ideal devlet, yalnız bir adam roman taslağı. eleştirilerinizi bekliyorum.
İDEAL DEVLET
Tolga kendi iç dünyasında vaktini daha çok harcayan, sürekli düşünceleri ile boğuşan zengin bir babanın oğludur. Annesi kendi doğumu sırasında ölmüştür. Babası hem annelik hem babalık yapmıştır. Kendisi ise “düşüncelerim benim annemdir, beni düşüncelerim yetiştirmiştir” der ve bunu mahkeme sırasında da kendisi ifade eder. Çok fazla arkadaşı yoktur, içine kapanıktır, arkadaşları kendisini samimi sanmasına rağmen o hepsine aslında çok uzaktır. Ve birde sadece mektuplaştığı hiç görmediği bir sevgilisi vardır.
Tolga üniversite öğrencisidir ve çevresinde olan her şeye diğer insanların hiç birinde olmayan bir duyarlılıkla bağlıdır. İnsanlar ağaçların kesimini dahi umursamazken, kendisi ağaç üzerindeki karıncaları ve karınca yuvalarını dahi düşünerek kahrolmaktadır. Ancak duyarlı olduğu kadar da realisttir ve gerçekleri kabul etmektedir. İnsan nüfusunun her geçen gün arttığını, artan bu insan nüfusunun geçimi için istihdam alanlarının açılması ve barınmaları için binaların yapılması gerektiğinin de farkındadır. Bunun için ise elbet bir gün bu ağaçların kesilmesi gerektiğinin de şart olduğunu kavramıştır kendi zihninde.
Tolga yaz tatili için evine gelmiştir. Bir akşam babası ile birlikte bir belgesel izlemektedirler. Belgeselde aslanın bir ceylanı parçaladığını ve bu ceylanın parçalarını yemeleri için yavrularına götürdüğünü izlemişlerdir. Babası bu sahne sonrasında bir nevi oğlunun bu dünya sistemi içerisinde zayıf düşmesinden de endişelenerek tolgaya şöyle öğüt vermiştir. “işte günümüz dünyası da bu şekildedir evlat. Kimileri güçlü birer aslanken, kimileri zayıf ceylandır. Güçlü olan zayıf olanı parçalayarak evlatlarının karnını doyurması gerekir. bunu unutma, bu doğanın bir kanunudur, döngü bu şekilde gerçekleşmektedir” der. Tolga bunu babasından duyduğuna çok şaşırmış ve yıllardır tanıdığı babasının aslında ne kadar kendisine yabancı olduğunu o an fark etmiştir.” Bizler hayvan değiliz, bu döngü yalnızca hayvanlar için geçerlidir, aksine bizler hayatta kalmak için fakir olanları, zayıf olanları korumalıyız. Ancak bu şekilde hayatta kalabilir bir insan.” Diyerek karşı çıkmış ve babasıyla kavgaya tutuşmuşlardır. Aslında içine sindiremediği babasının böyle bir düşünceye sahip olması değil, kendisine böyle bir öğütte bulunmasıydı. Ben ve benim çocuklarımda böylesine cani bir aslana dönüşüp ceylanları parçalayacak mıydı? Diye düşündü ve babasına evi terk ettiğini ve artık kendisinin de bir ceylanı daha evine yiyecek getirmek için parçalamak zorunda kalmadığını söyleyerek evden çıkmıştır.
Üniversitede kaldığı eve gitmek için trene binmiştir ilk kez. Trene çıplak bacakları, soğuktan morarmış ayakları, kir pas içinde olan el ve yüzleri ile çingene bir aile binmiştir. Çocuklar ve aile tren koltuklarına oturacak üstünlüğü kendilerinde görmedikleri için ait oldukları yere yani trenin zeminine oturmuşlardır. Çingen ailelerin yanından geçenler burunlarını tutarak ıyhh çok iğrenç kokuyor diyerek geçmişler, etraflarındaki insanlar ise yanlarından uzaklaşmışlardır. Küçük bir çingen çocuğu başını önüne eğmiştir. Biraz ileride ise koca koltukda tek başına oturan, pırıl pırıl elbiseleri olan ve misk kokulu küçük bir zengin çocuğu oturmaktadır tüm tatlılığı ile. Çingenlerden kaçan diğer yolcular önce bu çocuğun zengin ailesine selam verip, daha sonra koltukta tek başına oturan zengin küçük çocuğu sevmeye öpüp koklamaya başlarlar. Başını önüne eğmiş olan çingen çocuğu ise başını kaldırıp bu durumu gördüğünde önce gözleri dolar, sonra yanaklarından aşağıya süzülen gözyaşları belirir. Çocuğunun ağladığını gören anne ise evladının gö yaşlarını siler ve bağrına basar duygulu gözlerle. Bu olaya tanık olan tolga “neler olmuş bu insanlara” der ve hayretler içerisinde kalmış ve donmuş bir şekilde olayı izler hiçbir şey yapamadan. Bunları izlerken tolganın muhteşem derecede başı ağrır, ateşi yükselir ve her şey bulanıklaşmaya başlar.
