- 455 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Zahiri Müslümanlık
Zahiri Müslümanlık
Mana kalıplar içerisinde muhafaza edilir Hinduizm’den İbrani dinlerine kadar böyledir. Ruh bedenden sıyrılarak değil, bedeni sonsuza müteallik hareketine yol arkadaşı kılarak vicdani ihtiyacını tatmin edebilir. İşte burada, zahiri plandaki hareketlerin belli prensipler çevresinde sınırlandırılması gerekmektedir, aksi halde, egolar içerisine girdikleri duygu nehirlerinin tesirleriyle bedeni ruh ile kanatlanmaktan alıkoyabilir. Bunlar göz önüne alındığından belli sınırlar inanç sistemlerinin kurucuları tarafından ortaya konulmuştur. Kendilerine tabi olanlar da bu sınırların gereklerine riayet etmiştir. Riayetlerindeki gereklilik, zahiri prensiplerin atılır kabuk olmadığını, ilahi birer buyruk olduğunu düşünmelerindendir. Ve bu zahiri prensipler, onlara kendilerinden olanları ve olmayanları da göstermesi açısından elzemdir. Buradan sonra bir husus ortaya çıkmaktadır. Zahiri prensiplere uygun hareket etmeyenler kendilerinin o ümmetten olmadığını belli etmektedir; mantık, hukuk ve fıkıh açısından öteki(kâfir) olarak kabul edilirler. Burada sorun şudur ki: Manayı kabul etmediği halde zahiri prensiplere riayet edenler(münafık) ortaya çıkabilir. Burada o milleti, ümmeti bekleyen büyük bir problem ortaya çıkmaktadır, yatak odalarında her türlü sırlarına muttali olan yılanlar geziniyor olabilir.
Meselenin devrimizde ülkemize bakan yanına gelecek olursak, muhafazakâr, gelenekçi bir yönetimle karşı karşıyayız. Yeni bir din kurulur gibi benden olanlar ve olmayanlar diye basın, yayın, aracılığıyla meydanlardaki nutuklarını işitiyoruz. Zahiri prensiplerin dört bir yandan halka dayatıldığı bir dönemdeyiz. Şahısların değişip hadiselerin değişmediği tarih bize göstermiştir ki, bu dayatmacı dönemlerde meydanları olmadığı gibi görünen(münafık), inandığı gibi yaşamayan(fâsık) topluluklar doldurmaktadır. Şimdide öyle bir dönemdeyiz, ülkenin her yanında, yönetim gücünün bir parçası olmak isteyenler manaya inanmasalar da zahiri prensiplere titizlikle riayet ediyor. Bu şahısların ruhsal ıstıraplarına, çırpınışlarına değinmeden topluma negatif etkilerinden bahsetmek istiyorum.
Zahiri prensipler, gözler kendi üzerinde olduğu zaman boy gösterir lakin kapıların ardında kim kimden ne alıyor, ne veriyor bilinemez. Bu yalancıların yalanları belgelerle birilerinin eline geçerde bu şahıslara şantajda bulunulursa, bu yalancılar toplum tepkisinden korktuklarından her türlü emre amade kesilecektir, şantaj yapanların dış güç olması, ülke menfaatlerinin zedelenmesi umurlarında değildir. Anlattığım kısım devlet boyutunda geçerlidir, bir de bu işin sokaklara bakan kısmı vardır. Buyurun böyle devam edelim.
Sokakta yürürken kalıp olarak bir sisteme her yönüyle inanmış görünen şahısların inançlarının aksi yönünde hareketleri o inancın samimi taraftarlarına kötü örnek olur. ‘’ Demek böyle de oluyormuş düşüncesi’’ samimi şahısların zihinlerinde bile o inancın hudutlarının bulanıklaşmasına hatta ortadan kalkmasına sebep olabilir. O inanca sempati ile bakanların o sistemden soğumasına ve fikri planda tepki göstermelerine sebebiyet verecektir. Kanaatimce, devlet boyutunda ki tesirinden ziyade halk tabasında ki manaya ihanetle kalıba riayet eksenli hayat süren şahıslar o sistematik açısından çok daha tehlikelidir.
Olmadığı gibi görünen zümre içerisinde son olarak daha çok istihbarat servislerine bakan sahte profillerde mevcuttur. Meydanlarda ki ayaklanmalardan, bürokraside ki kilit noktalara, yargıdan, askeriyeye her noktada bu şahıslar mevcuttur. Bu şahısları keskin idraklerinize havale ediyorum.
Dayatmacı sistemlerin hükümranlığı şaşalı görünse de kısa ömürlüdür. Binlerce yıl öncesinden günümüze kadar yaşayan inanç sistemleri ruh ile kalıbı bir kuşun iki kanadı olarak görebilen ve o doğrultuda hareket eden hasbi ruhlarla yükselmiştir. Farklı bir üslupla yükselenlere tarih şahit değildir. Kalıp dindarlığından kurtulabilmemizi temenni ediyorum.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.