- 1348 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BÜYÜK İSKENDER -I-
Türkçeyi Ana dilleri gibi konuşan Phillipp ve Helen Adlarında Arkeolog Karı-Koca, Çanakkale Minibüs Garajının Avlusundaki bir Büfenin Yanına Sırt Çantalarını ve El Valizlerini koydular. Hellen Çantasını açıp, içinden birşey aldıktan sonra , Tuvalette gitmek için ayrıldı..Phillipp’te bir Çay söyledikten sonra basık bir Masanın etrafına dizilmiş köçük Taburelerden birine çöktü. Çırak Çayı getirdi ve masanın üstüne koydu;
"- Buyrun."
"- Teşekkür ederim." Tam gitmek üzere olan Çırağa, Yeşil Yol üzerinden Ezine’ye hangi Minibüsle gidileceğini sordu;
"- Yeşil Yolmu? Ben buranın Yabancısıyım, Abi. Bir bilene sorar öğreniriz." diyerek, Acentaların bulunduğu Salona girdi.Biraz sonra dışarı çıktığında, yanında bir Elindeki Bastonuna dayanarak zorlukla yürüyen Yaşlı İhtiyar vardı. Diğer Elinde özenle Esansçı Dükkanını taşıyan bu kısa boylu Adamı, Baston tuttuğu Kolundan tutan Çırak onun düşmemesine itina göstererek Phillipp’in yanına getirip-oturttu. İhtiyar, her Yanı Ağaç Çerçeveler içinde , Cam ile çevrili, El Çantası büyüklüğünde dört köşe Esans Dükkanını Masanın üstüne koydu ve giden Çırağa bir çay söyledi;
"- Yeşil Yolu sormuşsunuz?"
"- Evet."
"- Oğul, Ezine’ye Ayvalık Kara Yolu üzerinden gidersen daha iyi olur. Hem kısadır, hem iyi!"
"- Hayır, Yeşil Yol Üzerinden gitmek istiyorum!" Esansçı Phillipp’i şüphe dolu Gözlerle süzdü ve;
"- Niçin?" diye sordu;
"- Hayda! Ülkede Dolaşım Hürriyeti yok sanki!" demedi tabi;
"- Yıllar önce Üniversitede okurken hep bu Yoldan Ege’ye inerdik de..."
"- Doğrudur Oğlum, doğru. Bunu bilen kaç kişi kaldı ki! Orman Yolu Minibüslerine binin. Bayramiç’te inersiniz. Sakın Yolunu şaşırıp Ayazma’ya falan gitme! Ezine’ye hemen Aktarma yap!" Bu ince Şakayı anlayabilmek için Anaduou’lu Ozan Homer’in Destanlarında sık-sık " 1001 Pınarlı Cennet İda" diye Adını andığı bugünki Kaz Dağlarının en yüksek Tepesi Gargara’daki Baş Tanrı Zeus’un Meşk Evi’ni bilmek gerekirdi tabi. İkiside güldüler. İhtiyar Camlı Kutunun üstündeki iki yana doğru açılan Kapaklardan birini kaldırdı. Bu Cemekanın içinden birden bire bir Bahar Kokusu etrafa saçıldı. Tansiyon ölçme Aletini ve Kalp-Göğüs Dinleme Kulaklığını dışarı çıkarıp Masanın üstüne koyduktan sonra Kutunun içinden Yüksük Büyüklüğünde bir Şişe çıkardı. Kaşla Göz arasında Serçe Parmağı altına sıkıştırıp-kaybettiği bu Şişenin hiç eksikliğini hissetirmeden, aynı Eli ile rahatlkla birkaç Boylu Şişeyi çıkarıp, Eteketlerine bakıp tekrar Cemekanın içine koyduktan sonra, nihayet içi yağlı Esans dolu büyükçe bir Şişede karar kıldı. Kutunun iç-yanından aldığı bir İğne Enjeksiyonunun Pistonunu itip-çekip içindeki artık Kokuyu Havaya saldı. Kaz Dağlarının Efsanevi Çam Fıstığı Ağacının Bademsi Reçine kokusu Philipp’in Burnunu