- 389 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KARNELERİNİZİ ALDINIZ
Bu başlığı kimin için kullanalım. Öğrencileri için mi yoksa velileri için mi kullanalım, ya da ilgili olan herkes kendini bu başlıktan kendince nasiplendirsin hisse alsın mı diyelim.
Bir eğitim öğretim yılının daha birinci yarısı sömestr tatili ile başladı. Yaklaşık on sekiz milyon öğrenci ve bir milyona yaklaşan öğretmen sayısı ile güçlü bir eğitim ordusuna rakamsal yönden sahip olduğumuz gerçeği bilinmektedir. Fakat bu güçlülük eğitimin kalitesine, toplum şartlarına uygunluluğuna ve yetiştirilen gençlerin değerlerimize sahip çıkmasıyla ilişkilidir.
Şimdi desem ki bizim zamanımızda şöyleydi ya da böyleydi diye başlasam, ilk başta verilecek olan cevap nedir?” Senin zamanın değil artık, ya da dünya hızla değişiyor, bak, senin zamanın geçti” falan gibi ifadeler olacaktır.
Hâlbuki dünya aynı dünya zaman aynı zaman fakat değişen ne? Günün şartları ve toplumsal anlayışlara ve değerlere karşı tutum ve davranışlar.
Bizim zamanımızda teknoloji azdı, ya da yeterli değildi ve bizim ulaşmamız imkânsızdı. Kısaca maddi yönden de, imkânlarımız kısıtlıydı.
Bizim zamanımızda öğretmene ve büyüklerimize karşı belki biraz korkudan ama daha çok da kendini bilhassa sevdiren öğretmenlerimize karşı hissettiğimiz bir sevgi ve saygı vardı.
Bizim zamanımızda gözümüz gibi esirgediğimiz defterlerimiz kalemlerimiz silgimiz ve kısıtlı yardımcı araç gereçlerimiz vardı, gözümüzde kıymetliydi.
Defterimizi ve kitaplarımızı üç kuruş biriktirdiğimiz harçlıklarımızla kaplar ve düzenli kullanmayı alışkanlık haline getirirdik, hatta bir üst sınıflarda okuyan ağabeylerin defter ve kitaplarını daha dönem bitmeden tatile girmeden, kendimize vermesi için sözünü almayı ihmal etmezdik.
Bizim zamanımızda gaz lambasının ışığı altında derslerimizi yapmaya çalışır, eskiden evlerde şark köşesi gibi donatılan içi hasırlı köşe yastıklarının üzerinde ev ödevlerimizi yapardık.
Bizim zamanımızda tabiriyle daha çok anlatacak şeyler var ki bu satırlar yetmez roman yazılır adeta. Çünkü bizim zamanımızda her şey kısıtlı kıt kanaat idi, baba oğlum tek okusun ceketimi satar yine okuturum derdi, anne kendi eliyle evladına çorabını örer, kazağını hırkasını hazırlar yamalıda olsa giyilir ve dikkat edilirdi her şeye.
Sizler hiç köy odalarında büyüklerin anlattığı o tatlı doyumsuz sohbetlerden nasiplendiniz mi?
Büyükler en ön kısımda oturur bizler de kapı ağzında o anıları ya da anlatılan askerlik hikâyelerini düğün adetlerini dinlemekten büyük bir zevk duyardık.
Biliyor musunuz bir büyüğün önü kesilmezdi. Beklenirdi. Sözü kesilmezdi, büyüklerin konuşmaları bizim için emir niteliğindeydi. Yediğimiz içtiğimiz belliydi, şimdikiler gibi gdo’lu besinler değildi ve biz şımarmayı değil sorumluluğumuzun farkında olarak yetişip büyümeyi öğrendik.
Yediğimize içtiğimize giydiğimize kullandığımız eşyalarımıza karşı tutumlu ve saygılıydık. Hele bayramlık alındıysa onları başucumuza kor öyle uyurduk. Bizim için çok değerliydi her şey.
Ve bizim zamanımızda hali vakti yerinde olan arkadaşların aldığı romanları hikâye kitaplarını her ne varsa ödünç olarak birkaç günlüğüne alır, o söylediğim gaz lambasının loş ışığında okur ve geri zarar vermeden iade ederdik.
