- 584 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
TÜKENEN UMUTLAR-1
Orhan öğretmen “pedagoji” okuyabilmek için çok şeyi göze almış, bu yüzden Ankara’ya il dışına tayin istemişti. Ancak yaşadıkları hiçte sevindirici değildi.
Ankara Gazi Üniversitesi’nin “Pedagoji” Anabilim Dalına kayıt yaptırmıştı. Okula devam zorunluluğu vardı. Ankara’nın içinde öğretmenlik yapması gerekirken,175 km. uzaklıkta Şereflikoçhisar ilçesinin bir kasabasına atanmıştı.
Fakülteye, günü birlik gidip gelmesi imkânsızdı. İlgili bölüme, kendi gibi çeşitli illerde öğretmenlik yaparak devam etmeye çalışan on altı arkadaşı vardı. Bunlardan bazıları öğretmenlikten istifa ederek fakülteye devam ediyorlardı. Birkaç öğretmen Ankara merkez okullarda çalıştığından, rahatça derslere devam etmekte, diğerleri de çeşitli illerden gidip gelmekteydiler.
Okul açılalı iki ay olmuş, vize tarihleri ilan edilmişti. Orhan sadece kayıt yenilemek için okula bir kez gidebilmişti. Kendisine en yakın olan Gölbaşı ilçesinin Ballık Pınar köyünde tek başına öğretmenlik yaparak bu bölümde okumaya çalışan Necmi’ydi.
Telefonla haberleştiler. Necmi, vizelerin bir hafta sonra başlayacağını söyledi. Bulabildiği ders notlarını ve bazı ders kitaplarını da temin etmişti. Bir hafta sonra buluşup, okula gitmeye karar verdiler.
Sınavların süresine göre izin veya rapor alınması gerekiyordu. Bu usul de apayrı bir sorundu. Orhan bir hafta sonra İlçe Milli Eğitim Müdürü’nün desteği sayesinde on gün izin alarak yola çıktı. Necmi ile Gölbaşı’nda buluşarak Ankara öğretmen evine gittiler.
İki kişilik odaya yerleşerek sınav takvimini ve ders notlarını gözden geçirdiler. Şimdilik işler yolunda gibi gözüküyordu, mutluydular. O gece sıkı ders çalıştılar.
Diğer illerden hiç kimse gelememişti. Ankara’nın içinde çalışan bazı arkadaşlar mutlaka yarınki sınava geleceklerdi. Orhan’la Necmi ise devam etmedikleri halde, şanslarını denemek için sınavlara gelmişlerdi. Yarın dananın kuyruğu kopacaktı.
Sabahleyin kalkarak, bir miktar notlara göz attıktan sonra çorbalarını içerek okulun yolunu tutular. Bölüme geldiklerinde, istifa edenlerden bazıları ile karşılaştılar. Kısa bir hal hatır faslı yapıldı. Daha önceki samimi havanın olmadığı belliydi.
Çünkü devam edemeyenlerin sınava alınmayacaklarını, devam ederek çalışanlar birçok kişiye duyurmuşlardı. O yüzden uzak illerde olanlar sınavlara bilerek gelmemişlerdi.
Az sonra fakülteye devam edenlerden, Ankara merkezde çalışan arkadaşlar da geldiler. Çok samimi bir ortam oluştu. İyi dilek ve temenniler yapıldı, hal hatırlar soruldu. Zira kaderleri aynı idi bunlarla.
İstifa etmeyen bu öğretmenler, uzaktan devam etmeye çalışanlara yakındılar. Ders notlarını ve birçok yeni haberi gelemeyenlere bunlar gönderiyordu.
Ancak yine de herkeste gizli bir tedirginlik vardı Bir kaç kişi “devam edenlerin, etmeyenleri engelleyeceğini” duyduklarını fısıldadılar.
Az sonra “matematik öğretimi” dersinin hocası sınıfa girdi. “Hoş geldiniz arkadaşlar” dedi. “Hazırsak sınavı başlatalım arkadaşlar.” diye konuşmasını sürdürdü.
Birkaç kişi “hazırız” dediler. O anda ; “hocam bir dakika derslere devam etmeyenler var, bunları dışarı çıkarmanızı istiyorum” diye bir ses işitildi.
Eyvah! işte olanlar olmuş, ok yaydan çıkmıştı. Konuşan, istifa edenlerden Ahmet’ti. Üslubunda bir öfke ve fikrinden vaz geçmeyeceğine dair bir kararlılık vardı. Sanki bu cevap bekleniyordu. Bir an suskunluk oldu. Hoca sessizliği bozdu:
“Ben devam zorunluluğu aramıyorum arkadaşlar. Sınavda başarılı olunması benim için yeterli.” dedi.
Ahmet tekrar konuşmaya başladı: “O zaman derslerinizde neden yoklama aldınız, Devam zorunluluğu uyguladınız?” Hoca cevap verdi:
“Bu, idarenin bileceği bir durum. Peki siz arkadaşlarınızın mağdur olmamasını istemiyor musunuz? Ben olaya öğrencinin yararı açısından bakıyorum. Hem bunlar sizin arkadaşlarınız ve çalışmak zorundalar. Anlayış göstermek gerekmez mi?”
