YENİDEN KAVUŞMANIN SONSUZ MUTLULUĞU...
Yine o kaos dolu günlerden birini yaşamaktaydı.
Bedbin, huzursuz ve mutsuz bir ruh hali adeta esir almıştı bir daha.
Hani şu özdeyişte olduğu gibi “boşa koyuyor dolmuyor, doluya koyuyor almıyor” hesabı bir durum.
Böyle bir kendi kendine cebelleşme anında mırıldanarak konuşmaya başladı, iç sesi;
-“Lamı cimi yok, yeteneksizsin işte. Ne istedin hayattan. Karşılığında istediğini elde etmek için ne yaptın. Ne kadar çaba sarfettin ki bugün hayıflanmaktasın haline.” deyiverdi, söyleminden damlayan o zehirli sözcükleri akıtırcasına yüreğinin içine.
-“İyi de” dedi iç sesine dönerek,
-“Haklı da olabilirsin, ancak böyle mi olmalıydı?. Bir ben miyim gereğini yapmayan ve bu lanet olası hale mahkum sürünen. Bir ben miyim??”
-“Sen” dedi diğeri..”Sen ne ekti isen onu biçmektesin elbette. Daha ne bekliyordun ki, hiçbir şey katmadan hayatına kimsenin, ne umabilirsin gelecek günler adına, ne hakla ve hangi sebeple ?” diyerek çıkıştı acımasızca.
Bir sis bulutunun ortasında kaybolurcasına, iyiden iyiye gömüldü kendi içine. Bu duygular eşliğinde, elindeki fotoğrafa bakarak, kıymetten düşmüş bir eşya gibi savrulup gitti kendinden. Sonra, upuzun bıraktı kendini pencere kenarında oturmakta olduğu kanepeye. Elleri göğsünde birbirine kenetlenmiş, gözleri pencerenin dışında uzak ufka dalıp gitmişken, yeniden konuşmaya başladı, o hiç duymaya tahammülü olmayan iç sesi;
-“Bak” dedi.“Hala aynı makamdan hüzün melodileri söylemekte yüreğin. İşin kötüsü hiç yadırgamamaya da başladın bu hali. Kendine acımaya ne de çok meraklı imişsin. Sanıyorsun ki milletin sana vah demesi ile onarılacak, yıkık dökük hislerin. Geri dönecek diye umuyorsun çekip gidenler yanından. Daha çok zaman eskitirsin bu gidişle ve kimbilir daha nice kayıplara uğrarsın, asla nedenini bilmeden.”
Düşündü, düşündü ve adeta işkence ediliyormuş gibi bir inilti eşliğinde;
-“Haklı” dedi. Şu yaşamakta olduğum mutsuzluk sadece bana ait sebeplerden ötürü.”
Sonra daldı gitti ufukların uzaklarında bir yere.
Bir süre öylece kalakaldı.
Ardından, her zaman olduğu gibi, yine o gülümseyen yüzünü gördü özlediğinin. Her zamanki gibi bakıyordu. İçten, sevecen ve aşk ile bir bakış.
Ancak bir kırıklık vardı yine o tebessümle çiçeklenen dudaklarının kenarında. Dahası gözlerinin derinlerine daldığında o defalarca gördüğü yoksunluk ifadesinin izlerini fark etti, içi burkularak, inceden.
Kötü hissetti kendini. İşte bu noktada iç sesi yakaladı bir daha yüreğinden, zalimce. Adeta pusuda beklercesine, can evinden vurmak üzere yeniden;
-“Bak” dedi “Bak ve gururlan eserinle. Seni bu denli seven insana neler yaptığını ve onu ne hale getirdiğini gör.”
******
İstemsizce yanmakta olan göz pınarlarını saklamak istercesine, kapattığı göz kapaklarının içinden bir film şeridi gibi gelip geçmeye başladı yaşadığı ve yaşattığı olayların tamamı.
Onunla tanışması, birbirlerini ölesiye sevmeleri, olayların seyri ve gelinen son nokta.
Çok kırılgan ve nahif bir kalbi vardı.
Yanı sıra, alabildiğine sevecen dost ve arkadaş canlısı bir kişilik. Ruhu daraldığında veya bir çıkmaza girdiğinde sığınabileceği ve kendini huzurlu hissedebileceği tek liman. Onunla bütünleştiğinde dünyalara sığmayan bir azamet. Yokluğunda hiçbir kıymeti harbiyesinin olmadığını bildiği o canım yaratılış.
