- 759 Okunma
- 9 Yorum
- 1 Beğeni
Kuzeyde Bir Yerde
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Sabah duasını gün ağarmışken yapmaya hala alışamadım. Çok sürmez, sonbaharla birlikte önce sabah ve akşam dualarını, kışın geldiğinde de ikindiyi karanlıkta ederiz. Çoğul konuştuğuma bakmayın, genelde bu derme çatma şapelde dua vakitlerinde yalnız oluyorum. Başlarda köylüler meraktan geliyorlardı ama bu fazla sürmedi. Onların deyimiyle "Çatılmış iki tahta parçası"nın karşısına geçip diz çöken, bilmedikleri bir dilde mırıldanan bu ufak tefek adamın yaptığı renksiz ayin onlara pek eğlenceli gelmedi. Bunun başıma geleceğini biliyordum, dert etmedim. En azından köylüler benim gibi bir yabancıya düşmanca davranmıyorlardı; buna müteşekkirdim. Daha öğrencilik günlerimin Cherbourg manasatırınd birader Anglia’nın öyküsü anlatılırdı: Birader, buraya iki günlük mesafede bulunan Tonsberg’de insanları hakkın yolunu anlatırken derisini yüzülmüş, etleri de Odin’e sunulmuş. İlk başlarda ben de sonumun böyle olacağını düşünür, bazen de biraz kibirle, şehitlik mertebesine erişeceğimi, hatta aziz ilan edileceğimi hayal ederdim. Ama böyle olmadı. Köylüler güneyden gelen bu yabancıya ses çıkarmadılar, hatta geldiği bölgenin haritasını çıkarması karşılığında ona kulübesini yapacak yer gösterdiler. Kulübeyi şapele çevirirken yardım edenler bile oldu. Fakat ilgileri o noktada kaldı; kimseyi İsa Mesih’i kurtarıcısı bilmedi.
Agileif’ı, bu incecik sarışın kadını, her biri kendi gövdesi kalınlığında iki su kovasını taşırken görünce şaşırmadım. Bahsettiğim gibi mevsimlerden yazdı ve yazın köyün erkekleri ortalıklarda olmazlardı. Agileif’ınki de, diğerleriyle beraber sefere gitmişti; yaz sonundan önce de dönmezdi. Kış bittiğinde uzun tekneleriyle güneye, Umbria ve Kaledonya kıyılarına inerler, savunmasız kasabalar ararlar, yiyecek, içecek, elbise, çiftlik hayvanı, alet, mühimmat, ne bulurlarsa yağmalayıp, yağmayı da da çeşitli limanlarda değiş tokuş ederlerdi.
Genç kadının yanına gidip bir kovasını elinden almak istedim.
"Kendi işine bak Cübbeli. Kaldıramayacaksam girmezdim yükün altına."
Üzerimden çıkarmadığımdan olacak, bana Cübbeli diyorlardı.
"Birini ben alırsam eve daha hızlı gider, oradaki işlerini daha erken bitirirsin."
"Daha erken bitirince ne yapacağım? Gelip tahtanın önünde dua mı edeceğim?"
"Ne istersen onu yaparsın."
Durdu. Kovaları yere bıraktı. Sonra gözümün içine, neredeyse delercesine baktı.
"Tek istediğim Bödvar’ımın bir an önce seferden dönmesi. Boş boş oturunca zaman geçmiyor. Senin gibi mırıl mırıl tahtaya yalvarmaktansa iş yapmayı tercih ederim."
O an nedense kim olduğumu, orada niye bulunduğumu unuttum. Kadının dikbaşlılığı, duayı ve Tanrı’yı hor görmesine kızmıştım. Rahipliğin üç olmazsa olmazı olan bekaret, fakirlik ve alçak gönüllülükten en önemlisini gözardı ettim.
"Sen onu beklerken Bödvar ne yapıyor? Seni mi bekliyor? Yoo… Bulduğu, eline geçirdiği kadınlarla yatıyor. Seni bir an bile düşünüyor mu?"
Söylediklerime güldü. Bunu beklemiyordum. Şaşkınlıktan kızgınlığımı bile unuttum. Laf olsun diye değil, gerçekten gülüyordu.
"Sen hiç bir şeyi anlamamışsın Cübbeli" dedi, "Bu kadar zamandır köydesin, mırıldanmaktan kulaklarını çalıştırmamış, gözlerini açmamışsın."
Anlamamıştım.
