- 1483 Okunma
- 3 Yorum
- 2 Beğeni
DOSTLUK VE ARKADAŞLIK
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Eskiden savaş yapılırken askerler gelebilecek herhangi bir saldırıyı kontrol edebilmek amacıyla sırtlarını bir ağaca, kayaya veya taşa vererek ok atarlarmış. Bu nedenle de sırta dayanan taşın ismi ARKA-TAŞ’dan ARKADAŞ şeklinde dilimize yerleşmiş ve bugün bile, güvenebileceğimiz bizi arkadan vurmayacak olan samimiyetine güvendiğimiz kişilere verdiğimiz isim olmuş.
Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğü’nde “arkadaş” kelimesinin anlamı şudur : 1-Birbirlerine karşı sevgi ve anlayış gösteren kimselerden her biri, yâren. 2- Bir ortamda birlikte bulunanlardan her biri.
“Dost” kelimesinin anlamı ise: Sevilen, güvenilen, yakın arkadaş, gönüldaş, iyi görüşülen kimse.
Burada bence ince bir nüans var ve şu sonuç ortaya çıkıyor : Demek ki, her arkadaş aslında iyi bir dost olmasa da, her dost aynı zamanda bir arkadaştır.
“Gerçek dostlar yıldızlara benzerler. Karanlık çökünce ilk onlar gözükürler.” demiş Napolyon. Bazen dostluklar, kardeşliğin bile önüne geçebilecek kadar güçlü olabilir. Gerçek dostluklar da işte böylesine sağlam temeller üzerine kurulmalıdır. Dostlar, hatalı gördükleri hususlarda birbirlerini uyarmalı ve daha çok hata işlemekten caydırmaya çalışmalıdır. Dostluklar vefa ile güçlenir ve taçlanırlar. Dostluk, insanların sahip oldukları en yüce duygudur. İnsanlar arasındaki en büyük güven kaynağıdır. Ancak önemli ve vazgeçilmez kuralları vardır. Dostluk; karşılıklı özveri ister, ikiyüzlülüğü sevmez ve yalanı bağışlamaz. “Eğer herkes dost sandığı kimselerin bir de kendi arkasından söylemiş olduklarını duysaydı, dünyada dost kalmazdı.” demiş Blaise Pascal. Dostluk, zamana dayalı olarak güç oluşan bir değerdir. Gerçek dostluklarda vefa, saygı, özveri ve sevgi vardır. Dostluklar arasında hiçbir şekilde çıkar ilişkisi bulunmamalıdır. Böbrek yetmezliği nedeniyle hayatını kaybeden ve son günlerinde büyük acılar çeken Dünya eski satranç şampiyonu Bobby Fisher ölmeden önceki son anlarında yanındaki bir dostuna ’Hiçbir şey acıyı insan dokunuşu kadar hafifletmiyor’ demiştir. Çek asıllı yazar Kafka’nın mutsuzluk ve yalnızlık içerisinde sürdürdüğü yaşantısında tek dostu Max Brod’muş. Ölümünde de bir tek o varmış yanında. Ünlü yazar ölmeden önce “Sevgili Max, son isteğim; benden geriye kalacak olan günlüklerimi, el yazmalarımı, benim yazdığım ve bana gelen mektupları, çizimlerimi ve diğerlerini okumadan yak” demiş. Ancak arkadaşı Brod bu son dileği yerine getirmemiş. Böylece, Kafka’nın ölümünden sonra yayımlanan eserleri 20. yüzyılda dünya edebiyatında kalıcı bir etki bırakmış oldu.
Yaşadığımız dünyada gerçek dostları bulmak o kadar zor ki. Arkadaşlık ve dostluk üzerine söylenen atasözlerimiz ve deyimlerimizde arkadaşlık ve dostluğun o sıcacık, tarifsiz lezzetine vurgu yapılırken, bazen de en acı ilaç olarak karşımıza çıktığı ve bu durumun güven zedelenmesine yol açtığı görülmektedir. Örneğin bir atasözümüz “Dost sanma şanlı vaktinde dost olanı. Dost bil gamlı vaktinde elinden tutanı.” derken, gerçek ve riyakar dostların ayrımını yapmış, iyi gün dostlarının “dost” olmayıp, bizlere hiçbir fayda sağlamadığı gibi, bir asalak misali bünyemize girerek bizlere zarar verdiklerini vurgulamıştır.
Gözlerinin ışığını çok küçük yaşlarda kaybeden, ancak manevi anlamda ışığını hiç kaybetmeden hayata tutunan, yüreği insan sevgisiyle dolu, hayat tecrübesi ve keskin zekasıyla sayısız eserler meydana getiren ünlü halk ozanı Aşık Veysel ŞATIROĞLU “Dost dost diye nicesine sarıldım, benim sadık yarim kara topraktır...” demiş. Bilindiği üzere toprakta her çeşit madde vardır. Kurşun, demir, bakır, alüminyum gibi elementler, kömür, petrol gibi madenler, çeşitli mineraller, özetle yeryüzündeki tüm maddelerin kaynağı topraktır. Kısaca, canlı madde ile cansız maddenin özü aynıdır. Kemiklerimizdeki karbon, kanımızdaki su, beynimizdeki fosfor maddesi toprakta da mevcuttur. Bedenimiz topraktan (balçıktan) yaratılmış olup, yine toprağa karışacaktır. Yaşayan bütün bitki ve hayvan türleri, öldüklerinde toprağa karışırlar ve onun bir parçası olarak bu dengede rol alırlar.
