- 1495 Okunma
- 13 Yorum
- 0 Beğeni
MUSA FİRÂRDA
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Tatlı bir kaşıntıyla kenarda durdu ve etrafından geçen insanlara aldırmadan zevkle kaşınmaya başladı. Kaşınmak onun için artık çok sıradan bir iş olmuştu. Köpeği Karabaş geldi aklına. Karabaş da durmadan kaşınırdı. Bir deri bir kemik olmasına rağmen vücudunu taşımakta zorlanır, titreyen bacaklarıyla ayyaşlar gibi köyün tozlu yollarında, hem kaşınır, hem de yürümeye çalışırdı zavallı köpekçik… Yanından kadınlar, erkekler, çocuklar gelip geçiyordu. Denize ve bu şehre geldiği günden bu yana bakmaya doyamıyordu. Denizi ilk kez görene kadar mavinin bu kadar güzel olduğunu fark etmemişti. Deniz kadar güzel kadınlar da vardı bu şehirde. Yanından geçerken erkeklerin ve kadınların kokuları yayılıyordu görünmez bir hâle halinde. Bambaşka bir dünyanın kokusunu hatta belki de cennetin kokularını sürünmüşlerdi. Geldiği köy yerinde herkes ter ve yıllanmışlık kokardı oysa. Sarışını, esmeri, kumralı, uzun boylusu, hepsi birbirinden güzeldi. Anası aklına düştü ansızın. Kara kuru, her yanı sarkmış... Yaşını hesap etmeye kalkardı ara sıra da kafaları karışırdı. Sen de yetmiş, o desin seksen… Yüreğine ince, keskin, bir acı sızı yerleşti. O ölmeseydi Musa gelir miydi bu koca şehre?
Denize baktı yeniden. Ne zaman can sıkıcı bir düşünce yerleşirse kafasına, denize bakıyordu. Deniz onu rahatlatıyor, yatıştırıyordu sanki. Akşam olmak üzereydi ve kızıllık binaların ardına saklanma telaşındaydı. Martılar, çığlık çığlığa kendi dillerinde ağıtlarını yakıyorlardı. Bir yolcu vapuru, içindeki yolcularıyla suları yara yara ilerliyordu. Musa’nın gözleri geçmişin acılarıyla ve yürek sızılarıyla ferini yitirmiş gibi ölgün, mutsuz bakıyordu. Onun için bu şehir belki kurtuluştu, belki de kendinden, kimliğinden, geçmişinden kaçıştı. Bakışları yeniden uzaklara takıldı. Geleli bir hafta olmuştu bu şehre. Adını koyamadığı bir sıkıntı dolaşıyordu yüreğinde. Geride bıraktıklarını mı özlüyordu yoksa? Kimi özleyecekti ki! Huysuz, aksi babasını mı? Hiç olmayan sevdiceğini mi? Ölen anasını mı? En çok anasını!!! Elini cebine attı. Para aradı. Bulamadı. Ters yüz etti cebini; umut dünyasıydı ne de olsa. Kalan en son parayı kaldığı bitli otele verdiğini hatırladı, canı sıkıldı. Zaten kaşınmasına neden olan bitleri de oradan almamış mıydı? Nereden aklına gelmişti şimdi o bitler. Yine kaşınmaya başladı. Gece olmak üzereydi ve sokaklar insanlarla doluydu. Çoğunun keyfi yerinde gözüküyordu. Olmayanları da vardı mutlaka. Tıpkı kendisi gibi, karnı aç, yatacak yeri olmayan bir sürü tanımadığı insan olmalıydı. En doğrusu, açlığını aklına getirmemekti. Geçici de olsa yatacak, onu barındıracak bir duvar dibi vardı şimdilik. Acele etmeli, ondan önce davranan bir berduş gelmeden, yerine sahip çıkmalıydı.
