Hikmetli mektuplar -1( 12/28/2014 ) / Hayat / İnsan bir muammadır
a-insan ( 12/28/2014 )
---------------------------------------------
Selam es selame can Hocam
Bu sıralar üzgün olduğunuzu hissettim. Moralinizi biraz olsun yükseltmeye vesile olacak bir şeyler göndermek istedim size. Yine Münir Derman’ın yazılarına gitti elim.
Veliler hep acılarla yoğurulmuş anlaşılan. Sizler dünyanın yükünü çekiyorsunuz milyarlarca insan bundan habersiz, gününü güne etmeye uğraşıyor sadece. Bütün mahlûkatın çektiği acılarla dertlenmek Rahim sıfatının gereği sanıyorum. Ancak veliler, merhamet duygusunu da aşıp sanırım daha kemal olan (yanlışım yoksa) Rahman sıfatına geri dönmek durumundalar. Göreve devam için o sıfata bürünmek zorunlu. Çünkü sizden de öğrendiğimiz gibi kemal, cemalsiz ve celalsiz olmuyor.
Aşağıda Münir Derman hazretlerinin 1955 yılında kaleme aldığı ve kırklardan olduğunu da açıkladığı yazısını paylaşıyorum. Büyük veli, "Çilem" diyerek başladığı anlatımını mahlûkata duyduğu merhamet duygusunun taştığı bir kurban hikâyesi ile sonlandırıyor. Yani güya çilesini paylaşacak sanıyoruz ama sonra kendini unutup yine kendi tarzıyla insanların, başka mahlûkatın çektiği acılara geçiyor, geçmeden duramıyor. Ben böyle yorumlayabildim.
İnşaallah bir nebze yüreğinize su serper umuduyla, saygılarımla ellerinizden öperim
Selam es selame
ÇİLEM
O hadiseden sonra yaş her türlü meyve yiyemedim.
Yemek arzuluyordum fakat boğazımda kalıyor. Bin müşkilatla yutsam kusma hissi geliyor çıkarıyorum...
Meyve suları da aynı hali yapıyor. 18 senedir. Meyveye hasret, meyve bana hasret...
Kim kime hasret çekiyor o da kat’i olarak meçhul...
Hakikat bunları yemediğimdir.
O hadisede bana bir takım meyveler ikram ettiler...
Onları yedikten sonra bu hal tecelli etti.
Her gün yıkanmam emrolundu.
Az yemem, çok su içmem emrolundu.
Az uyumam emrolundu.
Bu emirler hiç güçlük çekmeden ben arzu etmeden husul buldular...
Ayda iki gece ben bilmediğim meçhul diyarlara davet ile götürüldüm.
Orada rağbet ve itibar ederler bana...
Bütün müşküller hal oldu bana...
Celâl köşesinden daima SETTAR sıfatının altından bağırmak emrolundu bana...
Mürşitlik rütbesi verildi.
İrşad ederim, Mürid gönderirler bana...
Eteğime yapışanları Celâl köşesinden hırpalamak emrolundu bana.
Talibin tahammülünü ölçmek emrolundu bana...
Meşrik’ten Magrib’e atıldım. Magrib Sultanı emretti bana...
Her gece "Sultan-ı Mağribi" ederim ziyaret...
ÂIem-i Misâl, Tayyi mekân oldu bana inayet...
Gayb Ricalin gördüm selâm ettiler bana...
Edeb içinde divan durdular.
Kulağıma Fethiye selâtin okudular...
Kırklar sonra söylediler bana...
ÜÇLER, YEDİLER sonra DÖRTLER buz gibi su ikram ettiler bana...
Üçün, Yedinin, Dördün, Kırkın yadigârıdır çok su içmek bana...
Su içmekle kanım içre hücrem zikrini guslederim... TEVHİD’e girdim.
Bu gusûl farz oldu bana...
Kanaatten bereket evcaın (ağrılar, acılar) saldılar evim canibine...
Bir lokma soframda yiyen doyar olur, tuhaf geldi bana...
Rıza rüzgârının bir yaprağı gibi oldum... Çok şükürler Allah’ıma...
Salât olsun MAHBUBU’na...
Yed’i Kudret elin sürdü, bin bir mâna ayan oldu garâibler (acayip şeyler) sırrı bana...
Emrolundu: Şöyle bir tek gözüm, gönlüm Nurla doldu...
CEMÂLULLAH zahir oldu...
CEMÂL CELÂL, CELÂL CEMÂL KARIŞARAK TEVHlD OLDU.
