- 883 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
TARİH TEKERRÜR ETMESİN!
Bugün 1928 doğumlu bir Alman ile tanıştım. Bu 86 yaşındaki Alman, güçlükle adım atıyor ve ülkemize Noel ve Yılbaşı Tatili için gelmişti.
16 yaşında Avusturya uyruklu FÜHRER ADOLF HİTLER’in askeri olmuş, İkinci Dünya savaşını yaşamıştı.Yaşadığı şehrin çok ağır hava saldırısı sonucunda yerle bir olduğunu, su borularının patladığını, içecek su bulamayan insanların emme basma tulumba (pompa) ile su çekilen bir kuyudan su almak için insanların sırada uzun kuyruklar oluşturduğunu anlattı. Patlayan bombaların alevlerinin binaları nasıl sardığını, bunları insanların çaresizlik içinde nasıl söndürmeye çalıştıklarını anlatmaya çalıştı.
Savaş deyince, korkunç bir gerçek, anlatılanların bu kadarı bile hemencecik insan aklına neleri takıyor görüyorsunuz? Buna Hiroşima ve Nagazaki gibi sonuçları da ekleyebilirsiniz.
Faşist bir mantık ve siyaset ile çevresine saldıran Almanya’nın, savaşı büyük bir yenilgi ve hüsranla nasıl bitirdiğini, defalarca ekranlarda da izleyenleriniz mutlaka vardır. Savaşın sonucunda Fransa, İtalya’nın yanısıra Amerika ve İngiltere’nin Almanya’nın karşısında nasıl ortak tavır aldıklarını ve bugün de AB Birliği içinde Almanya’nın o günün tam tersine yine bir büyük dünya devleti olarak nasıl ortak hareket ettiklerini görüyoruz.
Buradan çıkarılması gereken çok büyük bir tarihi ders olduğu kanısındayım:
Bir an için, Yeni Osmanlı İmparatorluğu hayali ile kökeni Türk olmayan bir siyasetçi’nin ADOLF HİTLER gibi FÜHRER veya BAŞKAN sıfatı ile TÜRK DEVLETİ’nin başına geçip, felaketten felakete nasıl sürükleneceğimizi; şöyle Almanya’nın başına gelenler bağlamında hele bir gözden geçiriniz?!
BENCE BU BAĞLAMDA, ’KORKULU RÜYA GÖRMEKTEN İSE UYANIK KALMAK DAHA YEĞDİR’ derim!!!
Ne yapmıştı HİTLER; sonuçta başına kurşun sıkarak intihar etmişti? İşte bir ŞİZOFRENİN SONU! Düşünmek istemez isek, başımıza gelecekler bunlar gibi bir şey işte?!
TANRI BÖYLE FAŞİST LİDERLERİN SULTASINDAN BİZLERİ VE TÜM İNSANLIĞI, TÜM DÜNYAYI KORUSUN!!!
Şaban AKTAŞ
23.12.2014
YORUMLAR
Cornell Üniversitesi sosyal psikoloji profesörü David Dunning, 1996 Dünya Almanağını okurken ‘tuhaf haberler’ kısmında bir haber serisi aniden dikkatini çekti. Haberlerde, 1995 yılında ABD’nin Pittsburgh şehrindeki iki banka soygunu ve oldukça ilginç hırsızının öyküsü vardı. Kısa boyu ve 120 kilogram ağırlığıyla tanıklar tarafından kolayca teşhis edilebilecek McArthur Wheeler, gündüz ortası iki ayrı bankayı soymaya kalkmıştı. Üstelik maske bile takmamıştı. Yakalanması polis için adeta çocuk oyuncağıydı. Nitekim aynı gün güvenlik kamera görüntüleri yerel televizyonlarda yayınlandıktan bir saat sonra yeri tespit edilerek yakalanacaktı.