okşadı. Esansçı, her Zamanki Ciddiyetiyle İğnenin Ucunu, Şişenin Mantarını açmadan içine daldırdı ve bir Fiske yağlı Suyu çekti. Artanı tekrar Şişeye geri pompalayarak bir Kuyumcu Hassasiyetiyle Sıvının Seviyesini Enjeksiyonun Şırınga Camının Çentiklerinde dikkatle izledi ve Pistonu belirli bir Mesafede durdurup, İğnenin Ucunda sallanan Şişeyi Yukarı, Baş aşşağı kaldırdı. Ölçeği tekrar Işıkta özenle kontrol ettikten sonra, Şişeyi İğnenin Ucundan çıkardı ve Masanın üzerine koydu. Aynı Anda Elinin içinde gizlediği küçük Şişe de Baş ve İşaret Parmağı arasında birdenbire beliriverdi. Esansçı İtina ile Şırınganın içindeki Yağlı Parfümü bu küçük Şişeye doldurduktan sonra, Kutudan minik bir Plastik Kapak alıp aynı Eliyle burgulayarak Şişeyi sıkıca kapattı ve Phillipp’e uzattı;
"- Buyur."
"- Teşekkür ederim. Ben Parfüm kullanmıyorum."
"- Hanımınız için. Yolda lağyım olur." O, Helen’i görmemişti ki, nereden bilsin? AcabaTakipmi etmişti onları? Bu Esans Şişeside neyin-nesiydi? İhtiyar Phillipp’in Düşünceli Yüzüne dikkat bile etmeden , Şırınganın içindeki Havayı tekrar dışa pompaladı. Bir Buğu halinde onun Başına yavaşça inen Kokunun Eşliğinde, kısık bir Sesle, sanki bir Sır verircesine;
"- Ayvalık Çarşısına gıdin! Orada size biri birşey verecek..." Bu kadarıda fazlaydı. Tatilmi yapacaklardı, yoksa Bilmecemi çözeceklerdi? Kızan Phillipp Ayağa kalktı;
"- Otur Oğul, otur!" Acelen ne? Seni Yüzyıllar Boyu beklediler, biraz daha bekleseler ne çıkar!"
"- Kimler?" diyemedi. Acaba Havaya yayılan Esansın tesirindenmiydi bu? İhtiyar Çayından son Yudumunu alarak;
"- İç Çayını bak Soğuyacak!" Phillipp itirazsız Yerine oturdu. İhtiyar itina ile Masa üzerinde duran Alet ve Malzemeleri Cemekan içine yerleştirmekteydi. Yüksük büyüklüğündeki küçük Esans Şişesini İşaret Parmağı ile Phillipp’in önüne doğru sürerek;
"- Buyur." dedi ve alması için Başı ile Tasdik etti. Alıp, Borcunu soran Phillipp’e hayranlıkla bakarak;
"- Akçe’yi bana bir Göster, yeter!" diye gülümsedi. İşler gittikçe karmaşık olmaya başlamıştı;
"- Haydi,Helen’i gördü dyelim! Peki Akçe’nin bende olduğunu nereden biliyor bu Adam?" diye düşünürken, İhtiyar;
"- Lütfen." diye Ricasını tekrarlayınca;
"- Nasıl olsa, göremiyecek!" diye neşelenen Phillipp Ceketinin iç Cebindeki Akçe’yi çıkardı ve ona uzattı. İhtiyar Yaşlılığına uymayan bir çevik Hamle ile geriye sıçradı. Nerdeyse Sırt üstü Yere düşüp yuvarlanacaktı. Zorlukla Bastonuna dayanarak iki-üç Sallantının Desteğiyle anca Ayakta durabildi. Nefesi daralmış bir Sesle;
"- Dur, Oğlum dur!" Ona sadece çok az Kişi Elini sürebilir." deyip uzaktan Akçe’yi hayranlıkla seyretti. Masaya itinalı küçük Adımlarla yaklaşıp, Phillipp’in Elinde duran 4,5 santimetre Çapında bir Madalya büyüklüğünde olan Bronz Akçe’ye doğru eğildi. Nerdeyse Burnu değecekti;
"- Garip?"
