- 606 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
-EDEBİYATIMIZDA ULUSALLIK/EVRENSELLİK ALGISI VE BAZI İZLENİMLER-
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Bizim edebiyat tarihimizde şiir, ağırlıklı bir daldır. Yani nesir’e göre öne çıkmaktadır. Nesir bazı milletlere göre yeni bir alandır. Büyük ölçüde Tanzimat’tan sonra ortaya çıkmış ve gelişme göstermektedir. Şiir sahasında baktığımda Halk şiiri verimli bir kulvar oluşturduğu gibi Divan şiirimiz de döneminde seçkin bir alandır. İmparatorluğun siyasal gücü ve yükselişine bağlı olarak güçlü bir sanat-edebiyat kulvarı hâlinde şekillenir. Osmanlı İmparatorluğunun siyasi yönden zayıflaması ve dünya üzerinde tesis ettiği gücü yitirmesine paralel olarak Divan edebiyatımızında önemini yitirdiğini düşünüyorum. Genelde Şeyh Galip "kuğunun son şarkısı" olarak terennüm edilir. Bu da 18. yüzyılın son demlerine karşılık gelir. Gerçi 1918 de Yahya Kemal tarafından yayınlanan gazel ve şarkılar bitmiş bir geleneği tekrar yelpazeler ancak münferit bir isimdir büyük şairimiz. Bazen bu sebeple kuğunun son şarkısı deyişi Yahya Kemal hakkında da kullanılır.
Kuşkusuz bizde ve dünya da edebi tarz ve modellerin gelişimi ve değişiminden söz ederken iktisadi alanda sanayi devrimi siyasi ideolojik alanda da Fransız devriminin hatırı sayılır sonuçlar doğurduğu hususununda gözden uzak tutulmaması gerektiği düşüncesindeyim. Özellikle “Milliyetçilik ve Ulusçuluk” cereyanlarının dünya üzerinde etkinliğini arttırması ve beraberinde gelişen ulusal kültür sentezlerinin önemine de değinmek gerekir.
Bizde kültür, sanat ve edebiyat alanında 19’uncu asırla birlikte meydana gelen gelişim ve değişim sağlam bir ulusal kültür sentezine kavuşmak hususunda bazı engellerle karşılaşır. Ticari yaşamın gayri müslim çevrelerin kontrolünde olmasına ya da bir komprador burjuvazinin hakimiyet kurmasına paralel düzeyde yine komprador alafrangalığı ve komprador aydın zümre meydana gelir. Yerli aydın gibi görünen kesim ise bu komprador aydın zümreye payandalık yapmanın ötesine pekte geçemez. Rahmetli şair ve denemecimiz Attila İlhan’ın bu hususlar üzerine türlü yazıları kanalıyla yaptığı eleştiriler akıllardadır da maalesef en çok yankı yapması gereken çevrelerde karşılığını tam bulamaz sanki.
Bu bağlamda Türkiye’de aydın düşüncesinin dönemler içerisinde içine düştüğü bir çıkmazdan özellikle söz etmeliyiz; Batı hayranlığı. Batıdan metodik bir bakış açısıyla yararlanmak elbet gerekir ve doğaldır. Ancak dogmatik bir sevgi ve bağlılık yanılgılı bir tutum olmaktadır. Bunun çeşitli tezahürlerine rastgeldiğimi söyleyebilirim.
"Tarihin Arka Odası" adıyla sunduğu programla da tanıdığımız Murat Bardakçı bir yazısında ilginç bir anekdot sunmaktadır. "1960’lı senelerde olacak, Bulgaristan’da bir "Yazarlar Kongresi" yapılmaktadır. Bulgar yazarlardan biri, kongreye katılan Melih Cevdet Anday’a "Türk Edebiyatı’nın klasikleri kimlerdir?" diye sorar; Melih Cevdet de "Bizde klasik yoktur!" der. Konuşmayı dinleyenlerden biri, Fransız Edebiyatı’nın son büyük isimlerinden Louis Aragon imiş; Melih Cevdet’in cevabını duyunca dayanamamış, "Mösyö, ben Elsa’ya yazdığım şiirlerin ilhamını Fuzuli adında bir şairin ’Leylâ ve Mecnun’ isimli kitabından almıştım, Fuzuli nerenin şairi idi, hangi dilde yazıyordu?" deyiverir. Kuşkusuz Melih Cevdet Anday özgün sesi ve söyleyişiyle modern edebiyatımızın büyük şairlerinden biridir. Burada benim örneklemek istediğim husus bir düşünsel yapıyı yanılgılı bulmam dairesindedir.