McArthur Wheeler, hırsız olduğunu inkar ediyordu. Bunun üzerine sorgusunda kendisine güvenlik kameraları gösterildiğinde büyük bir şaşkınlık yaşadı. Görüntülerde, elinde silahıyla veznedarın önünde duruyor ve kasadaki bütün parayı istiyordu. ‘’Ama nasıl olur? Yüzüme limon suyu sürmüştüm’’ diye şaşkınlığını belirtir Wheeler. Çocukken deriye limon suyu sürüp ısıtınca görünür hale gelmesi oyunundan aklında kalan bilgiyle akıl yürütmüş ve ‘yüzüne soğuk limon suyu sürerse güvenlik kameralarında yüzünün görünmez olacağı’’ sonucuna varmıştı. Hatta, soygundan önce bunun sağlamasını yaptığı da ortaya çıktı. En az soygunun kendisi kadar ahmakça bir sağlama… Yüzüne limon suyu sürüp Polaroid makinayla bir fotoğrafını çekmişti ve işte, fotoğrafta kendisi görünmüyordu bile... Polise göre üç ihtimal vardı: Ya, film bozuktu, ya fotoğraf makinesini doğru ayarlamamıştı veya tam çekerken objektifin yönü sapmıştı.
Bütün bu haberleri okuyan profesör Dunning’in kafasında aniden bir ışık doğdu. Wheeler bankaları bu ahmakça planla soymaya kalkacak kadar ahmaksa, asla bir banka soyguncusu olamayacağını bilemeyecek kadar da ahmak olmalıydı. Niteliksizliğinin şiddeti, niteliksiz biri olduğunu farkedebilmesine de imkan vermeyecek düzeydeydi. Ahmak hırsızdan etkilenen Profesör Dunning, bir insanın, kendinin belli konularda konum ve yeterliliğini kendisinin ölçüp ölçemeyeceği sorusunun peşine düştü. Ve birkaç hafta içinde öğrencisi Justin Kruger ile beraber bu konuda önemli bir araştırmaya başladı. Araştırmayı raporlaştırdıkları, ‘’Kifayetsiz ama farkında değil: Bir kişinin kendi yetersizliklerinin farkında olmasının zorlukları, insanı kendisi hakkında nasıl abartılı bir öz-değerlendirmeye yönlendirir’’ başlıklı bilimsel makaleleri 1999 yılında yayımlandı.
Profesör Dunning ve öğrencisi Kruger makalelerinde şunu savundular: İnsanlar, kendilerini başarı ve doyuma götüreceğini varsaydıkları bir stratejiyi uygulamaya yetersiz olduklarında, çifte sorun yaşıyorlar: Birincisi çok hatalı sonuçlara ulaşıp oldukça talihsiz kararlar alıyorlar. İkincisi ve daha vahimi, kifayetsizlikleri onları bu yetersizliklerinin farkında olma gücünden de mahrum bırakıyor.
İşte bu makale nedeniyle, kifayetsizliğimizin, kifayetsizliğimizi farketme gücümüzü maskelemesine literatürde ‘Dunning-Kruger etkisi’ veya ‘Dunning-Kruger sendromu’ deniyor. Ve bu etki hem niteliksiz insanlar da hem de gerçekten nitelikli insanlarda kendini gösteriyor. Niteliksiz insanlar, ne derece niteliksiz olduğunu tam farkında değiller, ve kendi niteliklerini oldukça abartma eğilimindeler. Gerçekten nitelikli insanlar ise, niteliklerini gerçekte olduğundan daha düşük görme eğilimindeler. Çünkü, nitelikli bir insan, kendisine kolay gelen işlerin diğer insanlara da kolay geleceği düşüncesinde. Bundan dolayı da kendi yeterliliğini çok abartmamaktadır. Dunning ve Kruger şöyle yazdılar: ‘’Niteliksiz insanların kendilerini abartma eğilimi kendilerini tanımadaki yetersizliklerinden, nitelikli insanların yanlışı ise başkaları ile ilgili değerlendirme hatalarından kaynaklanır’’. Bu, kariyer mesleklerinde, niteliksizlerin, kariyer basamaklarını, neden nitelikli çalışanlardan daha hızlı aştığı sorusunun da cevabı bir yönüyle...