"- Nesi garip bunu İhtiyar?"
"- Septimus Severus..." oldu Cevap.Phillipp şaşırmıştı. Onunda gayet iyi bildiği gibi bu Bronz Akçe hakikaten Milattan önce 193-211 Yıllarında Roma İmparatoru Setişmus tarafından bastırılan ve Dünyada sadece 2’si Berlin’de, biri Londra’da olan 3 Adet Akçe’den biri idi. İhtiyar, Phillipp’în Düşüncesini sanki Yüzünden okumuş gibi sordu;
"- Yani onlardan birimi?"
"- Neden olmasın?" Phillipp’in içinde doğmaya başlayan yumuşamanın tesiri ile bu Cevabı Sarhoş gibi söylediğini hissetti;
"- Öyleyse şimdi Müzelerden birinde, bir tane eksik!" Phillipp Meseleyi hiç bu Yönden düşünmemişti. Parfümün Uyuşturucu Etkisi altında , Kelimeleri yayarak ve yuvarlayarak zorla Ağzından çıkarabildi;
"- Belkide yeni Buluntu?"
"- Bence öyle ama..."
"- Aması ne İhtiyar?"
"- Ortadaki Adak Fırın Taşının arkasındaki Sütunların üstündeki Kemer?" Hakikaten, Berlin’deki diğer Benzerinde, Akçe’nin Septimus Tarafından Bastırıldığını Temsil eden süslü bir Alınlık vardı. Onun Yerine bu Akçe Üzerinde , Parmak Ucu Büyüklüğünde bir Boşluk duruyordu;
"- Merdiven Basamaklarıda 7 Tane!" Phillipp, İhtiyarın bu Garip Cevaplarından çok, onun bu Akçe üzerinde olan Detaylı Bilgisine şaştı. İhtiyar devamla;
"- Aslında 6 Basamak vardır, Orjinalinde!" diyerek Sözünü bitirdi. Phillipp sağ Elinin İşaret Parmağı ile Basamakları sayarken;
"- Dikkatli ol!" diye bir Ses duydu;
"- Neden?" diye Soru sormaya bile Vakit kalmadan , Parmağı bu iki Sütunun arasındaki Boşluktan içeri kayıverdi. Karşı koyamadığı bir Kuvvet şimdi onun Vucudunu bu İşaret Parmağının Ekseninde hızla döndürerek Akçe’nin içine doğru çekmekteydi. Kısa bir müddet Pervane gibi hızı artarak dönerken tüm Görüntüler silindi. Fırıldağın Şiddeti ile İlkin Gözleri karardı. Sonra yardı bu Karanlığı, Nefesi daraldı ve Şuurunu kaybetti Phillipp.