Öyle ya, Aragon’un Fuzuli örneği vermesinin yanı sıra Anadolu’nun bağrından çıkmış ve şöhreti tüm bir cihanı kaplamış Yunus Emre ve Mevlana da mı yoktur? Gerçi Mevlana ve Yunus insan sevgisi kulvarında evrensel bir değere sahiptir de edebiyat tarihinde yer alırlar mı şeklinde sorgulamalara rastlamıyor değilim. Kimi zaman Mevlana’nın Farsça yazması da ulusal bir kültür sentezi içerisinde nereye oturur şeklinde hamhalat sorgulamalara da rastlıyorum. Oysa o çağın her alandaki üretiminin özgün koşullarını ve bu koşulların tüm dünyada ki geçerliliğini göz ardı etmemek gerekir. Geleneksel kültür sanat birimlerinin o çağların siyasal toplumsal yapılanmasına koşut gelişmesi ne kadar doğalsa günümüzün ulusal kültür bireşimlerinin harcında yer alması da o denli tabiidir derim.
Tam da bu noktada ele alınması gereken bir hususta şudur; Edebiyatçılarımızın dünya edebiyatında ne kadar yer aldığı, ne ölçüde kabul gördüğü. Bu nokta da yanılgılı bir algılamamız olduğunu düşünürüm. Dünya çevrelerinde en çok kabul görmek ‘sözüme mim koyun lütfen’ sandığımız kadar değerlilik ifadesi olmayabilir. Burada değerli ile önemliyi ayırmak gerekir. Kanımca bazı yazar ve edebiyatçılarımızın dünyada daha çok yankı yapması sanatsal kriterlerden ziyade politik ölçülere bağlıdır. Sözgelimi Orhan Pamuğun Nobel ödülünü almasını bu bağlamda düşünürüm. Yanlış anlaşılmasın iyi bir romancı ve yazar değildir demiyorum. Ancak batılı medya çevrelerinde Türkiye’ye dönük siyasi eleştirileri, özellikle de Ermeni Meselesini ele alırken Ermeni Soykırımı yaptığımız yönündeki değerlendirmelerinin ünlü yazarımızın batı dünyasında saygınlığını arttırdığını düşünürüm. Batı dünyasının Türk edebiyatını değerlendirirken genellikle politik ölçüleri öne aldığını düşünmek hatta dillendirmek mübalağa mıdır acaba?
Bu değerlendirmemde yalnız olduğumu da söyleyemem. Fransızların ünlü felsefeci ve romancısı Jean Paul Sartre’yi duymayanımız yoktur. 1964’te Nobel ödülüne layık görülen ünlü yazar ödülü reddederken Nobel’in batı dünyasından edebiyatçılara ve doğu bloğundan da muhalif yazarlara verildiği üzerinde de durmaktadır. Gerçi Sartre’nin Nobel’in verilmediği isimler arasında saydığı Pablo Neruda’ya sonraki yıllarda ödül verilir. Ancak bu Sartre’nin eleştirilerini tamamen haksız duruma getirmez bence. Geçtiğimiz yüzyılı baz aldığımızda ekseri batı dünyasının yazarlarına ya da doğu bloğundan da rejim karşıtı yazarlara ödülün verildiği söylenebilir.
Bu düzlemde düşündüğümde ise edebiyatçılarımızın dünya çapında ses getirmesinin zannettiğimiz kadar ölçü olmadığını söylemek istiyorum. Aksine olarak o denli yankı yapmayan kimi yazarlarımızın sanatsal değerlerinden kuşkuya düşmekte bizi yanıltacaktır.
Yine ulusallık ve evrensellik kavramlarını değerlendirirken kanımca dış dünyadan metodik bağlamda faydalanmak suretiyle yerel sentezi gerçekleştirmek ve o kanaldan evrensele açılmak şiarımız olmalıdır.
L.T.
YORUMLAR
Değerli kardeşim.
Büyük bir titizlikle kaleme alınmış, bir araştırmacı ve tarihçi gözüyle konuyu analiz etmiş, mükemmel bir makale derleyip hazırlamışsınız.
Konunun içeriğine ve tüm tesbitlerinize katılmakla birlikte, otuzbeş yıldır yurt dışında yaşayan bir gurbetçi olarak gözlemlediğim olaylarda çıkardığım tesbitimi anlatmadan geçemeyeceğim.
Batı toplumunda Türk ve İslam düşmanlığı ve bu ön yarğıları olduğu müddetçe, bizi biz yapan değerlerimiz yerine, içimizden çıkmış hainleri dünyaya tanıtarak Türk ve İslam dünyasını hep kötülemeye ve aşağılamaya devam edeceklerdir.
Bizler ne pahasına olursa olsun, her zorluğa rağmen bizi biz yapan kendi değerlerimize sahip çıkıp onları dünyaya tanıtmadığımız müddetçede yok olup gitmeye mahkumuz.
Bu değerli emeğimizden ve makalenizden dolayı sizi kutluyor başarılarınızın devamını diliyorum.
Selam ve sayğılarımla.
levent taner
Otuz beş yıldır yurt dışında yaşamak gerçekten büyük bir emek. Aynı zaman da ülkemizi dışarıdan izlemek ve farklı bir gözle görmek, görebilmek. İçeriden görülemeyeni görmek. Farklı gözlemler yapmak, yapabilmek. Bir bakıma işletme körlüğüne tutulmamak misali.
Çalışmalarınızda başarılar dilerim.
Saygı ve selamlarımla...