Biz öyle yetiştik kendimizce. Kendimizi iyi yetiştirme yönünde eksik yönlerimiz vardı elbette. Ama biz elimizdeki kıt olanlarda da mutlu olmasını biliyorduk.
Ve bilhassa çevremizde bilhassa Konya’ya gelip okuma imkânı bulan ve yurtta kalan imam hatipli öğrencilere saygı duyar imrenirdik. Onlar bizden hem bilgi yönüyle, iman inanç yönüyle hem de başka bir yerde okumanın avantajlarıyla her zaman bir adım önde olmuşlardı, bunları bilirdik, keşke derdik bizde de öyle bir şans olsaydı da, ailemiz bizi de böyle yerlerde okutsaydı derdik.
Peki, şimdikiler mi, onlar nasıl diye soracaksınız? Sadede gel diyeceksiniz, aklınızdan böyle geçiyor aşağı yukarı biliyorum. Sizler kendi döneminizi bildiğinize göre benim burada anlatmama gerek var mı? Bilmem. Aslında sizler de yukarıda söylediğim şeylere aşinasınız. Biliyorsunuz kısaca.
Bugün ne ailede ne de okullarda gerçek manada yani istenilen haliyle bir insanın mayasını oluşturan ihya eden donatılan bir değerler eğitimi verildiğini söyleyemem. Değer yargıları olmadan insan yaşayabilir mi? İnsanı insan yapan asıl değer “manevi alana ait” olanlar değil midir? İnsan hayatını anlamlı kılan ve hayatını yönlendiren nedir? Elbette manevi yönümüzdür.
Ahlaki anlayış kaynağını inançtan alan değer değil midir? Ve bu değerler kalbe hitap eder bilirsiniz.
İçimizde şiddetli sarsıntılar ve ailede ya da toplumda şiddetli zelzeleler oluyorsa bunların temel nedeni nedir? Biz iman evimizi gerçekten donatılı hale getirebildik mi?
Bugün şikâyet ettiğimiz değer aşınmaları bu noktaya kadar geldiyse, manevi değerlerin kazanıldığı ilk yerin aile olduğu biliniyorsa, ilk ocak burasıysa şayet, neden bizler göz bebeğimiz olan çocuklarımızı yetiştirme konusunda istediğimiz kıvama getiremiyor ve zaaf ve sapmalar da böylece alıp başını gidiyor.
Evde bizim sözümüz değil TV ya da internetin, dizilerin sözü geçiyorsa, dizilerin yıldızı hayalimizin ve ruh halimizin rol modeli ise, okullarda uyuşturucu kullanımı gibi şeyler artıyor ve alınan şeyler problemin çözümüne yeterli gelmiyorsa ortada büyük bir problem var demektir.
Bütün değerlerin temelinde inanç yatar, başarı inanmakla başlar, ahlak inanç ile başlar, şahsiyet böyle gelişir. Biz tamamen madde anlayışlı hayali bir perdeden değil, manevi unsurların da ölçü olarak bir perdeyi asla ihmal etmeden hayatımızı idame ettirmeliyiz.
Bilhassa günümüzde en ağır şekilde bombardımana maruz hale getirilen ailevi ilişkilerin bünyesini korumakla işe başlamak gerekir. Adına da pis bir şekilde özgürlük yaftası yapıştırılan ve özendirilen her türlü rezalete karşı çocuklarımızı ve yavrularımızı korumak, başta anne babanın ve ilgililerin görevleri içerisine girer. Devir zaman değişti diyerek çocukları sorumsuzca her türlü davranış bozukluğuna iteklemek yanlış bir durum ve tutumdur. Sorumluk apayrı bir şeydir. Şımartmak ise çocuğun her yaptığına göz yummaktır. Sorumluluğunu bilen kısaca kendini bilir. Unutmayalım okuldan alınan eve getirilen her karne aslında biz büyüklerin, anne babaların karnesidir, bilelim. Az da olsa bize ayna olan halimizi yansıtan bu karnelere bakışımız şu olmalıdır. Çocuk sadece not demek değildir. Ona ihtiyaç olan, anne baba sevgisi, şefkati, yetişme disiplini, milli ve manevi değerleri ile eğitimli ve kişilikli bir donanıma sahip olması ve şahsi bireysel yeteneklerini geliştirmesidir.
Yusuf Erdoğan
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.