için gelenlerin bulunduğu yöne doğru gitti. Ve öğrendi ki on yıldan sonra ilk kez bir öğretmen geliyordu köylerine. Köye gelen misafirleri ağırlamak için evine davet etti. Annesi misafirleri gürünce kısa bir şaşkınlıktan sonra içeri buyur etti. Genç adam hemen kömürlüğe koşup odun kömür getirdi yakmak için. Annesi de hemen bir şeyler hazırlayıp ikram etmek telaşına girdi. Genç kız da dışarı çıkıp biraz karı seyretmek istedi. Annesi kızmaya kalkışacakken, babası tamam kızım ama fazla uzaklaşma dedi. Kız tam dışarı çıkacakken genç adam elinde odun ve kömürle içeri giriyordu. Genç kıza yol vereyim derken kafasını kapının demirine vurdu. Genç kız gülmemek için kendini zor tuttu. Genç adamda gülmeye başladı. Elindekileri sobaya koyduktan sonra tekrar dışarı çıktı genç adam. Kız botlarını bağlıyordu. Genç adam da ayakkabısını giydikten sonra dışarı çıktılar. Genç adam ‘’ Nasipte bir öğretmene bir şey öğretmekte varmış’’ dedi. Genç kız benim adım Bahar dedi. Genç adam benim adım da Kubilay. İkisinin de memnun olduğu gözlerinden belli oluyordu. Bahar dün gece hiç uyumamıştı. Kan çanağına dönmüştü gözleri. Kubilay sorma gereksinimi duydu.’’Dün gece uyuyamamanın sebebi heyecan mı yoksa yatağını mı beğenmedin’’ dedi. Bahar ‘’sen beni süslü Naciye mi sandın bende köyde yaşadım, heyecanlıyım öğretmenlikteki ilk tecrübem olacak’’ dedi. İkisi de heyecanlıydı. Kubilay kalp atışlarını susturmaya çalışırken, Bahar etrafa bakmakla meşguldü. Yıllar sonra köye ilk kez bir öğretmen geliyordu. Çocuklar okumak için ilçeye kadar yürüyorlardı. Kubilay anayola kadar eşlik ediyordu çocuklara. Liseden sonrasını okuyamadı belki ama çocukların okumasına kimsenin engel olmasına izin vermedi. Bahar okulu görmek istedi. Kubilay daha onarımını yapmadık dese de bahar görmek istedi. Kubilay okulun anahtarını muhtar Mehmet Amca’dan aldı. Okula daha girer girmez dışarı çıktılar. Kubilay demiştim dercesine baksa da bahar ‘’Okulun açılmasına daha bir hafta var çocukları ve velileri okulda toplayabilir misin? ‘’ dedi. Kubilay bir saat içinde kırk haneli köy halkını okulun bahçesine getirmeyi başarmıştı. Bahar kar yağdığı için boya ve badanayı daha sora yaparız dedi. Ama içerisinin temizlenmesi gerekiyor. Masalar çok eski ve yıpranmış dedi. Kadınlar ve erkekler ayrı ayrı koyuldular işe. Üç gün boyunca ikişer saatlik bir çalışma ile okulun tamiratının üstesinden gelmişlerdi. Çocuklar artık okul için ilçeye gitmeye gerek kalmadan kendi köylerinde okuyabileceklerdi. Kubilay sayesinde çocuklar derslerden geri kalmamıştı. Sil baştan başlamak oldukça zor olurdu. Artık tam manasıyla okulun onarım işi bitmişti. Günler geçtikçe çocuklar ve velileri biraz olsun rahatlamışlardı. Herkes halinden memnundu. Baharda mutluydu en az çocuklar kadar. İlk öğretmenlik deneyimi olacaktı böyle bir deneyim çocukların kendi köyünde okuyabilmesini sağlaması açısından oldukça önemliydi onun için. Aylar ayları kovaladı ve artık köye ilkbahar kokusu yayılmıştı. Çocuklar için her mevsim mutluluk olsa da büyük insanlar için bahar ve yaz demek biraz olsun kurtulmaktı bunalmışlıktan. Kubilay son aylarda köye uğramaz olmuştu bu durum baharın gözünden kaçmamıştı. İlk ay ara ara uğrardı sonra hepten ortalıktan kayboluşu baharı düşündürmüştü. Bahar köylülerden öğrendiği kadarıyla annesi hasta olduğu için hastanede kalmaları gerekiyordu. Bahar çok üzgündü elinden bir şey gelmez lafı onun için tembelliktin öteye geçmeyen fuzuli bir laftı. Bir hafta sonu merkez ilçeye oradan ile geçti. Sorup soruşturup kaldıkları hastaneyi öğrendi hemen hastanın ismini danışmaya sorarak kaldıkları odayı öğrendi. İkinci kata çıkıp tam odaya girecekken Kubilay’ı gördü. Kubilay, bir oturakta oturmuş iki eliyle başını tutmaktaydı. Bahar Kubilay’a doğru ilerledi. Kubilay baharı gördüğüne çok sevindi. Baharsa üzgündü bu olanlar için. Aylardır ortalık da görünmemesinin sebebinin annesinin hastalığı olabileceği aklının ucundan bile geçmemişti. Oysa bahar yanıldığı anladı. Üzgün olduğunu belli etmemeye çalışsa da Kubilay anlamıştı. İkisinin de aşkları gözlerinden okunuyordu. İtiraf etmekse cesaret isterdi.