Peki, ‘kendinin cahili olma’ etkisi ne kadar yaygın? Errol Morris, New York Times’ta 2010 yılında konu hakkında yazdığı bir yazısında David Dunning’e bunu sorduğunu aktarıyor. Dunning’e göre, bu etki, politik karar alıcılardan ebeveynlere, profesyonel çalışanlardan öğrencilere kadar hayatın her alanında karşımıza çıkıyor
‘’Benim özel çalışma alanım insanların karar alma süreci’’ diyen Dunning şöyle devam ediyor. ‘’İnsanlar hergün aldıkları kararları ne ölçüde sağlıklı alabiliyor? İnsanın, ‘kendilik’ ile ilgili öz-yargısına ilgi duymam da böyle başladı. Çünkü, ister sokakta olsun ister laboratuvarda olsun insanlar kendileri hakkında gerçekte var olmayan şeylere inanıyor. Ve bu inancın düzeyi ağzımı açık bırakıyor. Sadece insanların kendileri hakkında söyledikleri pozitif şeylerin derecesi değil, bu söylediklerine gerçekten ama gerçekten inanmaları da… Bu da beni şu gözlemime ulaştırdı: Kifayetsizsen bir kifayetsiz olduğunu farkedemiyorsun.’’
Morris’in ‘peki neden?’ sorusuna ise şu cevabı veriyor Dunning:
‘’Gerçekten ‘biliyor’ olsaydın, yani nitelikli biri olsan, ‘dur bir dakika, bu verdiğim karar çok mantıklı gözükmüyor. Bağımsız tavsiyelere başvurarak karar alırsam daha iyi olacak’’ derdin. Ama bir kifayetsizsen, aradığın doğru cevabı üretme yeteneğin, doğru cevabın ne olduğunu bilme yeteneğinle aynı zaten. Bunu aşman mümkün değil. Ebeveynlikte, idarecilikte, problem çözmede, doğru cevabı bulmak için kullandığın yeteneğin, aynı zamanda doğru cevabın ne olduğunu da değerlendiren yeteneğin… Ve biz , bu durumun başka alanlar için de geçerli olup olmadığına baktık. Hayretler içinde gördük ki çok ama çok geçerli…’’
Dunning ve Kruger teorilerini Cornell Üniversitesi’nin psikoloji okuyan öğrencileri üzerinde de test ettiler. Öğrencilere, mantık, gramer ve mizah alanlarında yaptıkları testlerde, notlarını açıklamadan önce ne kadar iyi notlar beklediklerini sordular. Her defasında sınavda en kötü not alanlar, örneğin 10’luk kağıt verenler, 60 ve yukarısını beklediklerini söylediler. 90 ve yukarısı not alacak olanlar ise en mütevazi olanlardı. Tahmin ettikleri not, genellikle alacaklarından daha azıydı.
David Dunning, “Self-Insight” adlı kitabında, Dunning-Kruger Etkisine, “günlük hayat anasognozisi” adını veriyor. Anosognozi, daha çok felçli insanlarda görülen, vücudunun felçli bölümünün felçli olduğunun farkında olmamaya veya buna inanmamaya sebebiyet veren bir sinir hastalığı. Dunning bir örnek veriyor: Anosognozik bir felçli hastanın elinin önüne bir kalem koyup bunu kaldırmasını isterseniz, ‘yorgunum’ veya ‘kaleme ihtiyacım yok’ gibi cevaplar alırsınız. Eli felçli olduğu için alamayacağının farkında bile değildir. Bazı ileri vakalarda körken, hala görebildiğini sanabilir. Beynin sağ tarafındaki bir hasar bu hastalığa yol açıyor. Buna benzer bir de “hemispatial neglect (yarısal ihmal)” hastalığı var. Bu beyin hasarı hastalığını yaşayanlar, kendilerinin ve çevrelerinin sadece yarısını algılayabiliyor. Örneğin hasta erkekse, yüzünün sadece bir yarısını traş eder. Diğer yarısının farkında bile değildir. Bir tabak yemek verseniz, sadece yarısını yiyip, yemeğin çok az olduğundan yakınırlar. Çevrelerinin ve vücutlarının sadece yüzde ellisini algılarlar…
İşte Dunning – Kruger etkisi de bu sinirsel hastalıkların psikolojik bir versiyonu gibi. İnsanın kendini bilmesi, başka herşeyi bilmekten önce gelir. Dunning-Kruger etkisi bireysel kararlarda, bireysel acılar yaşanmasına sebep verir. Ama bu etkinin altındaki kişi toplumsal kararlar alma makamındaki bir lider olduğunda, acı sonuçları da toplumsal boyutta yaşanıyor. Ve ne yazık ki, Dunning Kurger etkisinin en yaygın görüldüğü alan politika. Kifayetsiz muhterislerin podyumudur adeta... Kendi yetersizliklerinin farkında olmayan politikacılar, sorumluluk makamlarına geldiklerinde büyük acılar yaşatabiliyor. Örneğin, George W. Bush, döneminde, ABD yönetimini Irak Savaşı konusunda uyaran, sosyologlara, tarihçilere, aydınlara ve güvenlik uzmanlarına adeta düşmanca davranıldı. Entelektüeller ve üniversiteler aşağılandı. 'Vatan haini' kavramının ABD tarihinde en çok kullanıldığı dönemlerden biri oldu. Bush, karar almak için çok şey bilmeye gerek olmadığını, kararları 'yüreğiyle (gut)' aldığını söylemekten çekinmedi. İlahi ve tarihi bir misyon yüklenmiş, yüzyılda bir gelecek bir lider gibi görüyordu kendisini. Kifayetsizliğinin, yetersizliğinin farkında bile değildi. Ama, işte kifayetsiz muhterislere has o özgüvenle kendini yığınlara cüretkarca pazarlamayı becerdi. Texaslı maço yürüyüşü, tavrı, söylemi, meydan okuyuşu, hamaseti ve kilise dilini çok iyi kullanması Amerikan halkının yarısının 2004'te onu bir kez daha başkan seçmesine yetti.