Derya içre düşüverdim
Damla idim Umman oldum.
Dertli idim derdim gidip DERMAN oldum...
Kırklar sofrasında bulundum...
Bunlardan üç kişi ile halen haftada bir gece buluşurum...
Kırklardan mısın diye bana sorma...
Ben o üç ile dört yaparım...
Hiç ile Kırk oluruz...
Üç kişi bir de ben, bir de hiç bir taife teşkil ederiz.
Gezeriz... Hem Kırk’ız, hem Dörd’üz hem Hiç’iz biz...
Bulunduğumuz yerde Kırk oluruz biz...
Çünki biz Kırk’larız da ondan...
Elini tutmak istediğimizde şükrün mukabili değil de Bahane ararız biz...
Birinde bahane bulduğumuzda ben ile üç kişi ve Hiç görünürüz...
Elini tuttuğumuzu içimize alırız neman Kırk oluruz ve iki görünürüz...
Ondan sonra ister görünür ister görünmeyiz biz...
Biz her yerdeyiz, her yer bizdedir...
Gündüz cismani, gece ruhani işlerimizle meşgulüz biz...
Bizi görürler... Bulamazlar... Zira gaflet ve şüphe bulutlarıyla örtülüyüzdür...
Bin bir renkte görünmeğe mecburuz...
Vazifemiz çok ağırdır...
Afetleri bahane ile biz önleriz...
Biz yeryüzünde bahane arayıcısıyız...
Biz bahane ile Kırk kişi olduk...
Bizi bazen Veli, bazen meczup, bazen zındık görürler...
Bu bal bizim sükûn ve huzurumuzu bozmamak için Allah’ın bir vergisidir...
Bu kadar çeşit içinde sebat edip şüpheyi silen elinde bahane bulunan bizden faide görür... Bizden faide gören şükrün tadını bilir...
Halvet suyu ile gideceği yerin yolunu yıkayan insanın biz elinden tutarız...
Vücudun, ruhun guslü olduğu gibi gideceği yolu da menzile kadar guslettirmek lâzımdır ki temiz caddede yürüyesin...
Biz o yolun trafik memurlarıyız...
Kendi kendine itimad eden, şüpheleri kıran bahane aramağa başlar...
Bahane habersiz yakalanır...
Saklanır, günü geldiğinde senden o bahaneyi sorarlar o zaman el tutulur...
Bizim duamız bize yaramaz başkasına yarar...
Çünki Biz Allah için dua ederiz nefsimiz için değil...
Kıymet de buradadır...
Onüç senedir Kırklardanım...
Kırkların Yedinci, en genciyim...
Türkiye’de üç kişi vardır Kırklardan... Üç Suriye, Üç Mısır Dört Irak, Yedi Medine, Altı Mekke, iki ispanya, Ikİ Hindistan, Bir Kafkasya, Bir Salamon adaları, Bir Cava, Bir Çin, Bir Güney Afrika, Bir Güney Amerika, Dört tanesinin de yeri söylenemez...
Bunların yerleri icabında derhal değişir. Hâli hazıra göre söylüyoruz...
Veliler Allah’a doğru seyrederler.
Nebiler Allah’tan kula doğru seyrederler.
Ondan dolayı Allah’a doğru seyirde bilgi lâzımdır.
Allah’tan kula doğru seyirde bilgiye ihtiyaç yoktur.
Bundan dolayı Nebi’ler Ümmi’dirler...
Nebi’lerin Velilik rütbeleri Nebilikten büyüktür...
İkisinin arası UBUDlYET’tir.
Resul de bu makamda Mirac’a kabul buyurulmuştur.
Kırklar da görünür dünya ile görünmez ruhani âlemi yekdiğerine rapteden (bağlayan) köprü gibidirler...
Yekdiğerleriyle Kırklar izni ilâhi ile kendi telsizleriyle her an konuşabilirler...
Yekdiğerlerini her an görebilirler...
Mekân, La mekânı setreden bir perdedir...
Perdeyi kaldırdığın zaman mesafeler yok olur...
Çok tuhaf söylüyoruz cidden tuhaftır...
Bu kelime gafletin ta kendisidir.
Size tuhaftır fakat asıl hakikat budur...
Bu tuhaf olanları bilmek, görmek, yaşamak istiyorsun fakat bu istemek samimi bir arzu değil, merak cinsindendir... Samimi arzun olsaydı sen de görürdün...
Sana gafletten bin türlü tavsiyelerle arzun samimidir diyor.
