- 549 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
439- hâl binası- ard-öyk- yeniyazım
Yalnızlık yaşamda bir an.
Hep yeniden başlayan.
Dışından anlaşılmaz.
Ya da kocaman bir yalan,
Kovdukça kovalayan.
Paylaşılmaz.
Bir düşün’de beni sana ayıran
Yalnızlık paylaşılmaz.
Paylaşılsa yalnızlık olmaz.
- Özdemir Asaf
Us’ların dükkân kavağında çeşmeden kanarak su içtik. Gene koptuk aşağı, Hâl Binasına... it, pişik, çocuklar.
Toz, toprak...
Çöplüklerden tozan zibil, boynunu eğemeyenin gözüne bir avuç kül serpersin... aynısı.
" Koşa, koşa. "
Kasabımız; Nizamettin Öztürk. Hayro yeni çırak girmiş. Kasap Paşa’nın dükkan onun yanındaydı. Eti yazdırırdık. Aybaşı babam öderdi.
Pilaç naylon ayakkabılarımız Arnavut kaldırımda iskarpin giymiş adamların ayakkabı kadar, büsbütün ses çıkaramıyor.
" Koştura, koştura. "
Meyve kokusu; ama rayiha derler eskiler " Güzel koku " Burcu burcu geliyor. Rüzgar; kürüye kürüye sokaklara dağıttığı mis kokular:
Kavunlardan, karpuzlardan üzüm kokuları da masum sayılmaz.
Adamlar; meyvelerin abirlerini koklamasına ihtiyatlı.
Geze, geze, yeşil sebzeleri, sarı üzümleri, inciri seyrede, "Hâl’i" dolanırdı.
Enver Keskin özenle yaptırdı. Belediye Başkanlığında... Kübik mimari, modası yayılmıştı. Bir toplantıya Ankara’ya gittiğinde... Arkadaşları planlar üzerinde fikirleşirken, onun gözünde Hâl Binası şekillendi bile. Tıpatıp inşaa ettirdi.
"En güzel günlerini yaşadı Hâl Binası. Meyve ikram ederdi; otlakçılara! "
Dik dörtgen planlı iki kapı bırakılmış. Sağda ne varsa karşısında aynı: Orhan Irmak, Irmaklar, Binali Pehlivan, Kaptan dayının kardeşleri, Binali Gündoğdu.
Karşısında ne? Kendinde de oydu.
Kapıya kapı, pencereye pencere; ikiz kardeşler sanki.
" Camıza camız; gotiğe gotik.
Altı ay hodaklık neydi, baba? "
Avlu nizamlı Hâl’de ana-baba günü. Meyveler, sebzeler avluya taşardı. Kabzımalın akrabaları başa çıkamaz işçi çalıştırırdı.
Mal Meydanına yoğunlukta eşti.
Gün; ama her gün.
Kamyonlar kasa götürür. Meyve getirirdi. Mersin, Antalya, Iğdır su yoluydu.
Hâli gezmeye gelen çok. Üzümlerden denleyene kimse birşey demezdi. "Şeyi " söylemeyi ihmal etmeyeceksin ama:
" -Bereketli olsun!"
Mal sahibi:
-Sağol! Biraz daha alsaydın Baban ruhunu seversen!..
Hamallar bereketten paylarına düşen nafaka için bekleşiyor.
Az sonra yorgunluktan ingilderler. Boş durmak Hâl’in lügatinde yazmazdı. Üzüm arabası o değilse, erik, domates, karbuz, salata, lahana, patates. Erzincan soğanı, fasulye... arabasıydı.
"Kasaplar terk etti, ardından kovanların sönmesi gibi kabzımallar çekildi. Kilit vuruldu."
Avazlar, gürültüler, dükkânların içi dışında yığılmış kasalardan aksisedâ yaparak başımızdan aşağa yağmur döküldü.
Üzüm sandığından meccane tadı getirip damağımıza yaydı.
