- 455 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KABAHAT SENDE DEĞİL
Bektaşi misafirini köyünde, evinde bir güzel ağırlar yedirir içirir, ayrılık vakti gelip çattığında son görev olarak asfalt yola kadar indirip uğurlamak ister.
Variyeti ile övünmeyi seven bir meşrebi olduğu için misafirini teşyi’ etmek üzere yola revan olduklarında geçtikleri her yerde nesi var nesi yok misafire gösterir, kaldırdığı ürünü de abarta abarta anlatır.
Nehir kenarına geldiklerinde Bektaşi, âsâsını gökyüzüne doğru kaldırıp bulutları göstererek misafirine:
- En çok ürün aldığım tarlam işte bu tarla, mübarek verdikçe verir, emeğimi zayii etmez, ben de iyi bakarım hani, kenarından geçen ırmak ana sütü olur adeta, şu gördüğün pamuk bulutlar yağmur bıraktığında bereketi misliyle artar der.
Bektaşi bu sözleri sarf eder etmez havada dev bir bulut yoğunlaşmaya, kararmaya, aşağı doğru sarkmaya başlar. Rüzgar yağmur bulutunu tarlanın bulunduğu yöne doğru sürükler.
Bektaşi misafirini uğurlayıp döndüğünde bir de ne görsün: Mevzi sağanak yağmurun sebep olduğu sel ve ırmağın yatağından taşmasıyla tarla taş, kaya, çalı çirpi ile kaplanmış, halı gibi herk edilmiş ve diskaro çekilerek ekime hazır hale getirilmiş “ipek bir halıya benzeyen” can bitiren tarla tanınmayacak hale gelmiş, deyim yerinde ise viraneye dönmüştür.
Bektaşi, övünmekle misafirini incittiğini, Rızkı veren Allah’ın buna razı olmadığı için başına bu belayı verdiğini düşünmekle birlikte, yine âsâsını buluta doğru kaldırarak sitem eder:
Kabahat sende değil ki, kabahat bu tarlayı sana gösterende der.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.