Dunning-Kruger etkisi aslında, psikolojide, ‘’illusory superiority (üstünlük vehmi)’’ denilen bir ruh halinden kaynaklanıyor. Hepimiz, ortalamanın üstü bir kifayete sahip olduğumuzu düşünmeye eğilimliyizdir. Bu sebeple, ‘ortalamanın üstü etkisi’ de denir bu vehme. Bu açıdan bakıldığında, ‘Dunning-Kruger etkisi’ dediğimiz şeyin aslında kadim bir bilgelik tavsiyesi olarak kuşaktan kuşağa aktarıldığı görülür. Anadolu’da, ‘’bir tek akla nazar değmez, çünkü herkes aklını çok beğenir’’, ‘’akıllar pazarda satılığa çıkarılmış, herkes kendi aklını satın almış’’, ‘’cahil cüretkar olur’’ gibi bir çok atasözü vardır. Sokrates'in, ‘bir şey biliyorsam hiç bir şey bilmediğimdir’ sözünü herkes bilir. Konfüçyus, ‘gerçek bilgi insanın cehaletini öğrenmesidir’ derken, Şekspir, ‘ancak ahmaklar herşeyi bildiğini düşünür’ der. Darwin, 'cehalet, öğrenme isteğinden çok abartılı bir özgüvene yol açar' diye yazmış. Üniversiteler yüzyıllarca kapılarına ‘kendini bil’ tabelasını bunun için astılar. Ve Anadolu’nun bilge ozanı Yunus Emre de yüzyıllardır aynı şeyi söylüyor:
İlim ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsin,
Ya nice okumaktır?
* Cemal Tunçdemir' in "Kendini bil, haddini bil!" adlı köşe yazısı - 15 Kasım 2014
Hayal bu belli mi olur...
Ayrıca Adolf Hitler'in başına kurşun sıkıp öldüğünü söyleyen kim ? Kırk beş milyon insanın ölümüne neden olan bir adamı kıyas yapmadan dersinize çalışın bence.
Çizilen resimlere bak, kaç ölü var ?
Saygılar
Şaban Aktaş (Homerotik)
Bu size ders olsun!!!
Adolf Hitler
Vikipedi, özgür ansiklopedi
"Hitler" buraya yönlendirilmektedir. Diğer anlamı için Hitler (anlam ayrımı) sayfasına bakınız.
Führer und Reichskanzler
Adolf Hitler
Almanya Cumhurbaşkanı
Görev süresi
2 Ağustos 1934 – 30 Nisan 1945
Yerine geldiği Paul von Hindenburg
Yerine gelen Karl Dönitz
Almanya Şansölyesi
Görev süresi
30 Ocak 1933 – 30 Nisan 1945
Yerine geldiği Kurt von Schleicher
Yerine gelen Joseph Goebbels
Alman Kara Kuvvetleri Başkomutanı
Görev süresi
19 Aralık 1941 – 30 Nisan 1945
Yerine geldiği Walther von Brauchitsch
Yerine gelen Ferdinand Schörner
Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi Başkanı
Görev süresi
29 Temmuz 1921 – 30 Nisan 1945
Yerine geldiği Anton Drexler
Yerine gelen Martin Bormann
Kişi bilgileri
Doğum 20 Nisan 1889
Braunau am Inn, Yukarı Avusturya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu
Ölüm 30 Nisan 1945 (56 yaşında)
Berlin, Almanya
Vatandaşlığı 7 Nisan 1925'e kadar Avusturya vatandaşı, 25 Şubat 1932'den sonra Alman vatandaşı.