Tolga evine varmıştır ve günlerce aç sefil bir halde sokaklarda dolaşarak iş aramaktadır. Zaman zaman evinin altında bulunan kahvehaneye inip orada oturup iş ilanlarına bakmaktadır. Onun bu durumunu gören mahalle eşrabı haline üzülmektedir.
Yine aç sefil bir gün ankaranın sokaklarında iş aramaktayken, burnuna leziz bir koku gelir. Bu kokuyu nerede olsa tanır, patlıcan kebabı. En sevdiği yemeğin kokusudur bu. Canı çekmiştir, acaba kim yapıyordur bu yemeği, keşke bir lokma bende yiyebilseydim diyerek dolaşırken, bir alt sokağa indiğinde, bir çingen kadının evinin önünde patlıcan kebabı yaptığını görür ve başını önüne eğer. Başını önüne eğdiğini gören çingen kadın tolga ya seslenerek “oğlum oluyor mu böyle, hak değil bu kokusu gelmiştir, lütfen buyur gel evime birlikte yiyelim, hiç olmazsa bir lokma alıver” diyerek tolgayı davet etmiştir. Tolga çok utanmıştır, çok teşekkür ederim ama aç değilim sağolun diyerek oradan uzaklaşmaya çalışırken, çingen kadın arkasından “ anladım” demiştir burkuk bir sesle. Tolga biraz ilerledikten sonra yanlış yaptığını, çingen kadının farklı düşünmüş olabileceğini anlayarak şimdi benim o trendeki insanlardan ne farkım kaldı diyerek kendisini eleştirir ve gün boyu bunu düşünür.
Tolga nihayet iş bulmuştur. Savcılıkta çaycı olarak ertesi gün işe başlayacaktır. Gönül rahatlığıyla güleç bir şekilde eve çıkmadan önce kahveye girer. Her zaman düşünceli ve gergin yüzünü gören mahalle eşrabı onun bu simasını görünce bir şeylerin yolunda gittiğini anlayarak sorarlar. “hayrola, herhalde bir iş buldun bu defa?”
“evet, savcılıkta çaycı olarak işe başlayacağım yarın.”
“ooo, bu çok iyi ama. Savcı çok iyi kalpli, çok babacan bir adamdır. Hep fakir fukaranın işine yardımcı olur, köylünün işini görür, sever korur kollar.” Diyerek, savcıyı methetmeye başlarlar. Tolga biraz daha sevinir, nihayet devletin işte en üstünde bulunan kişi hakkı adaleti bilen biri. Bu sistem ve insanlar sandığım kadar yozlaşmamış. Rahatlamış bir şekilde yukarı evine çıkar ve yatağına uzanır. Onu rahatlatan şey ise iş bulması değildir, başka bir şeydir.