Ahmet öfkelendikçe öfkeleniyordu: “Bize anlayış gösteren olmadı. Okuyabilmek için istifa etmek zorunda kaldık. Maaşımız yok, gelirimiz yok. Bir işte de çalışamıyoruz çünkü okula devam zorunluluğu var. Bazıları da öğretmenliğe devam ediyor. Fakülteye gelmeden de sınıfını geçiyor. Bu nasıl bir adalet? Eğer devamsızlar sınava alınırsa sizi idareye şikâyet edeceğim.” dedi.
Hoca şaşırmıştı. Bu arada sınıfta tartışma başladı. Karşılıklı bağrışmalar itiş kakışlar oldu. Durumun kritikliğini anlayan Hoca da, olay çıkmasını istemiyordu. Şu durumda devam edenler haklıydılar. Kendisini şikâyet ettiklerinde de haklı çıkacakları belliydi. Bu işin kapanmasının iki yolu vardı. Ya öğrenciler kendi aralarında anlaşarak hep birlikte sınava girecekler, ya da devamsızlar derslikten çıkarılacaktı.
İkinci yolu izlemekten başka çare yoktu sanki. Hoca da bu yolu izledi. Morali bozuk ve kırgın bir şekilde:
“Arkadaşlar durumu gördünüz, benim açımdan devamsızların sınava girmesinde sakınca yok. Ancak kendi arkadaşlarınız sorun ediyor. Kusura bakmayın.” diye tartışmaya son noktayı koydu.
Ortamı daha fazla germenin anlamı yoktu. Sınava girmeye ısrar edildiğinde kavga çıkacağı belliydi. Bu da, hoş olmazdı. Ne de olsa herkes öğretmendi. Yarın müfettiş olacaktı bunlar. Yani örnek eğitimciler, önder eğitimciler olacaktılar. “Kol kırılır yen içinde” misali daha fazla direnmeden devamsızlar tek tek dersliği terk ettiler. Tabi Orhan ile Necmi de.
Koridorda bir süre, sanki birileri derslikten çıkıp; “hadi geri gelin sınava girin” diyecekmiş gibi hüzünle beklediler. Bazılarının gözyaşlarını tutamadığı görülüyordu. Pencereden uzaklara bakarak iç geçiriyorlardı. Bütün umutların, dirençlerin yitirildiği, bittiği andı. Herkes bir büyük savaşın şok bozgununu yaşıyordu adeta.
Bitip tükenmek bilmeyen dakikalar, kimi zaman pek çabuk tükenir. Koridordaki o kritik an da artık dolmuştu. Ümitler yitik, yürekler buruk, boyunlar bükük vaziyette, merdivenlerden aşağıya inişler başladı.
Herkesin belli ki çok söyleyeceği şey vardı. Ancak sözler boğazlarda düğümlenmişti, her kes yutkunuyor, kimse konuşmuyordu. Fakültenin çıkışında kısaca vedalaşarak görev yerlerine dönmek üzere dağıldılar.
Orhan’la Necmi de öğretmen evine gittiler. Ahmet’in yaptıklarını düşünüyor, bir türlü hak veremiyorlardı. O’nların istifasına kimsenin etkisi olmamıştı oysa. Herkes kendi kararını vermişti. Ancak istifa edenler, ya görev yaptıkları yerden izin alıp gelemiyorlardı, ya da mücadele azimleri fazla değildi. Bu durumdan kimseyi sorumlu tutmak yanlış olurdu. İnsanlar bir bakıma kendi başının çaresine bakıyordu.
Orhan bütün bu olanlardan sonra çok moralsizdi. Buralar O’na artık dar gelir gibiydi. Bir an evvel kaçmalı, Ankara’dan uzaklaşmalıydı. Hemen görev yerine dönmek istiyordu. Necmi ile vedalaşarak kitaplarını bavula doldurdu. Yükü hayli ağırdı. Yükünün ağırlığına aldırmadan yola çıktı.
Şu anda omuzlarında, devasa, dayanılması zor bir yük vardı. Belki de okul serüveni bitmişti. Afyon’dan buralara kadar gelip, bütün bu çektikleri okuyabilmek içindi. İşte o da, sona ermişti. Bu ıstırabın ağırlığı, Orhan’ı daha çok eziyordu.
Dalgın, üzgün ve ümitsizce Adana-Hatay karayoluna çıktı. Garajlara gitmeden, yoldan otobüslere binmeyi düşünüyordu.
(Devam edecek)
YORUMLAR
Yazınızın II. Bölümünü okuyup beğenince, bunun bir başı olmalı dedim kendime...
Sonra bu sayfaya geldim.
Ve Orhan Öğretmenin asıl kimliği ile tanıştım.
Kimdi, nasıl biriydi, nereye, ne için gidiyordu Orhan Öğretmen?
**
Eyvah...!
Ülkemizin en zor mesleklerinden birisini seçmişti bilerek veya bilmeyerek.
Şimdi koca ve yorgun bir meslek vardı önünde.
Hadi bakalım Orhan Öğretmenim, yılmadan, yorulmadan koş.
Seninle yürümek isteyen o kadar çocuk var ki.
Okuyacağız Seni...
Kaleminize sağlık.