Hastane ’den mutlu haberle çıkacağını düşünüyordu Kubilay, annesinin ameliyatının çok iyi geçmesi için günlerce gözyaşı içinde dua etti. Ama kader bugünde acımasız davranmıştı ona yetimdi öksüz kaldı. Hıçkırıkları yankılanıyordu hastane duvarlarında bahar zar zor zapt edebilmişti. Annesinin cenazesini almak için köyü aradı. Köyün muhtarı Mehmet amca hemen bir araba ayarlayıp hastane’ den cenazeyi kaldırdı. Herkes hıçkıra hıçkıra ağlarken bahar ise kendine kızıyordu. Nasıl? Nasıl? Böyle bir şey düşünebilirim diye köye vardıklarında onları tüm köy halkı karşıladı. Annesi artık yoktu. Babasının yokluğu yetmezmiş gibi birde annesi onu terk etmişti. Sanki dünyası başına yıkılmış gibiydi. Artık hiçbir şey zevk vermiyordu. Etraftaki çığlıkları bile güçlükle duyuyordu. Başı döner gibi oldu. Annesinin tabutuna toprak atarken keşke o yatan ben olsaydım da sen toprak olup üzerimi örtseydin anne diye bağırdı. Etraftaki herkes ama herkes bu duygu dolu konuşma karşısında gözyaşlarını tutamamıştı. Kubilay Gözünde hayat tıpkı yazarın dediği gibiydi artık. Yazar şöyle diyordu ‘’ Babasız kalmak savaş ortasında komutansız kalmak gibidir .‘’ peki ya annesiz kalmak ne demekti? Buna herhalde yazarda cevap veremezdi diye düşündü.
Annesinin ölümünün ardından üç ay geçmişti. Her gün yorganı üstünden atıp annesinin örtmesini bekliyordu ve her sabah annesi uyandıracakmış gibi tembelliğe veriyordu kendini sonra kalkıp annesinin mezarına gidip üzerinde açan gülleri suluyordu. Bahar ne zaman onu arasa annesinin mezarında bulurdu. Kubilay annesinin yokluğunda bir tek baharı yanında görmek biraz olsun acısını dindiriyordu. Bahar ise onu hiç yalnız bırakmıyordu. Kubilay ise daha soğuk davranıyordu ona bahar buna anlam veremese de bunun tek sebebi annesinden sonra başkasına körü körüne bağlanamamasıydı. Çünkü kaybetmek de vardı sonunda. Bahar ise kendince alınır sonra barışırdı. Bir gün yine bahar tüm yardımseverliği ile yaklaşmıştı Kubilay’a. Kubilay’sa her zamanki gibi kızmıştı. Ama bu sefer ilk kez gerçekten Bahar’ı kırdığının farkına vardı. Özür dilemek için Bahar’ın yanına gitti. Bu kez Bahar’dı kapıları örten Kubilay’ın suratına. Kubilay küçük bir not bıraktı kapıya ve gitti. Kubilay gider gitmez bahar Kubilay’ın bıraktığı notu alıp içeri girip odasına çıktı. Kâğıtta yazılanlar şunlardı: ‘’ Seni kırdığım için özür dilerim. Kendimde kırılacak tek bir şey bırakmadığım için seni üzdüm. Bağışla amacım seni kırmak değildi. Ama anlamını beklerdim annemden sonra hayatıma giren ilk kadınsın seni kabullenmem zaman aldı. İnsan hayatında kendisini karşılıksız sevebilen bir kadını kaybedince, ikinciye yer açmak zaman alıyor. Seni Seviyorum beni affet…’’
Kubilay
Üzerinden bir hafta geçmesine rağmen bahar tek söz bile etmemişti. Belli ki o benim onu sevdiğim gibi beni sevmiyor diye düşündü. Bir hafta boyunca evden dışarıya çıkmadığı için okula gidip gitmediğini de bilmiyordu. Dışarı attı kendisini köye bir kamyon gelmişti. Niye geldi ki bu kamyon köye diye söylenerek biriken kalabalığa yaklaştı. Baharın evinin önünde biriken kalabalığın duygusal hallerine bir anlam veremedi. Muhtar Mehmet amca da oradaydı onun yanına gidip her şeyi öğrendi. Baharın iki haftalık süre zarfında İstanbul’a gitmesi gerekiyormuş, Ankara’dan gelen bir evrak da tayinin İstanbul’a çıktığını yazıyordu. Dün gece vakti gitti eşyalarını da bugün yolluyoruz. Ama sana bir not bıraktı giderken, her şey için teşekkür ettiğini söyledi.