Sabah işe erken saatte gelir ve heyecanla savcıyı görmeyi çok istemektedir. Ama iş yoğunluğu buna engel olmaktadır. Ne zaman bir çay yada kahve siparişi için telefon çalsa acaba savcı için mi diye heyecanlanmaktadır. Savcının odasının önünden geçerken saatlerdir orada bekleyen bir köylüyü görür sürekli. Savcı sizi bekliyor diye seslenir görevli köylüye. Tolga demekki savcı için beklemektedir bunca saat adamcağız diye söylenir kendi kendine. Tam köylü içeri girdiği sırada birde zengin bir esnaf gelir ve hiç bekletilmeden savcının odasına buyur edilir. Savcı diyafondan tolgaya getirmesi için iki bol köpüklü sade kahve söylemiştir. Tolga çok heyecanlıdır, “biri köylüye biri savcının kendisine herhalde, işte adaletin görüldüğü yerler, işte toplumsal eşitlğin bulunduğu devletimizin yargı organları. Nihayet…” diye düşünerek, bir köylünün ve bir savcının, yani nihayet aslanların şahının ve bir ceylanın birlikte karşılıklı kahve içebileceği bir dünya diye içinden geçirerek savcının kapısını çalar. TAK TAK TAK… GİRİN! Köylü ayakta el pençe divandır. Zengin esnaf savcılık makamının önünde bulunan deri koltukların birine oturmuş, bacak bacak üzerine atarak savcıyla birlikte sigara yakmış içiyorlardır. Hoş bir sohbet vardır aralarında. Savcı eliyle işaret ederek, kahvelerin kendisine ve zengin esnafa ait olduğunu belirtir. Tolga kahveleri yüzü kızarmış bir şekilde sahiplerine ikram eder. Odadan tam çıkacağı esnada savcı köylüye küçümser bir ses tonuyla “sizin ne vardı, tamam bakarız bir icabına!” köylü bin bir övgüyle ve boynunu eğerek dualarla arkasını dönmeden savcılık makamından geri geri çıkarken tolga ile çarpışır. Tolga köylüye gülümseyerek kendisi için kapıyı açar ve ardından kendisi odadan dışarı çıkar. Tüm bunları yaparken yüzü kıpkırmızıdır, ateş yükselmiş ve yine başı ağrımaktadır. Her şey bulanıktır. Tüm gün bu halde, tüm hayalleri yıkılmış bir şekilde yarı dalgın yarı baygın çalışır. Akşam vakti gelmiş mesai saatleri bitmiştir ve savcılığın bulunduğu dairede bir tek savcı ve kendisi kalmıştır. Savcı iş yoğunluğu sebebiyle mesaiye kalmıştır. İşlerini tamamlamadan çıkmak istememiştir. Aniden kapı açılır sert bir şekilde ve tolga içeriye dalar, elinde bir bıçakla. Savcı “sen kendini ne zannediyorsun, densiz herif!” diye bağırırken, tolga hızla 60’lı yaşlarındaki savcının ağzını elleriyle kapatır ve başını bastırır. Savcı kıpırdayamaz. Tolganın hala yüzü kıpkırmızı ve ateşle beraber başının ağrısı devam etmektedir. Savcının gözlerinin içine bir müddet baktıktan sonra “bizler hayvan değiliz sizler aslan, bizler ise ceylan hiç değiliz.” Diyerek savcının kalbine bıçağı usulca sokar. Savcı biraz debelense de artık titremesi bitmiştir ve can vermiştir. Tolga çay ocağından aldığı ekmek bıçağıyla savcıyı öldürmüştür. Bıçağı ölü bedenin üzerinde bırakarak odadan ayrılır ve kapıyı kapatır. Işıkları söndürüp binayı kilitleyerek evinin yolunu tutar. Garip bir şekilde ise başının ağrısı geçmiş, ateşi düşmüştür.
Ertesi gün yine herkesten önce işe gitmiş, ocağı yakmış, çayı demlemiş ve dağıtmaya başlamıştır. Memurlar “savcı bey hiç bu kadar gecikmezdi, nerede kaldı acaba?” diye kendi kendilerine söylenirken, savcının odasına giren sekreter büyük bir çığlık atarak odadan dışarı koşmuş ve bayılmıştır. Savcının katlediği görülmüş polise haber verilmiştir. Bu esnada tolga hala işini yapmış, sinirleri bozulan insanlara çay su kahve ikram etmiştir. Polis cesedin üzerinde duran bıçaktan katilin çaycı olduğunu anlamış ve tolgaya “sen mi işledin cinayeti?” diye o anın şokuyla bir soru yöneltmiştir. Zira ilk akla gelen bıçak sahibi çaycıdır. Tolga ise çok rahat bir hal ile “evet” demiştir sadece. Tutuklanıp hapse atılmıştır. Yargılanmak için hakimin karşısına çıkarılmıştır.
Jandarmalar elleri zincirli ayakları prangalı bir halde tolgayı hakim karşısına çıkarırken toplanmış olan halkın eski püskü kıyafetlerini görür. Halk ise tolgayı yuhalamaya başlar. Tolga halkın bu durumuna acır ve üzülür. Babası ise şaşkındır ama kızgın değildir. Neyin eksikti senin? Neyden yoksun bıraktım ben seni diye anlamaya çalışır. Hala egoisttir. Anlamaya çalışır tolgayı ancak anlayamaz.