"Ne lezzetliymiş, bir tane daha tattırsa bari!."
Bağır-çağır esnaf neşeli. Kaygısı niçin olsun ki.
Yüzleri incir lezzetinde, gülümsemeleri kavun şekeri.
İnsanın rahatını kaçırtan şekiller görürsünüz. Tadın kaçar. Hâlde kimselerin hodbin olacak durumu yoktu. Kamyonun git- gel dolu kasaları son tanesi yenmemişti, yirmibeş kilo üzümü yemiştiler.
Boş kasaları değiştiği zincirleme akışta geğirmeye vakit bulamazdın ki;
- Gğhehirrrrrrr! Estağfurullah!.
- Afiyet olsun Emi!.
- Sağol.
- Boş götürdün Domatoları.
- Canım çekti neydem!
- Yalnız geğirdin mi? Elinle ağzına kapat. Ayıp oluyor.
- De’ittir olan! İnsanlık hali, ne olmuş?
- ..............
Senelerin gölgesi Hâl Binasının sıvalarına düşmüştü.
Yazın, erden kalktım. Uğrattım doğru Hâl’e...
Uyku tutmadı gada.
Yalnız guduyan gibi; sipsivri çölün ortasında Hâl Binası...
Özdemir Asaf’ın:
" ...Yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılsa yalnızlık olmaz. " dizeleri.
Kaptan dayı dükkânın merdivanın da Maraş’a benziyen biri büçüşmüş oturuyor. Feleğin devranına taaccüple içten, gizli ağlamağı taklit eden gözyaşlarıyla katıla katıla ağlı, yağıyordu, içine döktüğü yaşlarla ağlı, yağıyordu.
Solmuş duvarlar. Sıvalar da sesler solgun renklerde biraz varmış. Onların karışık hışırtıları seçilir, seçilmezler; dikkatle kulak verdiğinde:
"- Gaşkacı (arabacı)! Ola yük var! "
" - Heybeye doldur! "
" - Mahalle bakkallarına uğra Cemal. Hesapları al. "
" - Kalem’in manavına üzüm bırak. "
Pörsümüş renklerin yüzünde Konfigürasyonlar: belirli, bellimsiz.
Ressam LAUTREC’yi anlatan film. Lautrec artık ölüyor.
Güzel bir sanat eseri film.
Ölüyor, Lautrec büyük sanatlar yapmış adam.
Rol değil artıkın öldüğü kendi hayatı.
Ölüm yatağında film şeriti karyolanın başında kapıdan geçiyor. Arkadaşları, anası, babası. Çikolata adam dansede ede giriyor. Lautrec ilahi cüce ressam ne sevdin insanların dünyasını amma. Ölmez resimlerin modellerinden: Marie Charlet. Molin Rouge afişi ve afişler tektek şeriti bitirdi.
Merdibanda oturan adam Lautrec’in ölüşüne benzer şeritin sonuna gelmiş, seyrediyor.
Susuzlu Deli Kemal kasayı yüklenmiş Vezir dedeylen gidiyor. Kapıya yakınlaşmış, çıkıyor. Vezir dede bastona dayalı yürüyor. Yürüme denirse buna.
Halit Bölük gaşkaya vurmuş meyveleri, kendi de arkaya kurulmuş.
Atın üstünde geme hakim olmaya çalışıyordu Orağazlı biri, heybesi erik doluydu. Dengesini bulsun diye de dolma biber aldı. "Bu kadarı yiyebilirmiyiz," diyor.
Hamallar yük çekiyor. Şafkının torunları sigara molasında kavga çıkardı. Yatıştırdılar, yaşlı biri geldi onu dinlediler.
Göz hakkıdır deyip üzüm denledi birisi. Binali dayı; umsunmasın diye bir kilo kadar üzüm, kesede uzattı adama.
" Ey bak! Ola gözlerim: Bir daha görünmez bu fırsat."
"Eski Ardahan, nerde bir gene...."
Neyse, hikaye yi bitiriyoruz!..