Gözlerini açtığında geniş Kumlu bir Sahildeydi şimdi. Bir Elini Alnının üzerine Siper ederek, kızgın Güneşin Işınları tarafından kamaşan Gözlerini koruyarak Mavi Göğe baktı. Mavilikler koyulaşarak Laçivertin huzursuz Tonlarına büründüler. Bu Boşluğun Gök değil Deniz olduğunu fark etti Phillipp. Karşı Kıyının Coğrafi konumuna ve Sahile yakınlığına bakılırsa , burası bir Boğaz da olabilirdi. Kaşlarını çatarak, Göz Kapaklarını kısıp, Belleğini bileyince;
"- Çanakkale Boğazı!" diye mırıldfandı. Kumlar üzerine çekilmiş büyük-küçük Kayıklar , geniş ve yüksek Sırıklar üzerine yayılmış Balıkçı Ağları, Kalın Kalaslarla desteklenerek Kalafata alınmış Büyük Tekneler, Araları Çamurla sıvalı alçak Taş Duvarlı Bahçeler, üstü uzun Saman Balyaları ile örtülü Damlarıyla basık Barakalar bu Sahile seyrek aralıklarla serpilmişti. Kumun bitip yeşilliklerin başladığı Bayırda ise uzun Etekli ve Başörtülü bir Kadın kucağındaki çocuğunu hafifçe yana sallayarak uyutmaya çalışıyordu. Yanında duran Antik Yunan Askerleri ise, uzun Mızraklarına dayanmış , Rüzgarın dalgalandırdığı kısa beyaz Etekliklerine aldırmadan , Boğazın girişindeki bir Yeri gözlüyorlardı. Kadının Başına örttüğü Şalın bir Ucu Boğazına dolandıktan sonra Omuzu üzerinden çapraz bir şekilde sol Göğsünün altından geçerek , belindeki ince-keten-burgu Kemerinin altına sıkıştırılmıştı. Ensesinden yukarı doğru topladığı uzun Saçlarının Topuzu , Başörtüsünün altında onu daha boylu gösteriyordu.
Phillipp’in Kulaklarına büyük bir Boynuzdan yada İstiridye Kabuğundan üflenen bir Uğultu takıldı;
"- YOUHĞ1" Bu tek Tonlu, yükselip-alçalan ve azalıp-çoğalan Savaş Sireni onun Kulak Zarlarını tırmalayınca, korkudan Ayakları Yerden kesiliverdi. Gerçektende bu Boğazın karşı Kıyısından onlara doğru 2-3 Direkli beyaz Yelkenleriyle Savaş Gemileri geliyordu. Uzun Gövdelerinden çıkan tekli-çiftli-üçlü Kürekleri çekerek kayarak ilerlemekteydiler. Phillipp Başını çevirip arkasındaki Askerler ve Çocuklu Kadına bakınca, onların küçülerek uzaklaşmış olduğunu fark etti. Kıyıyı kesen Kum Sahili ise, şimdi onun Kanatlatı altında idi;
"- Kanatları altında?"Bu Düşünce ile yanda onu takip eden diğer Martıya baktı. Oda meraklı Gözlerliyle aşşağıdaki Boğazın karşı Kıyısına geçmeye çalışan Yelkenli Savaş Gemilerini gözlemekteydi. Boğazdaki akıntının Marmara Denizinden Ege’ye doğru aktığına ve Rüzgarın ters istikametten estiğine göre, bu Savaş Gemilerinin Yan-Yan belirli Mesafelerde karşı Kıyıya kaymalarına şaşmamak gerekti. Oda, diğer Martı gibi bu Rüzgarı Omuz üstünden Kanatları altına alıp, çarpmadan Deniz üstüne doğru alçaldı. Gemiler her iki yanlarından sarkan sık Küreklerini ters yönde Boğazın dalgalı Sularına daldırmış, birkaç Pazulu Askerin Zorlukla tuttuğu Dümen eğiliminde Anadolu Kıyısındaki bir Koya doğru Geminin Burnunu sabit tutmaya çalışıyorlardı. Eğer Çanakkale Boğazının Ege çıkışındaki Sigeion diye anılan, bugünki Kumkale ve Güzelyalı arasındaki doğal Koyun Ortasını bu Usta Manevra ile tutturamazlarsa , ya Kayalıklara çarpıp parçalanacaklar, yada Kuma oturup yan yatacaklardı. İşin en kötüsü ise,Ege’ye fırlamakta vardı İşin içinde! Böylece Sığ Truva Sahilinin açığında demir Atmak zorunda kalacaklardı. Yada 20-30 Kilometre uzaktaki Beşik Körfezine sığınıp aynı Yolu tekrar geri tepeceklerdi.