Fakat değil... Ne yapayım diye de mırıldanma, o lâfın bile gaflettir...
Zaten gafletin olmasa beni anlarsın...
Şu sözleri dinlerken bile için şüphe ile doldu...
Bak içini nasıl biliyoruz...
Gafletten kurtulanda şüphe yoktur. Samimiyet vardır.
Sözümüz bittikten sonra bana birşey soracaksın?
Bir suali de soramıyacaksın o da şüphendir...
Şimdi burada soracağın suali bir kâğıda yaz cebine koy...
Sözümüzün cevabını okursun... Amma dediğimi yap evvelâ...
Diğer sormayacağın sual içindeki şüphendir...
Bunları nereden bildin... Yine şüphedesin... Çünkü gafletten kurtulamıyorsun...
Kurtulsan böyle olmazdı...
Bir gün aklın şüpheden, gafletten bir an için kurtulacak fakat derhal yine gaflete gireceksin... Bir hâtıra olarak size kalır bu lâflar bu hâdiseler...
Sualin: Ne yapayım, bulsam da yapışsam.
Hikâye anlatacaksın.
Kendi kendine suâl: Bu da Kırklardan olduğunu söylüyor doğru mu yok canım...
Cevap: Kırkları sen boynuzlu, kuyruklu veya başka türlü mü zannediyorsun...
O da kul.. Amma Kul...
Şüphe yolundan çıkmayana birşey vermezler...
Şüphe; inanmanın zelzelesidir.
Hepsini yıkar yerle bir eder...
Kırkları kaçırdın elinden. Allah’a ısmarladık...
Susmak kemâl’dir. Susana kemâl gelir...
Fakat şüphesiz susana...
Şüpheden kurtulan zaten susmağa mecburdur...
Huzurda niçin konuşamıyorsun?
Namazda konuşanın namazı bozulur.
Her yerde hazır ve nazır, Semi ve Basir, Kaadir, Âlim dünyada da Ahirette de hep O mevcud. O halde ne istiyorsun... Cehennemde sen Allah’ın mülkünden dışarı mı çıkacaksın...
Her şeyi Muhit, her yerde hazır O... Seninle birlikte, olduktan sonra cehennemden korkun ne?...
Bunları düşünme. Onda eri...
Balık, suda boğulmaktan korkar mı hiç...
İnsanlar balıkların su içinde nasıl yaşadıklarına şaşıyorlar.
Ya balıklar, havada sudan dışarı insanların nasıl yaşadıklarına ne diyorlar biliyor musun? Tabii bunu hiç düşünmedin.
Sapıtma, bana fizikten bahsetme ben onların içini dışını bilirim...
Şaşacak birşey yok... Şaşma, gaflet hasletlerindendir...
Korku şüpheciliğin alâmeti farikasıdır.
Kolanı gevşek atın semeri düşer bilir misin...
Saat 14.20 Hastane penceresinden, bir askeri beyaz bir hindiyi yatırmış kör bir bıçakla keserken gördüm. Hayvan çırpınıyor, tekrar bıçağı sürmeğe başladı. Küçük bir kız çocuğu da çömelmiş seyrediyordu...
Dünyada en takdir ettiğim inanışlardan birisi de canlıya bıçak vurmamak hasletinin (Huy. Ahlâk. Yaradılıştan olan tabiat.) dini bir akıyde (İnanılan ve itikad edilen esas) haline gelmiş olanıdır...
Hayvana bıçak vurmak, ava gitmek, silâhla, okla hayvan öldürmek,
menfaat ve benlik düşüncesinden doğan beylik bir müdafaa sözüdür.
Allah onları insanlar için yarattı...
Pek âlâ; mübarek, insanları kimin için yarattı...
Buna cevap veriniz bakalım da aklımız doysun...
Et yemeden idame-i hayat (hayatı sürdürmek) mümkün, hem de en mükemmel derecede...
Hayvanın sütünü, yağını, yoğurdunu, kaymağını, yumurtasını yiyiyorsun, yününü giyiyorsun bu yetmiyor mu? Bu, şükre kâfi bir sebep değil midir? Muhakkak onu boğazlamak mı lâzımdır, İbrahim Peygamber’in oğlu İsmail’i kurban etmesi keyfiyetine karşı Cenab-ı Allah ona bir ikram yapabilir... Bu herkesi şâmil değildir. Bu hadiseyle büyük bir inkıyadın (boyun eğiş, teslimiyet) kıymeti açıklanmaktadır. Inkıyad Allah’a karşı o kadar müzmin ve çok olacak ki onun yerine kesilen hayvanın günahını örtebilecektir...