Kubilay baharın bıraktığı notu annesinin mezarına giderken yol boyunca okudu. Gözyaşları içinde bu kez avazı çıktığı kadar bağırarak okudu
‘’Merhaba Kubilay;
Gecikmiş bir aşk, çiçeksiz bir bahara merhaba demek gibi. Oysa sen bana merhaba dediğinde çiçeklerim vardı benim. Seni ilk gördüğüm andan beri sevdiğimi geç de olsa anladım. Her aşk kucaklanmayı bekler. Bu yüzdendir kalp âşıklara ana kucağıdır. Her şey zamanında güzeldir. Kahvaltıyı sabah yapmalı ve aşkı hissettiğin ilk anda yaşamalıymış insan. Yaşanması gerekenleri ertelemek bahar temizliğine benzer, tozları halının altına gizledik hep. Ve bahar gelince de halının altındaki biriken tozları temizlemek zorunda kaldık. İşte halının altında birikenlerden ikisi de bizdik. Yağan yağmur temizler ancak bu kirlenmiş aşkımızı. Elveda gizlenmiş bir aşktı bizimkisi El olurken zaman, vedalaşmak düştü bize. Seni sevdiğimi unutma bazen o yokken bile aşkını hissetmek ömre bedel olabiliyor. Seni seviyorum kelimesi ah ne güzel bir kelime’’
Bahar.
Kubilay annesinden ve köylülerden helallik isteyerek İstanbul’a gitmek üzere yola çıktı. Bir daha memleketim olan Kars’a ne zaman gelirim kim bilir diye düşündü. Bir günlük yolculuktan sonra nihayet İstanbul’a varmıştı otobüs. En son çocukluğunda gelmişti İstanbul’a, o günden bugüne değişmeyen tek şey trafikti. Şehre baktı uzun, uzun nazlı bir kız gibiydi İstanbul. Bütün düşüncelerini kafasından atıp bahara kavuşmanın yolu olan Muhtar Mehmet Amca’nın verdiği adrese baktı. Kadıköy de inmesi gerekiyordu. İner inmez Baharın bulunduğu mahalleye hızlı adımlarla ilerledi. Nihayet varmıştı o sokağa. İçinde adını koyamadığı bir heyecan vardı. Saat sabahın 06.00’sı Baharın evden çıkıp okula gitmesini bekledi. Hava soğuktu. Mahalledeki kahveye oturup bir çay içti. Saat 07.30’a gelmişti. Kahveden çıktı. O sırada bahardan evden çıkıyordu. Kubilay etrafı kontrol etti. Bahar evden çıkıp mahalleye geldiği anda Kubilay’ı gördü karşısında. Kubilay’ı bir daha hiç göremeyeceğini düşünmüştü. Birden karşısında görünce gözyaşlarına engel olamadı. Kubilay bahara doğru gidip hasretle kucaklaşmayı arzularken, bir adam beliriverdi sokağın başında. Adam arabadan inip sağ kapıyı açtı. Baharda arabaya bindikten sonra hareket ettiler. Bahar Kubilay’ın önünden geçerken elindeki kâğıdı bıraktı. Bahardan geriye arabanın giderken ki bıraktığı toz ve bir kâğıt parçası kaldı.
‘’Merhaba Kubilay;
Ölümü bildiğimiz halde yaşamak gibi bir şey, geleceğini bile bile senden başkasına yar olmak. Öylesine acı verici ki bir zamanlar her şeyim dediğim adama hiçbir şeyimmiş gibi davranmak. Beni bağışla demeye yüzüm yok. Sana dokunamazken başka bir adamın kollarında ihanet ettim bedenime. Aşkımızsa bir ömür derinliklerde saklı olacak. Sen bile dokunamayacaksın ona. Gözyaşlarını bulutlara bağışla. Ben öyle yaptım. Bize bir faydası yokken aşkımızın, başkalarına rahmet olarak yağsın. Elveda susuşlarıma gizlediğim öznem artık çok gizli. Seni seviyorum’
Bahar
Kubilay tüm bu olanlara anlam veremiyordu. Nasıl oluyordu da her şey bir anda tersine dönebiliyordu. Yıllarca babasının özlemiyle yanıp tutuşurken, kader annesini de almıştı elinden. Derdini açabilecek ve onun yanındayken biraz olsun acısı hafifleyecek bir tek bahar kalmıştı geriye. Şimdi o da gitmişti. Yalnızlık değildi korkusu ama acı fazlasıyla yakmıştı canını, Onlardan geriye kalansa acı hatıralar...
Üçü bir yARA’daydı...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.