Milliyeti Avusturyalı
Partisi Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi
Diğer siyasi
bağlantıları Alman İşçi Partisi (1919-1920)
Eşi Eva Hitler
Mesleği Politikacı, asker.
İmzası
Askeri hizmeti
Takma adı Böhmischen Gefreiter
(Bohem Onbaşı)
Bağlılığı Almanya
Branşı War Ensign of Germany 1903-1918.svg Deutsches Heer (Alman Kara Kuvvetleri)
Hizmet yılları 1914-1920
Rütbesi Onbaşı
Birimi 16. Bavyera Yedek Piyade Alayı
Çatışma/savaşları I. Dünya Savaşı
Ödülleri Birinci Sınıf Demir Haç
İkinci Sınıf Demir Haç
Gazi Nişanı
Adolf Hitler (d. 20 Nisan 1889, Braunau am Inn - ö. 30 Nisan 1945, Berlin), Avusturya asıllı Alman politikacı, siyasi lider, teorisyen ve devlet adamı. 1919 senesinde Alman İşçi Partisi’ne (Deutsche Arbeiterpartei; DAP) üye olmasıyla başlayan politik yaşamı, bu partinin 1920 senesinde Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’ne (Nationalsozialistische Deutsche Arbeiterpartei; NSDAP) dönüşmesiyle devam etti ve 1921 senesinde ise Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’nin lideri oldu. Uzun süreli bir siyasal mücadelenin ardından, Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’nin iktidara gelmesinin sonucunda 1933’ten itibaren Almanya Şansölyesi, 1934’ten itibaren ise ölümüne kadar Almanya Cumhurbaşkanı olarak görev yaptı. Bu iki görevi “Führer und Reichskanzler” unvanını kullanarak bir arada yürüttü. Nasyonal sosyalizmin kurucusu olup, Almanya’yı 12 yıl boyunca bu öğretiyle yönetmiştir. Bir politikacı ve asker olmanın yanı sıra ressam ve yazar idi.
Hitler, Almanya’da I. Dünya Savaşı sonrasında yaşanan Büyük Buhran’dan güç kazandı. Propaganda ve karizmatik bir dille, alt ve orta tabakanın ekonomik istemlerine ümit veriyordu; bunun yanında da belli bir seviyede milliyetçilik, sosyalizm, antisemitizm, anti-komünizm ve anti-kapitalizm de sunuyordu. Ekonominin tekrar kurulması, yeniden silahlandırılmış bir ordu ve totaliter ve faşist bir rejimle; Hitler Almanya içerisindeki düzeni yeniden tesis etti ve güçlü bir ülke yarattıktan sonra, saldırgan bir dış politika izleyerek Alman “yaşam alanı”nı (Lebensraum) genişletmek amacıyla Polonya’ya saldırdı. Yıldırım savaşı (Blitzkrieg) taktikleri ve Mihver Devletleri ittifakı ile birlikte Avrupa′nın büyük bölümünü ve Asya’nın bir kısmını işgal etti.
ABD’nin II. Dünya Savaşı’na Müttefiklerin tarafına katılması ve Kızıl Ordu’nun ilerlemesi ile Alman ordusu gerilemeye başladı. Sovyet güçlerinin 23 Nisan 1945’te Berlin’e girmesi ile Almanya’nın yenilgisi kesinleşmişti. Hitler; işgal altındaki Berlin’de, eşi Eva Hitler[1][2] (Eva Braun) ile Führer yeraltı sığınağında (Führerbunker)[3] 30 Nisan 1945 günü intihar etti. Cesedi -vasiyeti üzerine- takipçileri tarafından yakıldı. 8 Mayıs 1945’te Alfred Jodl’ın imzaladığı teslim belgesiyle Büyük Alman İmparatorluğu yıkıldı.
Hitler’in saldırgan dış politikası, Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesinin ana nedeni olarak kabul edilir. Onun Yahudi karşıtı politikaları ve ırkçı ideolojisi, aşağı ırk olarak gördüğü en az 5,5 milyon insanın ölümüyle sonuçlanmıştır.
