- 587 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
NEREDEN BAŞLASAM...
Bazen bir konuşmaya ya da bir yazıya giriş yapmak pek de öyle kolay olmuyor.
Hatta tiyatronun kuralı gibidir bu söz, “Sahneye nasıl girersen öyle çıkarsın”
Bir konuşmanın ya da bir yazının girişi nasılsa sonu da öylemi gelir sizce de?
Bence değil.
Bir kitabın/yazının içinde okuru ne sürprizlerin beklediğini kitabı okumadan anlayamazsınız.
Gene bir konuşmaya hoş tatlı başlasanız bile olmadık bir anda konuşmanın seyrini n aksi yöne doğru gittiğini görmeniz de olası.
Şimdi burası yani Defter bir yazın arenası olduğuna göre bende yazıma, biraz yazmak biraz kızmak üzerine kurguladım desem doğru olmaz.
Çünkü çoğu kez olduğu gibi, içimden nasıl geliyorsa, kalemim ne yazmak istiyorsa ben de peşlerine takılıp gidiyorum hiç düşünmeden.
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki; yazmadıklarım/yazamadıklarım, yazdıklarımdan kat be kat fazla…
Yazmak, yazabilmek hiç de öyle kolay bir iş değil bazı durumlarda. Konunun tekniğinden söz etmiyorum. İnsanın kendine ait olanları başkalarıyla paylaşmasını kast ediyorum.
Bir de, çok iyi tanıdığınızdan emin olduğunuz birilerinin gerçek yüzünü, karakterini, yaşamını ve hallerini anlatmanın, yazmanın amansız zorluğundan…
Buna çok zorunlu olsanız da yapamıyorsunuz. Kendi terbiyenizden onurunuzdan kendinize olan saygınızdan ve insanlığınızdan utanıyorsunuz. Onların onca pervasızlığına çirkinliğine ve kötülüğüne rağmen.
Fakat konu kendinizden söz etmeye gelince.
Dürüst samimi açık sözlü ve olduğunuz gibi görünen bilinen biriyseniz eğer, sizi kimse tutamaz.
Her şeyinizle açık seçik ortadasınız.
Bir de şu var tabii. Acaba yazdıklarınız anlattıklarınız ve görüntünüz ne kadar doğru, ya da ne kadarı doğru.
Bunca güvenilmez insan kalabalığında ve inandırıcılıktan çok uzak olan böylesine sanal ortamlarda üstelik.
Bu tip insanlara kanan inanan yığınla insan var ki, o da ayrı bir çıkmaz sokak ve anlaşılması zor bir durum maalesef.
Ünlü yazarlar topluma ‘yazmalarını’ öğütlediler sıkça. Gün gelip de aralarında kendilerine rakip çıkacağını tahmin bile edemeden.
Biz de toplum olarak bunu oldukça ciddiye aldık. Sonuçta kalemsiz el söylemsiz dil kalmadı.
Ancak yazmaktan önce dinlemeyi, araştırmayı alışkanlık haline getirmek daha doğru ve daha uygun olur ki, ileride üretilenler ve paylaşılanlar önemli değerli sahici ve daha okunur olsun.
Ben toplumun “evet “dediğine hep “hayır” demişimdir. Bu benim anti sosyal ya da iyi şeylere muhalif biri olduğumdan dolayı değil. Birçok şeyin yıllardır toplumun kabullendiğinin aksi yönde işlediğinin farkında olmamdan kaynaklanıyor aslında.
Gerek dünya toplumlarında gerekse kendi toplumuzda yaşanan sosyal ilişkilerin fazlasıyla yara alıp tehlikeli boyutlara varması oldukça düşündürücü.
İnsanların hem birbirlerine ve hem ülkelerine verdikleri zararlar giderek ve katlanarak artmaya devam ediyor.
İnsanlar toplumsal varlıklardır. Yalnız yaşayamazlar, diye bilinse de. Zamanımız, onca kalabalıkla arasında yalnız yaşamaya mahkum olmuş insanların zamanı…
Yalnız insanlar mıdır yalnız yaşayamayacak olanlar?
Akla gelebilecek her canlı varlık yalnız yaşayamaz ve yaşamıyorlar da zaten.
Fakat insanlardan farklı olarak.
Onlar, kendi alemlerinin tüm canlılarıyla barışık. Onlar, can cana ve iç içe yaşarken birbirleriyle.
Onların hem insanlarla hem doğayla olan ilişkileri, beni ölesiye etkileyip yüreğimi alıp bambaşka alemlere salarken…
Bir insan yüzü görmemek için perdelerimi açmıyorsam...
Ve her gün “Allah’ım, SEN beni hayvanlar ve doğayla arkadaş kıl, hangi alemde olursa olsun.” Diyorsam yüreğim kanarken...