Adımlarını zor atıyordu. Bütün bir günün gönül yorgunluğu binmişti bedenine. Nereye gittiğini bilmeden amaçsızca yürümüştü bütün gün. En sonunda açlıktan adım atacak hali kalmadı. Üşümeye başladı Musa. Gece; soğuk, karanlık ve ürkütücüydü. Yakınlardan bir yerlerden köpek havlamaları geliyordu. Gözleri kendiliğinden kapanmaya başlamıştı. Hızlı hızlı yürüyerek surların dibine ulaştı. Gezdiği yerlerin aksine koyu karanlık ve pislik içindeydi ulaştığı yer. Solumak zorunda kaldığı pis koku midesini bulandırmıştı. Mide bulantısının sebebi açlıktan olmalıydı. Bastığı yere dikkat etmeliydi. Her adımda, takılıp düşeceği taş, kaya, çöp veya evsiz biri çıkabilirdi. Uykusu da gelmişti üstelik. Karanlığı aydınlığa kavuşturacak yeni güne sağ salim çıkması gerekliydi. Duvarın dibine sindi; eprimiş ceketini üstüne örttü. Çok üşüyor, başı dönüyor ve hâlâ midesi bulanıyordu. Çatısı olmasa da burası onun evi sayılırdı. Buraya kusmamalıydı. Zorlanarak kalktı ayağa ve koşarak uzaklaştı. Az ötede kustu. Biraz rahatlamıştı. Bembeyaz kusmuğunu gördü alacakaranlıkta ve iğrendi. Yüzünü buruşturdu belli belirsiz. Adım atacak hali yoktu. Ayaklarını sürüyerek yerine geldi ve boylu boyunca yere attı bedenini. Burada kalacaksa eğer, altına onu koruyacak şeyler sermeli, bulmalıydı kendine. Başı ağrıyor, midesi yine bulanıyordu. İnsanlara, düzene, fakirliğe ağız dolusu küfretmeye başladı. Gözlerini açamıyordu ve yeniden üşüyor, çeneleri birbirine vuruyordu. Yıldızlara gözü takıldı. Canlısı, cansızı, uzağı, yakını, küçüğü büyüğü Musa’ nın acınası halini seyreder gibi bakıyorlardı adeta.
Uyandığında, başında onu izleyen, kendi gibi pejmürde insanlar vardı. Kıpırdanmaya çalıştı, olmadı. Her yanı ağrıyordu. İçlerinden birisi eğildi.
- İyi misin gardaş? Korkuttun bizi. Öldün sandık!
- Çok iyi değilim. Üşüttüm galiba. Bir de açlık kesti amanımı.
- Hem de iyi üşütmüşsün gardaş. Biraz daha uyanmasaydın polise haber verecektik.
- Ne zamandır yatıyorum.
- Bilmiyorum. Gece gördük seni. Geceden beri başındayız.
- Allah razı olsun hepinizden.
- Uykunun arasında çok bağırdın ve çok küfrettin.
- Allah Allah! Demek ki baya baya kendimde değilmişim.
- Neyse! Kefeni yırttın bu günlük desene. Yenisin galiba buralarda.
- Yeni sayılırım. Bir hafta oldu geleli.
- Belli halinden zaten. Alışırsın. İstanbul, cazibeli kadın gibidir. Alıştırır seni de kendine. Sonra başka yere gitmek istemezsin. Ha! Kendine dikkat et bu arada. Yenisin, kata külliye gelmeyesin. Cilanı bozarlar, demedi deme.
- Nasıl? Ne demek istedin gardaş anlayamadım.
- Benden bu kadar, zamanla anlarsın paşam. Hadi eyvallah! Kendine dikkat et.
- Sağ ol gardaş. Bir şey soracağım ama nasıl desem ki! Parasız kaldım. Yevmiyeyle çalışacağım bir iş nerede bulurum?