Şaban Aktaş (Homerotik)
CaNMaYBuLL
Size yazdığım cümleyi , yorumu okumanızı tekrar tavsiye ediyorum.
Şaban Aktaş (Homerotik)
Bu da sizinyazdığınız, kayıtta kalsın...
''Hayal bu belli mi olur...
Ayrıca Adolf Hitler'in başına kurşun sıkıp öldüğünü söyleyen kim ? Kırk beş milyon insanın ölümüne neden olan bir adamı kıyas yapmadan dersinize çalışın bence.
Çizilen resimlere bak, kaç ölü var ?
Saygılar ''
Şaban Aktaş (Homerotik)
McArthur Wheeler, hırsız olduğunu inkar ediyordu. Bunun üzerine sorgusunda kendisine güvenlik kameraları gösterildiğinde büyük bir şaşkınlık yaşadı. Görüntülerde, elinde silahıyla veznedarın önünde duruyor ve kasadaki bütün parayı istiyordu. ‘’Ama nasıl olur? Yüzüme limon suyu sürmüştüm’’ diye şaşkınlığını belirtir Wheeler. Çocukken deriye limon suyu sürüp ısıtınca görünür hale gelmesi oyunundan aklında kalan bilgiyle akıl yürütmüş ve ‘yüzüne soğuk limon suyu sürerse güvenlik kameralarında yüzünün görünmez olacağı’’ sonucuna varmıştı. Hatta, soygundan önce bunun sağlamasını yaptığı da ortaya çıktı. En az soygunun kendisi kadar ahmakça bir sağlama… Yüzüne limon suyu sürüp Polaroid makinayla bir fotoğrafını çekmişti ve işte, fotoğrafta kendisi görünmüyordu bile... Polise göre üç ihtimal vardı: Ya, film bozuktu, ya fotoğraf makinesini doğru ayarlamamıştı veya tam çekerken objektifin yönü sapmıştı.
Bütün bu haberleri okuyan profesör Dunning’in kafasında aniden bir ışık doğdu. Wheeler bankaları bu ahmakça planla soymaya kalkacak kadar ahmaksa, asla bir banka soyguncusu olamayacağını bilemeyecek kadar da ahmak olmalıydı. Niteliksizliğinin şiddeti, niteliksiz biri olduğunu farkedebilmesine de imkan vermeyecek düzeydeydi. Ahmak hırsızdan etkilenen Profesör Dunning, bir insanın, kendinin belli konularda konum ve yeterliliğini kendisinin ölçüp ölçemeyeceği sorusunun peşine düştü. Ve birkaç hafta içinde öğrencisi Justin Kruger ile beraber bu konuda önemli bir araştırmaya başladı. Araştırmayı raporlaştırdıkları, ‘’Kifayetsiz ama farkında değil: Bir kişinin kendi yetersizliklerinin farkında olmasının zorlukları, insanı kendisi hakkında nasıl abartılı bir öz-değerlendirmeye yönlendirir’’ başlıklı bilimsel makaleleri 1999 yılında yayımlandı.
Profesör Dunning ve öğrencisi Kruger makalelerinde şunu savundular: İnsanlar, kendilerini başarı ve doyuma götüreceğini varsaydıkları bir stratejiyi uygulamaya yetersiz olduklarında, çifte sorun yaşıyorlar: Birincisi çok hatalı sonuçlara ulaşıp oldukça talihsiz kararlar alıyorlar. İkincisi ve daha vahimi, kifayetsizlikleri onları bu yetersizliklerinin farkında olma gücünden de mahrum bırakıyor.
İşte bu makale nedeniyle, kifayetsizliğimizin, kifayetsizliğimizi farketme gücümüzü maskelemesine literatürde ‘Dunning-Kruger etkisi’ veya ‘Dunning-Kruger sendromu’ deniyor. Ve bu etki hem niteliksiz insanlar da hem de gerçekten nitelikli insanlarda kendini gösteriyor. Niteliksiz insanlar, ne derece niteliksiz olduğunu tam farkında değiller, ve kendi niteliklerini oldukça abartma eğilimindeler. Gerçekten nitelikli insanlar ise, niteliklerini gerçekte olduğundan daha düşük görme eğilimindeler. Çünkü, nitelikli bir insan, kendisine kolay gelen işlerin diğer insanlara da kolay geleceği düşüncesinde. Bundan dolayı da kendi yeterliliğini çok abartmamaktadır. Dunning ve Kruger şöyle yazdılar: ‘’Niteliksiz insanların kendilerini abartma eğilimi kendilerini tanımadaki yetersizliklerinden, nitelikli insanların yanlışı ise başkaları ile ilgili değerlendirme hatalarından kaynaklanır’’. Bu, kariyer mesleklerinde, niteliksizlerin, kariyer basamaklarını, neden nitelikli çalışanlardan daha hızlı aştığı sorusunun da cevabı bir yönüyle...