Aslan bile aç kalmadığı sürece bir avın peşine düşmezken. İnsanoğlu kendi cinsine gerek açık, gerek gizli bütün pençelerini geçiriyorsa...
Biliyormusunuz…
Ben hayatta yalnızca iki şeyin hasretini çektim. Onca şey dururken.
Birincisi; iyi bir öğretmene rastlamış olmayı.
İkincisi; güvenebileceğim sevebileceğim değer verip önemseyeceğim ahlak ve karakter sahibi insanlarla karşılaşmış olmayı.
“Toplumumuz cahil. Eğitimsiz!” Sözleri yıllar öncesinden gelip bu gün hala güncelliğini koruyan bir iddia.
Cahillik, bilgisizlik ve eğitimsizlik birbirinden ayrı şeylerdir.
Bence bu toplum hiç de cahil ve eğitimsiz olmamalıydı.
Ya sizce?
Özellikle son yıllarda hemen her konuda toplumu eğitmeye bilinçlendirmeye yönelik yayınlar yapan iletişim araçları varken. Yurdun her yanında seminer ve konferanslar verilirken. İnsanların bir adım bile ileriye gitmemesi normal bir durum mudur sizce de?
Kaldı ki toplumumuz atak, akıllı, yetenekli ve ince kıvrak bir zekaya sahipken.
Bir birliktelikte mutluluk arıyorsa eğer. Önce birey sonra ait olmayı öğrenmemiz gerekmez mi sizce de?
Kaliteli bir robot olmak yerine, şahsiyet sahibi olmak mutluluğun anahtarı olamaz mı dersiniz?
Erkekler kadının değerini bilmeden ne evlenmeli ne de bir ilişkiye başlamamalılar derim ben.
Oysa kadınlar hala ayakları üstüne basamıyor!
Ve hala çocuklar sokaklara terk ediliyor!
Ve bunların faturası hala topluma çıkarılıyor!
Doğurun! Diyor zavallı adamlar!
Çocuğu veren Allah, rızkını da verir, diyor. Ve doğuruyor kadınlar hala!
Ama hiç de öyle olmuyor!
Sonrasında bir yığın sorumsuz devlet ve hükümet yetkilisi ortalığa çıkıp: Bu çocuklar bu kadınlar bizim! Diyor!
Ey acınası yitik ahlaklı et beyinliler!
Bu çocuklar bu kadınlar niye benim olsun?!
Ben kızıma bir kardeş vermezken!
Ben yarım asra yakındır onurum kadınlık gurum ve şerefimle var olurken!
Bunların sorumlusu ve hamisi neden ben olayım?!
Polis kadına sahip çıksınmış!
Polis kadının kucağından denize düşürdüğü çocuğu korusunmuş!
Peki bu arada bu kadınlar ne edip ne eylba!
Kadın ya da erkek hiç fark etmez.
Kendi onurunu şerefini namusunu ve kadınlık gururunu koruyamıyorsa.
Bir insan, üslenmek zorunda olduğu sorumluluklarını yerine getirmekten acizse eğer.
Bunları onların adına hiç kimse ne koruyabilir ne sahip çıkabilir ve ne yerine getirebilir.
İnsan ancak insanlık onurunun şemsiyesi altında korunabilir.
İnsan o insanlık ışığını ancak kendi içinde keşfeder.
İnsan özünü yalnızca kendi özünde bulabilir.
İnsan ancak eline diline beline sahip olmayı ilke edinerek yola koyulabilir.
Kısa bir cümle bir söz bile bir insanın dünyasını aydınlatmaya onu mutlu etmeye yeterken bazen.
Bu karanlıklar bu yalnızlıklar da neyin nesidir sizce…
Geçenlerde uzun zamandır görmediğim bir tanıdığa ‘çat kapı’ yaptım.
Şaşırdı biraz.
Ne var şaşıracak, halini hatırını sormaya geldim, dedim.
Gözleri doldu.
Bu sözü duymayalı öyle çok oldu ki, dedi…
Mutlu olmak için mutlu etmeyi öğrenmek…
YORUMLAR
Çoğu düşünceniz kabulümdür,cahillerin yanında bir de okumuş cahiller türedi çok bildiğini sanan ama hiç bir şeyi bilmeyen cahile anlatmak çook zor bir de okumuş cahil türevleri ve hasıl dengeler burda değil ,
çeşitli merkezlerden toplum mühendisliği yapılıyor,haklar,özgürlükler yavaş yavaş alınıyor günde 12 saat çalışır,5,6 saatini televizyon karşısında şovlar,şarkı,türkü yarışmalarıyla geçirir geri kalan vaktinde de uyursa sonuç bu olur,selamla güzel ve anlamlı bir yazı.
DEVRİM DENİZERİ
"Allah korkusu olsun!" baş laf. Allah korkusu varken! bu haldesin, olmasa ne olacaksın acep:)))
Çokça selam...