- İş mi? Gardaş seninle bize kim iş verir. Şu haline baksana! Bu kılıkla bize iş verirler mi sanıyorsun. İnşatlara adam arıyorlar ama bu bedenle yük de taşıyamazsın. İki seçeneğin var. Ya hırsızlık yapacaksın ya da geldiğin yere geri döneceksin. Bu şehir böyle gardaşım; ne ölün ne dirin para etmez burada. Garibansan yaşamaya hakkın yok. Anasını sattığımın dünyası böyle… Hadi eyvallah. Yürüyün lan. Kendimize yapacak iş bulalım.
- Sağ ol gardaş yine de.
Yolda yürüyüşleri ezikliklerini, surat ifadeleri dünyaya öfkelerini ele veriyordu. Arkalarından bakarken hâlâ adamın ne demek istediğini çözmeye çalışıyordu. “Cilanı bozarlar!’’ sözünün anlamı ne olabilirdi ki? Ayağa kalkmaya çalıştı. Birinci deneme olmadı, fiyasko ve kıçının üstüne düştü. Kendini topladıktan sonra tekrar denedi ve bu kez başardı. Bütün gücü tükenmişti sanki. Çaresizdi ve İstanbul’a mahkûmdu. Etrafına baktı gün ışığında bir kez daha. Önce karnını doyurmanın sonra kalacak bir yer bulmanın kısaca hayatta kalabilmenin bir yolunu bulmalıydı.
Dermansız dermansız yürüyordu, uyuz bir hayvan gibi bedenini sürüklüyordu. Yine köpeği Karabaş’ı hatırladı. Yanından köpeğini gezdiren süslü bir kadın geçti. Kadının kokusunu içine çekti. Bir kez daha cenneti düşledi. O anın tadını çıkarmaya çalıştı, köpeğin ince yaygaracı havlaması ile kendine geldi. Sahibi bir çocuk gibi giydirmiş, süslemişti. Kendinden daha şanslıydı o köpek ve köpeği Karabaş’tan da... Köpek de; köpek değil de o kadının çocuğu gibi olan kimliğinden hoşnut görünüyordu. Kafasını sallayarak yürümeye devam etti. Önünde sarmaş dolaş yürüyen iki gence gözü takıldı. Birbirlerini şimdilik sevdikleri belliydi. Ama zamane aşkları kısa sürüyordu, onu da biliyordu. ‘’Sevgilim’’ sözcüğünü ne o, ne de başkası onun için kullanmıştı. Yokluk hayatındaki her şey de vardı; ekmeğinde, işinde, başının üstünde bir çatı olmayışında ve gönül evinde…
Yorulduğunu hissettiğinde kaldırıma oturdu. Bu şehrin insanları da şehir gibi çok garipti. Kimse ondan rahatsız gözükmüyordu ya da farkında değillerdi. Bu düşüncelerle boğuşurken, yere düşen demir paranın sesiyle kendine geldi. Dilenci sanmışlardı onu. Hiç tepki vermedi ve oturmaya devam etti. Bugüne kadar kimseden karşılıksız para almamıştı. Köyde ırgatlıktan aldığı paralar da onun emeğiydi. Aldığı para az olsa bile sigara parasını ayırır kalanını anasına verirdi. İnsanlara bakmamaya çalışıyordu. Halinden utanıyordu. Ama gel gör ki açlıkta perişan etmişti bedenini. Göz ucuyla madeni paraya baktı. Biraz daha bekledikten sonra parayı aldı ve kalktı. Elindeki madeni parayla az ötede satış yapan simitçinin yanına gitti. Taze simidin kokusu açlığını daha da kamçılıyordu. Paranın tamamı, ancak bir adet simit almaya yetmişti. Bir solukta hepsini yedi. Ayaklarının titremesi geçtiğinde, sabah konuştuğu adamın öğütleri aklına takıldı. Ama köye dönemezdi. Yaşamak ve karnını doyurmak için bir çare bulmalıydı.
YORUMLAR
Yaşamak için mi, yaşatmak için mi bu dünya ?