Mahkeme de toplanan seyirciler hakim taraftarıdır, tolga aleyhine asın, asın diye slogan atmaktadırlar. Hakim bir anda celallenerek seyircilere “densiz asalak herifler, burası mahkeme yeridir! Haddinizi bilin! Kararı verecek olan benim, kimse sesini yükseltmesin, yoksa hepinizi dışarıya atarım” tolga hakimden sonra araya girerek, “işte anladın mı şimdi hakim bey savcıyı niye öldürdüğümü? Ellerim bağlı, ayaklarım prangalı olmasaydı bir bıçakta senin kalbine sokardım şimdi.” Diye yüksek bir sesle bağırmıştır. Mahkeme salonu bir anda sessizleşir. Hakim titremeye ve sararmaya başlar. Halk susmuş ve biz kimin tarafındayız diye düşünmeye başlar. Nefesler dahi tutulmuştur, mahkeme bir tek ses hakimdir. TİK TİK TİK… daktilo sesi.
Bundan sonraki yargılama sürecinde, tolga mahkeme hakiminin inandığı, kabul ettiği bütün doğruları yıkacaktır. Tek başına… ideal bir devletin ve toplum anlayışının nasıl olması gerektiğini aktaracak ve toplumdaki bu yozlaşmanın son bulmasını isteyecektir. “Bunun için tüm hakim savcı zengin iş adamının öldürülmemesi için ilerde bir gün, bunu ben tek başıma bir savcı ve ben ile yaptım. Ölen savcı ve ben bu toplumun günahlarını yüklenmiş ve düzelmesi için ikimiz bedenimizi taşın altına koymuşuzdur. Benim kadar en az öldürmüş olduğum savcıda kutsidir.” Diyecektir. hakim buna hayret edecek ancak nasıl olurda 20 li yaşlardaki bu sersem genç, 40 küsür yıldır inandığım doğrularımı tek seferde baştan sona yıkabiliyor. O doğrular yıkılırsa bende yıkılırım. Bir hiç olurum diyerek, kendi doğrularını muhafaza etmek için bir nevi, Tolga ya idam cezası verir.
Tolga ise idam cezasına sevinir, en azından benimle de olsa bir nebze olsun adaleti tatmak güzel bir duygu der.
Tolga idam cezası ve yargılama sürecinde tek bir kişiyle konuşur. Oda görmeden. Sevdiği kızla… mektuplaşırlar ve kendisini tek anlayan kişi odur. İdamından önce de son mektubunu ona yazar.
Tolganın idamı ile yozlaşmış sistem kendisini devam ettirecektir. Lakin düşünen insanlar artık eskisinden daha fazladır. Mektuplaştığı sevgilisi kendisini bir hikayeye dökecektir.
Yazan: YALNIZ ADAM
YORUMLAR
sistem taraftarları azınlık olsa da "devletsel güçleriyle, dokunmazlıklarıyla" çoğunluk olan halkı rahatlıkla eğip bükmektedir. Çoğunluk "koyun mantığı" gerçeği kanıtlanmıştır:
"Kalabalık grupların davranışlarını anlayabilmek için bazı testler yapan Leeds Üniversitesi"nden bilim insanları, kalabalık bir grup halinde olması durumunda insanların koyun ya da göçmen kuş sürüleriyle arasında pek fark olmadığı sonucuna vardı. Buna göre yüzde 5"lik bir azınlık grubu etkileyebilir, yüzde 95 çoğunluk bunun farkına varmadan azınlığı izler"
% 5'lik bir azınlık maalesef % 95 çoğunluğu yönetmektedir fakat bu bir kader olmamalı çünkü sistem ağır şartları içinde barındırsa da yöneticiler, yargıçlar, emniyetçiler esnek olabilirler. Fakat güç koltukları insanın başını dönürecek kadar sihirlidir; başa gelen veya o koltuğa geçen azmaktadır.
Bu saydığım azınlıkların kökü de halktan gelmedir fakat hırs, içinden çıktığı halkı bile göremeyecek kadar köreltir insanı...
İdeal devlet yoktur çünkü kanunları yapan insandır ve hepsi hatalıdır.
Son bir sözümle biitrmek isterim -Dünyada en adaletli sıra ölüm ile doğum sırasıdır çünkü İlahidir... Ve ilahi olmayan yasalar asla toplumları huzurlu kılmaya yetmez.
Hikayedeki karakter/karaktersizler hala gerçek hayatta içimizde ve her yerde vardırlar. Günümüzde insan boyunun parayla ölçüldüğü bir dönemdeyiz ve ne yazık ki çoğunluk hala azınlıklar tarfından yönetilmektedirler.
Günümün EN iyi yazılarndan biriydi, Teknik- estetiksel olarak değil fakat önemli bir sorunsalı dile getirdiği için başarılı bir çalışmaydı.
Yüreği selamlıyorum