Dahası sevdasının bir benzeri olmayan. Sevdiğini sonuna kadar sahiplenen bir coşkun yürek. Sevdiğinin gözlerinde bir mutsuzluk ifadesi gördüğünde yeri yurdu ateş olan emsalsiz sevgili. Özü, sözü, hali, tavrı özlenilesi, bir can yoldaşı.
Onu düşündüğünde dahi yaşadığı sınırsız mutluluk.
*****
Altı ay gibi bir süre öncesinde ayrılmıştı yolları. Olmayası basit bir ego patlaması sonucunda kırmıştı sevdiğini. O an, sebebini kendisinin de anlamlandıramadığı hırs ve hiddetini mağlup edememişti nedense.
Bu durum karşısında büyük bir şaşkınlık yaşayan ve yaşadığı hüzün deryasında adeta boğulan sevdiği, kısaca,
-“Ben artık yokum” diyerek usulca ayrılmıştı karşısından.
Gidiş o gidiş. Ne kendisi arama cesaretini gösterebilmiş, ne de sevdiğinden bu anlamda tek bir haber alamamıştı o günden beri. İşin kötü tarafı, olan biteni düzeltmek konusundaki davranma cesaretini de yitirmişti.
Oysa ki en başta ne kadar kolay belli etmişti kendisini. Duygularını bardaktan boşalan yağmur sağanağı gibi anlatmıştı sevdiğine. Hiç nefes almadan, bir büyük heyecan eşliğinde.
O gün, evet işte o gün dünyaya yeniden geldiğini hissetmişti coşkuyla. Çünkü sevdiği de karşılık vermişti duygularına. Dünyalar onun olmuştu ve hayattan başka bir beklentisinin olamayacağı hissini yaşamıştı alabildiğine.
Ya şimdi?. Kaybetmişti onu. Yalnız onu değil hayata dair heveslerini ve hedeflerini de kaybetmişti yanında. Var ile yok arası bir yerde, hiçbir izi olmadan tükeniyordu hayat.
******
-“Ben ne yaptım” diye inlercesine söylendi bir daha kendi kendine.
-“Nasıl bu kadar kolay kaybedebildim onu. Arasam, acaba arasam ne der. Bağışlar mı beni. Yok, yok asla affetmeyecek..”
Eli kaç defa telefona gitmişti de bir türlü kendini affettirmek için gerekli olan cesaret ve teşebbüste bulunamamıştı.
Evinin ve işyerinin çevresine dolaştığı, sabah işe giderken veya akşam evine dönerken uzaktan uzağa izlediği zamanlar sayısızdı.
Sonrasında göremez oldu sevdiğini hiçbir yerde. Semt mi değiştirmişti acaba. Yoksa bir başka şehre mi yerleşmşti. Bilemiyordu.
Günlerdir yaşadığı özlem ve hasretlik duygusu ile yüklendiği stres yiyip bitirmekteydi. Tükenme noktasına gelmişti adeta. Yüreğinden kopup gelen bir feryat ile
-“Tanrım, bir şans, son bir şans daha. Onu bir kez daha görmeden veya sesini bir kere daha duymadan canımı alma” diye yalvarırken, gözlerinden boşalan yaşlara mani olmadı bu kez. Sarsıla sarsıla ağlamaya başladı. Gözlerinden oluk gibi yaşlar boşanıyordu.
*******
Kederine öylesine teslim olmuştu ki, biteviye çalmakta olan telefonun sesini ne kadar zaman sonra duyabildi.
Hiç kimse ile görüşmeye veya bir başka ses duymaya hiç tahammülü olmadığı halde, her nedense kimin aradığına da bakmadan kulağına götürdüğü telefona o kırık dökük sesiyle “aloo” diye sesleniverdi zoraki.
Karşıdan arayan, kısa bir sessizlikten sonra, üzgün, titrek ve yoksun bir ses tonu ile;
-“Her ne olursa olsun, seni seviyorum, seni özlüyorum ve sana çok ihtiyacım var” diyebildi.
-“Aman tanrım.. Sen.. Sen misin ??” diyebildi sadece..
-“Evet” dedi canından çok sevdiği. “Evet benim. Seninle her zaman gittiğimiz yerde o koca çınarın altındaki masada bir başınayım. Sana öyle ihtiyacım var ki.”
Kalbi çıkacak gibi oldu yerinden. Kan çanağına dönen gözlerinden akan yaşlar henüz kurumadan, şimdi bir başka sebeple çok daha fazlası ıslatmaktaydı, hatta yıkamaktaydı yanaklarını.