Phillipp’in Gözü en önde 3 Direkli, 70 Metre uzunluğundaki büyük Gemiye takıldı. Bu Gemiyi;144 cessur Yürekli İnsan, iki Kat üst-üste, sağlı-sollu, ve yan-yana 24 Sıra Kürekle öne doğru çekiyorlardı. Biraz daha yaklaşınca bu 3 Yelkenli geminin Burun Ucunda ince, uzun, sivri bir dirtek üstünde kıpırdamadan bir Heykel gibi duran, Mavi Gözlü, sarışın kıvırcık Saçlı Komutanı gördü;
"Eğer onu Elindeki
Yelkenlerden gelen Sicimler bir bıraksalardı
o, ince uzun Bacakları üstünde yaylanıp-sıçrayarak,
Dalgaların üstüne atlayacak
Gemiyi tüm Yelkenlerinden asılarak
öne doğru çekecekti.
Geliyordu,
19 Yaşında bir Mekadonya Kıralı
Peşıne takarak tüm Yunan Kırallarının Ordularını
ve onu İran İşgalinden kurtarmak için, Anadolu’ya doğru.
Poseydon, Denizlerin ve Rüzgarın Hakimi bile;
"- Ne yüksek Dalgalarım, nede karşı koyduğum sert Rüzgarlarım
durduramadı bu Komutanı!" diyecekti bir Gün Zeus’a
ve onu övecekti,
-Birinci Bölümün Sonu-
YORUMLAR
Güzel bir hikaye.
İnanıyorum ki,
çok enteresan ve sürükleyici bir realite ile okuyucularını kucaklayacaktır.
Nefis bir anlatım.
Ancak,
bir düşüncemizi de burada dile getirmeliyiz diye düşünmekteyiz.
Yorum,
sadece övgü cümleleri ile sınırlı kalırsa,
ya da,
düşüncelerinizi gerçek cümleler ile dile getirmiş iseniz,
hem yazarını, hem de kendinizi kandırmış olursunuz diye düşünmekteyiz.
Kahramanımızın parmağı, madalyonun bir yerine değdiğinde, bir boşluğa düşmeye başlamıştı ya;
işte o kısma kadarki kısım, müthiş ilgimizi çekti, inanılmaz bir haz alarak okudum.
O kısımdan sonraki masalsı anlatım, en az önceki bölüm kadar güzeldi ama,
bizim ilgimizi çok çekmedi doğrusu.
Bu satırların yazarı,
hayatın gerçeğini çok daha başarılı kaleme alıyor bizce.
Ya da,
bizim ilgimizi o yöne yoğunlaştırdı mükemmel sunumu diyelim.
Sonuç olarak,
mükemmel bir hikaye.
Bu gün sayfaya asılan yazılar ile karşılaştırdığımızda,
nasıl da kendini ön plana çekiveriyor hemen.
Gönlümün,
güne gelen yazısı olsun.
Yazarını gönülden tebrik ediyorum.
Oğuz Can Hayali
Yorumunuzda çok haklısınız. Ben İnsanlarıma duyduklarımı anlatmakta hiç zorluk çekmiyorum. Ama onları anlamak çok zor. Birde buna benim "İleriye itik Dik Kafamı" da eklerseniz, bu Zorluk bana dahada Çelme takıyor.
Diyelimki; 50 Yıllık Ülkemden uzak kalmanın Bahanesi... Buna pek kendimde inanmıyorum ya, yeni bir Şey yapmak uğruna, eski güzellikleri Göz Ardı etmenin Vefasızlık olduğunu bildiğimden, inanın Kalemim hep Anadolu'yu özlemiştir.
Şiirle kalın.
Kara Zurna