Şu anlamlı sözü pek çoğumuz duymuştur. “Topraktan geldik, toprağa gideceğiz.”
Bacon, “Kadın kocasının, delikanlılıkta sevgilisi, olgun çağda arkadaşı, ihtiyarlıkta da hasta bakıcısıdır.” der. Bir anlamda kadını yüceleştirir bu sözüyle. Kadın, anadır, yardır. Sevenin gözünde baş tacıdır. Hz. Ömer (r.a) kişiye imandan sonra verilen şeylerin en hayırlısının saliha kadın olduğunu söyler. Her şey sevgiyle başladığına göre, hayat arkadaşı olarak seçtiğimiz eşimiz de, bize güven veren, gönülden sevilen bir arkadaştır, sırdaştır, dosttur. Acaba hangimiz bunun bilinciyle eşimizle gerçekten bir dost ve arkadaşız. “Dostluk mantar yemeği gibidir. Zehirli veya zehirsiz olup olmadığı ancak yendikten sonra belli olur.” diyor bir Uzakdoğu atasözü.
Konu dostluk ve arkadaşlıktan açılmışken, şu örneği vermek yerinde olacaktır: Aşk ve arkadaşlık bir gün yolda karşılaşmışlar. Aşk, kendinden emin bir şekilde sormuş: “Ben senden daha samimi ve daha cana yakınım. Sen niye varsın ki bu dünyada? Arkadaşlık cevap vermiş: “Sen gittikten sonra bıraktığın gözyaşlarını silmek için.”
Büyük düşünür ve şair Fuzuli, karşılaştığı hüsranların ve uğradığı hayal kırıklıklarının yarattığı yılgınlıkla her ne kadar, “Dünyada dost yoktur dostlar !..” demişse de, sayıları az bile olsa gerçek dostluklar her zaman ve her yerde vardır. Bernard Shaw “Benim en iyi dostum terzimdir. Çünkü ne zaman beni görse, derhal o andaki ölçülerimi alır. Oysa bütün öteki tanıdıklarım benim hala eskisi gibi olduğumu düşünürler.”derken, dostluğun asla eskimeyeceğini dile getirir. “Dost acı söyler” atasözünü duymayanımız yoktur. Aslında dost acı söylemez, doğruyu söyler. Doğru ise çoğu zaman acıdır, işimize gelmez.
Sözlerimi, Çanakkale Savaşı’nın o çetin şartlarında aşağıda yaşanan şu ibretlik hadiseyle bitirmek istiyorum.
Savaşın en kanlı günlerinden biri. Asker, en iyi arkadaşının az ileride kanlar içinde yere düştüğünü görür. İnsanın, başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altında bulunmaktadırlar. Asker, teğmene koşar.
- Teğmenim, fırlayıp arkadaşımı alıp gelebilir miyim?
Delirdin mi sen der gibi bakar teğmen.
- Gitmeye değer mi? Arkadaşın delik deşik olmuş. Belki de ölmüştür. Kendi hayatını da tehlikeye atma.
Asker ısrar eder. Israrına dayanamayan Teğmen:
- Peki, git o zaman der. Asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaşır. Onu sırtına alıp, koşa koşa sipere döner. Birlikte siperin içine yuvarlanırlar. Teğmen, kanlar içindeki askeri muayene eder. Sonra onu sipere taşıyan askere dönerek :
- Sana, hayatını tehlikeye atmana değmez, demiştim. Bak haklı çıktım. Bu zaten ölmüş der. "Değdi teğmenim" der asker.
- Nasıl değdi? diye sorar teğmen.
- Bu adam ölmüş görmüyor musun?
- Gene de değdi komutanım. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı. Onun son sözlerini duymak dünyaya bedeldi benim için.
Ve arkadaşının son sözlerini hıçkırarak tekrarlar teğmene:
"Geleceğini biliyordum !.."
"Geleceğini biliyordum !..."
Dostça, sağlıcakla ve sevgiyle kalınız.
Vecdi Murat SOYDAN
(Yaşanmamış Aşkların Şairi)
YORUMLAR
Aslında,
hoş akıcılığınja kendimi kaptırıp,
güzel cümlelerin sevimliliğinde okuyup giderken yazıyı,
nasıl bir yorum getireceğimi de kurguluyordum kafandan usuldan usula.
Gerçekten güzel bir çalışma.
Çok etkileyici, çok güzel kurgulanmış.
Ama,
o en sona sıkıştırılan hikaye var ya,
tüm sözleri düğümlüyor insanın bnoğazına.
Aklındakini, gönlündekini alıp götürüyor bir çırpıda.
Onların yerine,
bir iki göz yaşı damlası sunuyor size.
Bu güzel yazarın kabul etmesi dileği ile.
Bir kez daha seçici kurulun adilane bir seçim yaptığına emin oldum bu yazıyla. Çok fazla okuyamıyorum yazıları ama sizin yazınızı atlamışım. Dostluk ve arkadaşlık konusunda güzel ve anlamlı bir paylaşımdı. Yürekten tebrik ediyorum sizi ve seçici kurulu. Saygılar eski dost.