Küçük ev
Kış bugün geldi. Gece yarısı mutfağın balkon kapısından balkona, dışarıya baktım beklenen
kar yağıyordu.
Kar gariplerin,yoksulların başına yağar.Bunu bizler gibi korunaklı,apartmanlarda oturanlar bunu bimez.Bilseler de çoktan anılarındaki karlara gömülmüştür. Bu geçmiş karlarını biraz
deşip o günlere dalsam..becerebildiğim kadar..
İlk doğup gözlerimi açtığım ev diyeceğim ama biraz yanlış geldi. Ters geleceğimi Çubuk’un
Dudu ebesi anlamış. Elimizi dururken ateşe salmayalım demiş. Siz Ankara’ya büyük doğum
evine gidin. Böylece Ankara’da büyük doğum evinde doğmuşum.
Bu anlarımı Lütfiye teyzem anlatırdı. Küçücüktün, avcuç içi kadar. Bu arada annem söze karışır. Nazik’de ben çok aşerdim. Bu yüzden hiç yiyemedim. İki buçuk kilo doğdu.
Teyzem sanki ne kadar küçük olduğumu göstermek için, ağzını iyice büzerek, iki avcunu birbirine birleştirerek ve sesini inceltip çocuklaştırarak:
-Şu kadar bir şeydin. Seni ilk gördüğümde ablamın kucağından aldım, severek kapıda sana
uzaktan bakan babanın kucağına götürdüm:
-Enişte bak! Ne güzel bir bebeğimiz oldu! dedim.
Eniştem eliyle iterek, git götür ben istemem dedi. Anaa! İnsan bir sever değil mi?
Annem:
-Eskinin adamı o. Öyle herkesin içinde alır mı hemen. Ablalarından çekinir Lütfi..
Annem teyzeme çoğu zaman ismini kısaltarak Lütfi derdi.
Neden hesapsız yazıyorum.Karla,kışla benim doğumumun ne ilgisi var. Eylül’ün ikisinde doğmuşum. Annem o yıl ektiği domatesleri, biberleri, fasulyeleri annem doğumdan gelip, iyileşene kadar.Halamgilin toplayıp,hasadı yaptıklarını söyler üzülerek. Hamileyken karnı burnunda çalışmış bütün kardeşlerimde nerdeyse. Sadece oğlan olunca çalıştırmamış
babam.Sözde kız erkek ayırmayıp hepimizi aynı sevdiğini söylerdi. Ben ayrım yaptığını
yaşadığı sürece gördüm. Yine de babam tanıdığım babaların en iyisiydi.
Öykü yazmaya ikinci oturduğumuz evdeki durumumuza bir parça göz atmak için oturdum.
Evlendiğim adamın artık sınırı aşan hareketlerine dayanamamış ailemin yanına gelmiştim.
Durumumu benim küçüğüm Nazife anlamamış olsaydı, evlilik sürsün diye daha önceleri
olduğu gibi koca evine gönderilirdim. Bu evliliğin yürümeyeceğini sonunda ailem de anlamıştı.
Anne evine iki çocukla sığışmaya çalıştık. Küçük salonda ilkokul üçüncü sınıfa giden oğlumla birlikte yatardık. Onun küçük kollarını boynumun altından dolayıp bana sarılması çok hoşuma giderdi. Ben de onun sırtını kaşırdım. Bu sırt kaşıma alışkanlığını bebekliğinden başlayarak annem yapmıştı. O da alışmış, aklına estikce sırt kaşıttırıyordu.
Kışın çok soğuk olurdu evimiz.Camlar buz donar,tuvalette, banyoda buzda kayak yapılırdı.
abartmıyorum. Bazen tezek doldururdu annem sobaya. Sıcaklığı var ya onun kokusu bile
güzel gelirdi. Bize gelenler sobanın başını kapmaya çalışırlardı, diğer taraflar soğuk olduğu için.Soğukta mutfağa girip yemek yapıp, bulaşık yıkamak da bir dertti. Daha sonra
küçük mutfağımızın girişindeki araya elektirik sobası koymayı akıl ettik.
O zaman da karı çok severdik. Tıpkı çocukluğumuzda, naylon ayakkabıyla kayık kaymaya gittiğimiz karlı günler gibi.
Şimdi tek başıma oturduğum geniş evlerde çocuklar yok.Onları daracık evlerde büyütmeye
çalıştım. Bir parça özgürlük yetiyordu bana. Fazlasını düşünmüyordum zaten. Rahat bir
nefes almak ne güzeldi. Annemgilin evin salonun tam küşesinde dururdu annemin dikiş
makinesi.Somyanın bir ucunun birbiriyle kesiştiği yerde. Oraya oturur kasabalı kadınlara
Bazen beğenilerinin, isteklerinin ne kadar gereksiz olduğunu düşünerek. Annem giysi dikerdim.sıkıldığımı hisseder kadınlara çatmaya kalkışırdı. Onu sustururdum. Eğer buraya onlar için oturmuş, bir şeyler yapmaya çalışıyorsam, onların istek ve beğenisine saygı
göstermeliydim.
Eski günler biraz üşüttü beni. Hava kapalı. Her yer kar. Pencereye dönüp baktığımda karşı tepeciklerdeki çatıları karlı evleri, parkı, futbol oynanan karla kaplı sahayı ve Çavundur köyüne uzanan yolu görüyorum. Eski evimizin çıkmaz sokağı yalnız. Herkes göçüyor oradan. Anılarıyla yalnız bırakıyorlar.
Bazen özlüyorum. Orada sevgisizlıkten, soğuktan üşüyen eski ellerimizi, evimizi. İki katlı
evimizin alt katındaki küçük oturma odamda, soba yanarkenki kaynayan çaydanlık sesini ve somyanın bir kıyısına oturup yazı, şiir yazmalarımı. O küçük ama, anılarla büyüyen
kocaman evi. O evde şimdi benim gibi yapyalnız anılarıyla..
06. 01. 2014 / Nazik Gülünay
YORUMLAR
İnsanlar içiçe, küçük evlerde gelişiyor ve gelişen insan kocaman boş evlere sığamıyor. Küçücük evde altı kardeş büyüdük Şamata, annemin başımızda paralanan terlikleri... Sonra Eskişehir'in beton yığınlarında koca bir daire, çocuksuz, komşusuz... Tercihimi o eski küçük eve kullanır mıyım acaba? Sanmıyorum. İnsan gene de özlüyor. Saygıdeğer yazarımın öykülerinde ki üslup kişiye özgü, onun hayatının bir parçası ve ilginç. Her öykü kurgusuz öylesine yazılıp bitiriliyor. Yazılacaklar bir de önceden kurgulanıp satır satır tespit edilse, eminim ki her anıdan mükemmel bir öykü çıkacak. Paylaşım için teşekkürler.Saygıyla
glenay
Kurguya hiç yer vermiyorum.
Buradan alıp yeniden yazarsam, düzeltmeler yaparım.
Herkesin bir küçük evi var demekki.
Terlik fırlatmayı bende çok yapardım.
Önce kardeşlerime fırlatarak başladım:)
Şimdi terlik fırlatacak kimse kalmadı:)
çok teşekkürler,
saygılar..
glenay
huzurlu soluk almaya bir oda da yeter..
Çok teşekkür ederim,
saygılarımla..
Aslında insanlara değil evlere sormalı hatıraları...Ah o suskun odalarda ne sırlar ne gölgeler barınıyor...Onlardan başka kimseler bilmez...
glenay
Ah bir konuşsalar,
neler söylerlerdi..
Çok teşekkürler,
sevgiyle..