- 787 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
YAZAR NE YAZAR NE YAZAMAZ
Evgin Atalay
Oof! Kafam çatlar gibi. Görende diyecek,"çok çalışmış da çok yorulmuş" oysa sadece erken kalktım. Okula gittim, hocamın söylediklerini kafama kaydettim. Birde kayıt cihazıma, unutmaktan koktuğum için …Ve sevgili psikologum Nuray hanım geldi. Gelmeyebilirdi. Ben istedim özellikle gelmesini, onunla konuşunca iyi hissediyorum. Kendimi " kuyunun dibindeki taş gibi "sanırken o geliyor ve dinliyor beni, ikinci benle yüzleştiriyor "tepe taklak" oluyorum önemsemiyorum ama... Böyle düşününce inanansım da gelmiyor aslında ne kadar cesurmuşum. Güçlüymüşüm. Duygularıma yakınım ,davranışlarıma … Hayata tutunmak isteyip de gücüm yetemeyince elini uzatıyor."İstemediklerini tutma koy ver gitsin" diyor. Aslında tam böyle demiyor tabii o daha nazik. Hislerimi, anlattıklarımı önemsediğini ve doğru anlayabilmek için ne kadar titiz davrandığını görüyorum. Ona karşı hissettiklerimi ,zaman zaman hissettirmeye çalışıyorum başarıyor muyum acaba? Galiba. Gözlerinin dolduğunu gördüm bir gün.
Şekillendirmeye çalışıyorum hayatımı zorlandığımda gene devreye giriyor elini uzatıyor "sen dur ben yapayım" demiyor öyle bir şey değil, sadece malzemelerimi gösteriyor. Sonra olması gereken zaten mevcutmuş gibi oluyor.
Hem ben yazarım yazmayı seviyorum bir terapi ,uyku ilacı,antideprasan… Ama "bir yazar mıyım ben?" Hala emin olamıyorum, yazarlar çok şey bilirler, ya ben!
"Yazar olmak öyle kolay bir şey mi?"
İçimdeki ses sinirlendi "onları ayrıcalıklı kılan ne? " Tereddütle cevap verdim "öğrenebilme yetileri galiba."
Kızdırmıştım içimdeki sesi " Bu gizli bir güç müdür? Öyleymiş gibi söylüyorsun , istersen öğrenebilirsin sende!" dedi.
Çelişkilerim çok, ya da kararsızlık mı demeliyim bazen "yazarım ben" diyorum sayfalarca yazı yazıyorum, mektuplar filan dostlarıma… Bazen de hiç içimden gelmiyor yazayım, o zaman kırgınım kendime oysa yazınca yeşilleniyorum ben kocaman kocaman dallarım oluyor ,uzun,dirençli köklerim…
Bir kitap çıkarmakla yazar mı olunurmuş. Mario Levi 9 tane kitabı olan ve her bir kitabı dilden dile çevrilmiş bir yazar ve edebiyatçı. Hocayı kendime örnek alıyorum " olacaksam böyle bir yazar olmalıyım" diye şimdi de korkuyorum,"ya olamazsam." Bir de hoca yazdığın şeye kolayca "tamam bu olmuş" demez mutlaka eksik olan bir şey bulur. Bunu bildiğimden de kasıyorum kendimi hoş hoca yazarken bırakın kendinizi diyor ama!..
"Yazabiliyor muyum hocam" deyince ben, oda soruma soruyla karşılık verdi. "Sen hala kendini bir yazar olarak görmüyor musun?
"Hayır , çünkü ben bazen yazamıyor tıkanıp kalıyorum.", dedim.
"İzin ver kendine" dedi ve devam etti "çünkü anlatacak çok şeyin var senin"
Doğru aslında, zihnimi tıkayan şeylerde yine benim kelimelerim… Nuray hanım da kendime izin vermem konusunda hem fikir. Mario hocayla ortak noktada birleşiyorlar. Mesela; ikisi de bana zihnimde akan bir nehir olduğunu gösteriyorlar ve de bu nehir ben istersem akacakmış. Güzel! Kendimi o nehir de hissediyorum. "Vay müthiş." Düşüncelerim tazeleniyor ve var oluşum… yazmaya teşvik ediyor. Onları dinlerken ,sihirli bir ayna açılıyor önümde hoop! içine giriyorum meğer orası benim yaratıcılığımmış . Her yerde bir kağıt var ama kağıtların üstüne ağırlık yapsın da uçmasın diye konmuş duygular ,düşünceler var. Ve bir sandık ,orta büyüklükte bir şey. Sandık çok güzel her yeri kıymetli taşlarla süslü. " Böyle kıymetli taşlarla süslü bir sandığın içinde kesin mücevher filan vardır deyip, meraka telaş karışmış bir halde açıyorum kapağını.İçinde bir sürü mektup var. Şoke oldum! Hepsi benim yazdığım mektuplar ,yere dizip şöyle bir göz gezdirdim de hepsi benim cümlelerim, dizilişlerim…
Yazar deyince; bir çok şey bilen,öğretebilen, yaratabilen… hızlı düşünüp çabuk karar verebilen, hazır cevap biri geliyor aklıma. Oysa hazır değil sorularım ve cevaplarım. Mario hoca gibi bilmiyorum her şeyi. Bir kitabım var.Evet. Ama kitap çıkarmakla yazar olunur muymuş? Adam konuşmuyor yalnızca, anlattığını da gösteriyor. Anlattığı gözlerimin önünde canlanıyor ,kendimi o şeyde görüyorum. Korkuyorum! ya söylenildiği gibi yazar olmaya yeteneğim yoksa! Kaygı,kaygı,kaygı…
"Rahat ol!" hocanın sesi bu. "İçinden geldiği, ve aklından geçtiği gibi yaz." diyor Nuray hanım buda.