Peki, ‘kendinin cahili olma’ etkisi ne kadar yaygın? Errol Morris, New York Times’ta 2010 yılında konu hakkında yazdığı bir yazısında David Dunning’e bunu sorduğunu aktarıyor. Dunning’e göre, bu etki, politik karar alıcılardan ebeveynlere, profesyonel çalışanlardan öğrencilere kadar hayatın her alanında karşımıza çıkıyor
‘’Benim özel çalışma alanım insanların karar alma süreci’’ diyen Dunning şöyle devam ediyor. ‘’İnsanlar hergün aldıkları kararları ne ölçüde sağlıklı alabiliyor? İnsanın, ‘kendilik’ ile ilgili öz-yargısına ilgi duymam da böyle başladı. Çünkü, ister sokakta olsun ister laboratuvarda olsun insanlar kendileri hakkında gerçekte var olmayan şeylere inanıyor. Ve bu inancın düzeyi ağzımı açık bırakıyor. Sadece insanların kendileri hakkında söyledikleri pozitif şeylerin derecesi değil, bu söylediklerine gerçekten ama gerçekten inanmaları da… Bu da beni şu gözlemime ulaştırdı: Kifayetsizsen bir kifayetsiz olduğunu farkedemiyorsun.’’
Morris’in ‘peki neden?’ sorusuna ise şu cevabı veriyor Dunning:
‘’Gerçekten ‘biliyor’ olsaydın, yani nitelikli biri olsan, ‘dur bir dakika, bu verdiğim karar çok mantıklı gözükmüyor. Bağımsız tavsiyelere başvurarak karar alırsam daha iyi olacak’’ derdin. Ama bir kifayetsizsen, aradığın doğru cevabı üretme yeteneğin, doğru cevabın ne olduğunu bilme yeteneğinle aynı zaten. Bunu aşman mümkün değil. Ebeveynlikte, idarecilikte, problem çözmede, doğru cevabı bulmak için kullandığın yeteneğin, aynı zamanda doğru cevabın ne olduğunu da değerlendiren yeteneğin… Ve biz , bu durumun başka alanlar için de geçerli olup olmadığına baktık. Hayretler içinde gördük ki çok ama çok geçerli…’’
Dunning ve Kruger teorilerini Cornell Üniversitesi’nin psikoloji okuyan öğrencileri üzerinde de test ettiler. Öğrencilere, mantık, gramer ve mizah alanlarında yaptıkları testlerde, notlarını açıklamadan önce ne kadar iyi notlar beklediklerini sordular. Her defasında sınavda en kötü not alanlar, örneğin 10’luk kağıt verenler, 60 ve yukarısını beklediklerini söylediler. 90 ve yukarısı not alacak olanlar ise en mütevazi olanlardı. Tahmin ettikleri not, genellikle alacaklarından daha azıydı.