Büyük şehirlerin giderek insanı kendinde unutturması ve belki de dünün düşünü bir ekmek arasında hayal etmek.
Bir gününü kurtarmak ve yarın için yaşamak.klasiklerin arasına giren ''Açlık''ta
Hamsun’u belki de yaşadığı dönemden, birilerinden, diğerlerinden hatta inananlardan, ne kadar üstün göstermiş değil mi? Utanma duygusunu umuduyla nasılda yol arkadaşı yapmış. Aslında açlığın, bedenin ihtiyacı olduğunu, umudun ise ruhunu nasıl da özgürleştirdiğini gördük. Keşke hep öyle aç kalabilseydik.
Tebrikler
Saygılar, sevgiler
Nermin Kaçar
Değerli yorumun ve ziyaretin için teşekkür ederim. Selam ve sevgilerimle.
Nermin Kaçar
Değerli yorumunuz için teşekkür ediyorum. Selamlar
Yazdığı öyküleri bir nakış gibi işleyerek emek harcayan yazarlardan biridir Nermin hanım; her yazdığı keyif verir. Ben genelde yapılan hataları tespit etmeye ve hyazmaya meyilliyimdir.Nermin hanımın yazılarında ise önemli bir hataya hiç rastlayamam. Gene de,"Yanından; kadınlar, erkekler, çocuklar gelip geçiyordu. " cümlesinde o noktalı virgülün ne işi vardı, anlayamadım...Değerli yazarımı tebriklerimle selamlıyorum. Takibe geçtik...SAYGIYLA
EK NOT: KIRMIZI KURDELEYİ ARADA SIRADA TAKTIKLARINA BAKMAYIN; SİZİN HER YAZINIZ KIRMIZI KURDELEYİ HAK EDİYOR. TEBRİK EDERİM.
.
kemnur tarafından 1/4/2015 12:05:40 AM zamanında düzenlenmiştir.
Nermin Kaçar
Nermin Kaçar
Sosyal çelişkiyi garibanların dünyasına girerek yalın bir şekilde kaleme almışsınız. Kalem, oldukça akıcıydı, bir an için Dosteveskinin eserlerini okur gibi hissettim kendimi. Öz ve biçim uyum içinde, tereyağından kıl çeker gibi kelimeler, ifadeler yerli yerindeydi.
Şahsen okurken büyük haz duydum. Tebrikler.
Nermin Kaçar
Gayet güzel başladınız, Nermin Hanım. Umarım ki, güzel bir seri daha okuyacağız Defter'de...
Tebrik ve selâm ile.
Nermin Kaçar
Böyle işte...
Böyle işte yaşamak, yaşamaya çalışmak...
Hele de büyük şehirde...
Hayattan küçük bir kesit sunulmasına rağmen,
nasıl da etkiledi bizleri realite.
Oysa,
her yaşadığımız gün,
çevremizde ne çok dram var bu küçük hikayede sergilenene benzeyen.
Ne çok gariban, sefil insan yaşamakta çevremizde.
Ne demeli?
Anadolu'nun küçük yerleşimlerinin güzel kültürlerini,
insanlara yardım etmenin erdemini mesela,
asla taşıyamadık büyük kentlere.
Hüzünlü bir hikayeydi.
Nermin Kaçar
Nermin Kaçar
İlk sayfa bitti,
Sürükleyici olarak besbelli... Devamını bekliyoruz
Sevgiler,
Nermin Kaçar
Yüreğine ve kalemine sağlık Nermin kardeşim..
Zımba gibi bir Romanın başlangıcı kokusunu alıyor gibiyimmm :)
Gelecek bölümleri heyecanla bekliyorum..
Varolasın
Selamlarımla yüreğimin asil roman ve hikaye yazarı kardeşime.. uzaklardan...
direnis tarafından 1/3/2015 1:28:38 AM zamanında düzenlenmiştir.