"Biraz sabır göster kendine!.. Okuduğun kitap yere düştüğünde , alamadığın için birisinin yanından geçip vermesini bekliyorsun ya! Düşürdüğün kitabı aldığında, kaldığın yerden devam etmenin heyecanıyla beklerken, gösterdiğin sabır gibi sabır…"
Tam yazmaya odaklanmıştım, aşağı mahallede çalışma varmış. Makinelerle bir yeri deliyorlar ,benim de sanki kafamı… aynı hışımla benden kelimeler fırlıyor. Sonra hepsi saklanıyor bir yere, işin yoksa birde onları ara bul ,neyse bulup topluyorum "artık yazabilirim herhalde" diye seviniyorum. Geçiyorum bilgisayar başına ,hayallerimden kırılıp, düşerken meteorlarım rahatlıyorum. O sırada 1990 model kartal marka beyaz bir araba giriyor sokağa ,bagaj kısmı cam bardaklarla ağzına kadar dolu. Camın önüne yanaşıyor adam, diyafonla çağırıyor ,malını satmak için insanları. ”Bir alana bir bedava”,diyor. Bir alana bir bedava, biraz bekliyor kimse gelmeyince adam sürüyor arabasını yan sokağa. Ama ben bu arada savruldum gene. O, sokaktan çıkarken zerzevatçı girdi peşine, “domates ! biber!”,diye bağırıyor. Bu sefer ,bir iki kadın geldi. Birisi eline bir tane domates alıp bıraktı, almadı. Öteki kadın ise bir kilo domates aldı. Arkasını dönüp koynundan parasını çıkardı ,adama uzattı. Uzandı poşetini adamın elinden aldı ,yanında da bir kadınla konuşuyordu o arada. Tuttuğu domates poşeti yırtıldı. Domatesler etrafa dağılmıştı kafamın içindekiler gibi. Araba altına yuvarlananlar olmuştu. Bir çocuk, oraya kaçan domatesi almak için araba altına girdi. Domatesler bulundu çocuklar tarafından. Sobe! Kadın üzgündü ,domateslerin yarısı ezilmişti. Evine giderken de telaşlı görünüyordu.
Yazdıklarımı tekrar tekrar sesli bir şekilde okudum. Savrulan kelimelerimi bulup o duygu atmosferine girebilmek için, çünkü yazı yazmak tek başına sadece yazı yazmak.Oysa yazarken çoğalıyorum, burnumdan girip ağzımdan çıkan hava bile değişiyor ben değişiyorum birden bire sihirli bir el dokunuyor içimde kapattığım bütün ışıkları yakıyor. Göremediğim ne varsa görüyorum… Dökülüyorum,sadece toparlanabilmek için. Yazıyorum, sadece "yaşıyorum" diyebilmek için. Acımasız olan da buya "yaşıyorum" diyorsun sadece yaşayamıyorsun ama. Bir sürü insanla tanışıyorum yazarken. Çok heyecanlılar heyecanlandırıyorlar beni de ağlatıyorlar bile. Yazınca ihtiyaç duymuş gibi gelişiyor her şey. Yazmaya ihtiyacım olduğunu da sonradan kabul ediyorum.
Oysa konsantre olup veremiyorum kendimi işime. Neden? Düşünceler var, araya girip de adı konmamış, konmakta istemeyenler, sanrılar, yanılgılar acabalar, belkiler… Uçuruma düştüm, uzun zamandır çıkacağım diye debelenip duruyorum. Çıkamıyorum ki…
Bıraktım kendini yazının akışına, aklımdan rüzgar ya da kaplumbağa hızıyla geçenler, yazıdaki yerlerini bulamıyorlar ama. Ondan sonrada böyle kukuma kuşu gibi ,ben bilgisayar imlecine imleç bana bakıp duruyor. Güneş öyle güzel vuruyor ki yüzüme uykumu getirdi gidip yatacağım.