O inkıyada aracılık yapan hayvan da mübarek bir hayvan olur...
Çilelere girenler niçin etyemezler, riyazat içinde bulunurlar...
O halde et yemek bâzı hassaların husulüne mani oluyor demektir...
Riyazat yap, ibadet yap, çileye gir... Mükellef olarak da ye...
Birşey olmuyorsun değil mi? Niçin... Cevap bulamazsın...
Kuru lakırdılar da cevap olmaz o halde sus...
Kurban’a niçin Vacib demişler. Farz değil... Onu incele, düşünsene...
Efendim senede bir defa fukara et yesin... Sen de evde ye. (Yemesin, yemese ne olur...
Bunlar lakırdı değil... Ve cevap hiç değil...
Besmelesiz kesilen haram oluyor niçin... Eti yenilmiyor...
Silâhla vurduğun da helâl oluyor. Hani Besmelesi, hani kanı akmadı ne oluyor.
Gülünç hadiseler... Hayır değil...
Vaciblerde gizli kapaklı hikmetler vardır...
Hakikati herkes anlarsa dünyada kul kalmaz...
Dünyada o kadar Veli’ye ihtiyaç yok,..
Sen yine bildiğine devam et...
Bizim sözlerimiz başka mıntıkanın lakırdılarıdır.
Bir çok sözlerimizi işittiniz.. Bizi daha iyi anlamak istersen...
Et yeme, çok uyuma, karnını doldurma, biraz karın sabrı öğren, uyanıklık sabrı içinde bulun, sonra gel sana ders vereyim... O zaman konuşuruz...
10.11.1955-Dr.Münir Derman (k.s), “Allah Dostu Der ki” 5.cilt
Tarih:28 Aralık 2014 Pazar 22:48:20
Teşekkür ederim A. bey.
Sayenizde Münir Derman beyi tanıdık, sevdik. Bulunduğu makamın gereğini yapmış ne güzel uyarmaya çalışmış. Ne yazık her şeye rağmen sadece nasipliler uyanacak, uyumaya devam etmesi gerekenler vakti gelinceye kadar uyutulacak.
Bazı kişiler için cenabı hakk meleklere emir verir ’’örtün üstünü uyusun... Onun hayrı uymasındadır’’ der... Uyansa halen oluşmakta olan şen’e zarar verecek...
Yahut uyansa zamana ağır gelecek bazı sırları faş edecek...
Hayatın sihrini büyüsünü bozacak..,
’’İki seveni birbirine sevdirmek bağımlı kılmak için
yüzlerinde sayısız melek daimi olarak kanat çırpar.’’
Rabbimizin mutlak denetiminde olmayan bir atom bile olamaz.
Hakkın tecellilerine, şenlerine bir hücre bir atom ne kadar itaaat ediyorsa,
bütün esmalara muhatap olan, kimi esmaları kal’en, kimlerini hal’en, kimlerini de gelecekte söze ve işe dönüştürmek üzere potansiyel olarak kaderinde-bünyesinde barındıran âdemoğlu da aynı derecede itaata mecburdur.
Cenabı hakk mutlak muhtardır...
Mutlak kader ile devam eder hayatiyet, mahviyet ve cümle kâinat.
Hal böyle olmakla birlikte emir vardır, ceza vardır...
Akıl vardır, nefis vardır ve melekeler kadar yetkili, hizmetkâr şeytan vardır, ruhulkudus vardır. Nasıl ki rahman suretinde yaratılan âdemde birbirine zıd unsurlar olan ateş vardır, su vardır, toprak vardır, hava vardır.
Birbirine tecavüz edemeyen dört ezdad denizidir enasuru erbaa.
Bu âlemde İnsan da hayat ta bir muammadır,
Her kelam yetkisi verilmiş nebi ve veli emredildiği şekilde söz eder,
sonra döner kendi kendisine yeter sus der. Sen ne anladın da ne anlatacaksın istiğfar et.
Susar ama aslında pınarın kurumasındandır kurnanın susması,
kendisinin de susaması, kaynaktan sus emri geldiğindendir.
Sınırsız, tanımsız olanın susturmasındandır...
Vakit gelince aynı rabb, tahrik eder bir muharrik kuvvetle, aynı kulu konuştukça konuşturur.
Çünkü konuşan da dinleyen de özde odur.
Her şey hakkın kendinden kendisine bir ayna, her an oluşup duran şenlerine bir bahanedir. Selam es selame. Alanya...