David Dunning, “Self-Insight” adlı kitabında, Dunning-Kruger Etkisine, “günlük hayat anasognozisi” adını veriyor. Anosognozi, daha çok felçli insanlarda görülen, vücudunun felçli bölümünün felçli olduğunun farkında olmamaya veya buna inanmamaya sebebiyet veren bir sinir hastalığı. Dunning bir örnek veriyor: Anosognozik bir felçli hastanın elinin önüne bir kalem koyup bunu kaldırmasını isterseniz, ‘yorgunum’ veya ‘kaleme ihtiyacım yok’ gibi cevaplar alırsınız. Eli felçli olduğu için alamayacağının farkında bile değildir. Bazı ileri vakalarda körken, hala görebildiğini sanabilir. Beynin sağ tarafındaki bir hasar bu hastalığa yol açıyor. Buna benzer bir de “hemispatial neglect (yarısal ihmal)” hastalığı var. Bu beyin hasarı hastalığını yaşayanlar, kendilerinin ve çevrelerinin sadece yarısını algılayabiliyor. Örneğin hasta erkekse, yüzünün sadece bir yarısını traş eder. Diğer yarısının farkında bile değildir. Bir tabak yemek verseniz, sadece yarısını yiyip, yemeğin çok az olduğundan yakınırlar. Çevrelerinin ve vücutlarının sadece yüzde ellisini algılarlar…
İşte Dunning – Kruger etkisi de bu sinirsel hastalıkların psikolojik bir versiyonu gibi. İnsanın kendini bilmesi, başka herşeyi bilmekten önce gelir. Dunning-Kruger etkisi bireysel kararlarda, bireysel acılar yaşanmasına sebep verir. Ama bu etkinin altındaki kişi toplumsal kararlar alma makamındaki bir lider olduğunda, acı sonuçları da toplumsal boyutta yaşanıyor. Ve ne yazık ki, Dunning Kurger etkisinin en yaygın görüldüğü alan politika. Kifayetsiz muhterislerin podyumudur adeta... Kendi yetersizliklerinin farkında olmayan politikacılar, sorumluluk makamlarına geldiklerinde büyük acılar yaşatabiliyor. Örneğin, George W. Bush, döneminde, ABD yönetimini Irak Savaşı konusunda uyaran, sosyologlara, tarihçilere, aydınlara ve güvenlik uzmanlarına adeta düşmanca davranıldı. Entelektüeller ve üniversiteler aşağılandı. 'Vatan haini' kavramının ABD tarihinde en çok kullanıldığı dönemlerden biri oldu. Bush, karar almak için çok şey bilmeye gerek olmadığını, kararları 'yüreğiyle (gut)' aldığını söylemekten çekinmedi. İlahi ve tarihi bir misyon yüklenmiş, yüzyılda bir gelecek bir lider gibi görüyordu kendisini. Kifayetsizliğinin, yetersizliğinin farkında bile değildi. Ama, işte kifayetsiz muhterislere has o özgüvenle kendini yığınlara cüretkarca pazarlamayı becerdi. Texaslı maço yürüyüşü, tavrı, söylemi, meydan okuyuşu, hamaseti ve kilise dilini çok iyi kullanması Amerikan halkının yarısının 2004'te onu bir kez daha başkan seçmesine yetti.
Dunning-Kruger etkisi aslında, psikolojide, ‘’illusory superiority (üstünlük vehmi)’’ denilen bir ruh halinden kaynaklanıyor. Hepimiz, ortalamanın üstü bir kifayete sahip olduğumuzu düşünmeye eğilimliyizdir. Bu sebeple, ‘ortalamanın üstü etkisi’ de denir bu vehme. Bu açıdan bakıldığında, ‘Dunning-Kruger etkisi’ dediğimiz şeyin aslında kadim bir bilgelik tavsiyesi olarak kuşaktan kuşağa aktarıldığı görülür. Anadolu’da, ‘’bir tek akla nazar değmez, çünkü herkes aklını çok beğenir’’, ‘’akıllar pazarda satılığa çıkarılmış, herkes kendi aklını satın almış’’, ‘’cahil cüretkar olur’’ gibi bir çok atasözü vardır. Sokrates'in, ‘bir şey biliyorsam hiç bir şey bilmediğimdir’ sözünü herkes bilir. Konfüçyus, ‘gerçek bilgi insanın cehaletini öğrenmesidir’ derken, Şekspir, ‘ancak ahmaklar herşeyi bildiğini düşünür’ der. Darwin, 'cehalet, öğrenme isteğinden çok abartılı bir özgüvene yol açar' diye yazmış. Üniversiteler yüzyıllarca kapılarına ‘kendini bil’ tabelasını bunun için astılar. Ve Anadolu’nun bilge ozanı Yunus Emre de yüzyıllardır aynı şeyi söylüyor:
İlim ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsin,
Ya nice okumaktır?
* Cemal Tunçdemir' in "Kendini bil, haddini bil!" adlı köşe yazısı - 15 Kasım 2014
CaNMaYBuLL
Akla sağır olunmaz... Ben sizin yazınıza yorum yaptım Adolf Hitler'e değil. Bence yayınladığınız yazıyı tekrar okuyunuz. Bu kadar sinir iyi değil. :)