"Sen sanıyor musun ki o onlarla aşk yapıyor? Bir hayvan gibi ırzlarına geçiyor onların. O kadınlar çok mu mutlu Bödvar’la oldukları için? Bödvar bugüne değin ağlamayan ya da kendinden para istemeyen biriyle beraber olabildi mi? Hayır. Ama benimle öyle mi? Teknesi koya girince suya atlayıp bana koşmuyor mu? Koynuma girmesiyle yaz yeniden gelmiyor mu? Hem sen ne bileceksin? Erkek bile değilsin."
Kovalarına tekrar davranacak gibi oldu ama vazgeçip geri döndü.
"O yokken her yaz ondan çocuğum oluyor. Tarlalarımız yok ama oğullarımız ve kızlarımız var. Her çocuk babasının birer kopyası, Odin’in birer hediyesi. Gün gelecek onlar eve ekmek getirecek, yaşlandığımda yüzüme bakacaklar. Irzına geçtiği kadınların da ondan çocuğu oluyordur. Her biri birer piç, analara her seferinde baktıkça kasabalarının basıldığı günü hatırlatan birer iblis. Söyle bana onların nesini kıskanayım?"
Bu sefer kovaların saplarına sarıldı. Birkaç adım sonra ardından seslendim:
"Agileif!"
"Ne?!"
"Biraz önce bana ’erkek değilsin’ derken ne demek istedin?"
"Erkek değilsin demek istedim. Hadım değil misin sen?"
"Yoo…"
Omuzlarını silktiğini gördüm. Bir şey demeden yoluna devam etti.
…
Ağustos’un üçüncü haftasıydı. Uzun tekne koyun ağzında bitiverdi. Köylüler kıyıda toplanmış, sevdiklerinin, akrabalarının yüzlerini seçmeye çalışıyorlardı. Agileif da kalabalığın arasındaydı. Tartışmamızdan sonra onun yoluna çıkmamaya gayret etmiştim. Şimdi de göz göze gelmemiştik. Güvertesiz tekne suları yararak kıyıya yaklaşmış, derinlik bel hizasına gelince de tekneden genç bir adam atlamıştı. Adam koşarak sahile vardı ve kendini beklemekte olan Erna’ya sarıldı. Adam, Erna’nın nişanlısı Gorm’du. Sevgililer kalabalığı yarıp, kol kola uzaklaştılar.
Tekne sahile çekildi. Sefere çıkanlar neşeyle iniyor, kendilerini bekleyenlere sarılıyorlardı. Neden sonra Bödvar gözüktü. Gülümsüyordu. Tekneden çakılların üzerine atladı. Sonra tekneye dönüp birine gelmesi için işaret etti. Ufak, tefek kumral bir kız küpeşteye ellerini dayayıp, üzerinden geçmeye kalktı. Belki alışık olmadığından, belki de çekingenliğinden biraz ağır kalınca Bödvar onu kucaklayıp sahile bıraktı.
Agileif bu ikiliye doğru seyirtti. Bödvar’ı geçip, kızın önünde durdu. Ondan bir kafa kadar uzundu. Göz göze geldiler. Agileif kızın yüzüne tükürdü ve arkasını dönüp köye doğru yürümeye başladı.
YORUMLAR
Öykü bana Mapussant'ın öykülerinden birini anımsattı. Eşini öldü bilen bir kadın başka bir adamla evleniyor. Aradan belli bir zaman geçtikten sonra eski eşi geliyor...Belki de dil ve anlatımdan ya da kullanılan teknikten kaynaklıydı.Yüreğinize sağlık nice anlamlı eserlere diyelim...
İlhan Kemal
Final ise klişe diyebileceğim, bir çok yerde örneğini görebileceğiniz 'üste gelen kadın' temasını kullanıyor. Konuyu bağlamak üzere bunu kullandım (Açıkçası Maupassant'dan çok, gerçek bir olay olan Martin Guerre'in dönüşünden etkilendim) Açıkçası çok da savunamayacağım. Saygılarımla.
yagmalayarak hayatini idame ettiren ve kadinlara tecavüz eden bir adama kadinlik etmek yeterince utanc verici bir durumken...
üstelik magdur olan kadinlardan kendini ayricalikli gören bir zihniyet
yani bunu kabullenmis bir kadin icin varilan son az bile
aymazliginin sonucu olarak hayatin yüzüne savurdugu tokadi karsisindakinin yüzüne tükürerek acisini cikarmaya calismasi da bos bir caba