Eli ayağı birbirine dolaşmış halde, fırlayıp kalktı ayağa. Ayakkabılarını giydi, üzerine başka ne aldı, neyi alamadı bilemeden, attı kendini kapının dışına. Bir büyük hızla merdivenlerden aşağı koşmaya başladı. Apartmanın dışına çıktı. Caddenin karşısındaki taksi durağına yöneldi. Hem ağlıyor, hem de çılgınca koşuyordu. Farkında değildi şu an nerede olduğunun. Bildiği tek şey en kısa zamanda o çınar ağacının altındaki masada oturmakta ve kendisini beklemekte olan sevdiğine ulaşmak isteği idi.
******
Yeniden kavuşmanın o sonsuz telaşı ile sağına soluna bakmadan koşarken bir “kütt” sesi ile sarsıldı. Ayaklarının yerden kesildiğini ve havada ne kadar uçtuğunu bilemedi bile. Aklında sadece sevdiği vardı ve şu an itibariyle tek zihni meşgalesi ona dair idi.
Hızla gelen bir arabanın önüne atlamıştı. Sürücünün yapabileceği hiçbir şey yoktu ve bir büyük hızla çarpmıştı ona.
Ne araba kendisine çarptığında, ne de yere düştüğünde hiçbir acı duymadı.
Hissettiği tek şey, sevdiğinin, gülümsediğinde yüzüne ve gözlerine oturan o sonsuz sevecenlik ile yanağına dokunduğunda bütün hücrelerine yayılan o muhteşem sıcaklık vardı.
Bir de sevdiğinin son kez söylediği;
-“Her ne olursa olsun, seni seviyorum, seni özlüyorum ve sana çok ihtiyacım var. Seninle her zaman gittiğimiz yerde o koca çınarın altındaki masadabir başınayım. Sana öyle ihtiyacım var ki.”
sözleri çınlıyordu kulaklarında.
Bir telaş başladı çevresinde. Herkes bir şeyler yapma isteği ile sağa sola koşuşturuyordu. Kimi ambulansı arıyor, kimi trafiği yönlendiriyor, kimi de konuşturmaya ve kendinden geçmesini önlemeye çalışıyordu.
Yanına oturup ellerini tutarak
-“İyi misiniz??” diye soran babacan kişiye, şakağından akan kanın farkına bile varmadan, gözlerinden çağıldayıp giden gözyaşları eşliğinde;
-“Duydum” dedi “Sesini bir daha duydum, beni affetti belli ki. Ölsem de gam yemem artık.”
diye güç bela konuşabildi.
Şaşırmıştı adam bu hale. Kendi çocuğuna sarılıyormuş gibi sarıldı yaralıya.
-“Hadi oğlum, dayan, lütfen bırakma kendini” dedi saçlarını okşayarak şefkatle. Gözlerinden pınarlarından taşan iki damla yaşı saklamadan, üzgün ve çaresiz bir hal ile.
Başında toplanan kalabalıktan insanlar
-“Vah vah pek de gençmiş. Yazık oldu”
-“Kimbilir hangi ananın bağrında ateşler yanacak.”
-“Acaba bunca telaşı niye idi”
-“Tuhaf değil mi..?? Adam ölmek üzere ama yüzünde bir tebessüm var. Allah Allah.”
******
Konuşmalar sürüp giderken, gücü tükenmeye başladı.
Etrafındaki konuşmalar ve koşuşturmalar yerini derin bir uğultuya bıraktı devamında.
Yattığı yerde hafiflediğini, rüzgarda bir tüy gibi savrulmaya başladığını ve yer çekiminin artık onu tartmadığını hayal meyal anlamaya başladı.
Ve sonra, dibinden, uzaktaki parlak ışıklı noktaya doğru bembeyaz bir yol gitmekte olan o büyük çınarı fark etti, başını döndürüp baktığında. Heyecanlandı sınırsız. Her zaman oturdukları masada kendisini beklemekte olan sevdiği, yine o sonsuz sevgi, sıcaklık ve şefkati ile el sallamaktaydı sevdiğine.
O yöne doğru ilerlerken, nefesi derinlere düştüğünde, acı siren sesleri eşliğinde gelen ambulans, boşunaydı artık.
30.12.2014
YORUMLAR
muhteşem bir yazı okudum bu güzel güçlü kalemden.dugu yumağına büründüm adeta.yüreğinize sağlık şairim.yüreğinize sağlık.selam ve saygımla...
AYDINK
ömrünüz dert keder görmesin
selam ve saygımla
Duygudan duyguya götürdü okurken. Harika bir yazıydı.
Çok, çok beğendim. Kavuşamasa bile insan sevildiğini bilmek
bile yeter çoğu zaman.
Yüreğinize sağlık
Saygılar.
AYDINK
ömrünüz dert keder görmesin
selam ve saygımla