- 636 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
426- KAHVEHANELER- ard. öyk. yeniyazım
Kahvehaneler...
Müstecirleriyle...
Ardahan...
Topal Meme’nin kahvehanesi,
Sait’in kahve’si,
Leylek palasın altı,
İdris eminin Yayla palas kahve’anesi,
Her zaman favori: "Şehir kulübü"
"Şehir kulübü" konseptti, dünyanın her yerde varmış.
Sahil palas...
Aktaş nalbur’un yerinde, Erdemellilerin kahve’anesi.
Aksoy’ların barok mimari binanın ikinci katındaki kulüpler...
Yıldızların, Baboşların kulüpleri.
Yaylacıklı Ekrem’in kahve’anesi...
Sobanın önünde arabacı çocuk sobanın külünü çekiyor. Üstün kapağını kaldırmış kömür atıyordu.
Anasının dokuduğu beyaz eldiveni elinden çıkardı. İki elini avuçları aşağı bakar vaziyette sobanın sıcağına tuttu. Elini ısıtıyor.
Soba:
- Eller havaya!
- Teslim ol! demişte arabacı teslim olmuştu.
Arabacı şöyle teslim olmuştu; avuçlarını " yağmur duasında" açanlar gibi 180 derece yatay yere uzatılı tutuyordu. Elinin üstünü görüyordu.
Sobayı "avuç içi havaya ters bakan" elin altından çek. Aynen yağmur duası eden bir gölge.
Arabacı çocuk ellerini ısıttıkça vücudu ısınıyordu. Eli ısınıyordu. O ellerini oğuşturuyordu. Oğuşturdukça da ısınıyordu .
" Isınıyorum!" belki de sanrıydı. Psikolojik bir aldanma da olabilirdi. Isınıyor muydu? Isınıyordu!
Aldantıda olsa hoştu !
Tevfik Fikret:
Boşuna dememiş taaa... ne zaman!
" İnan oğlum. Şifadır aldanma! "
........
Herşey her yerde: Resim duvardadır.
Kahve’nin duvarında asılı İsveç Alpleri manzarası. Matbu basım, renkli, çerçeveliydi. Kısa kenarları: dik uzun kenarları: yataydı. Resmin arka planı resmin üstünden başlayıp aşağıda resmin ön planıyla sonlanıyordu.
Sol ön de çocuk figürü, çocuğun elinde sopa havaya kaldırmış "haa!" deyince köpeğe vuracak! Sol elinde ekmek torbası. Kıskıvrak yakalamış tutuyor. Kendini mi? Ekmek torbasını mı savunuyor? Kendinden başka kimsenin bilmesine olanak yok!
Çocuğa çemkiren köpek ve kendini savunan figür ön plan olmakla birlikte ana tema ve formu oluşturuyordu.
Orta plan da sağ boşluğu tamamen dolduran tek kat çatılı ev. Kapısı sola açılıyor. Verandanın röflesi kapıyı mavi gölgelere bulamıştı. Manzaranın bütününe ışık soldan giriyor. Günün, sabah zamanın, renk egemenliği mavidedir. Doğudan başlayıp güne maviyle yürür, ardından, güneyde diklenip zirve yapar. Bu dem sapsarıdır ışık. " Sarı sıcak!" denmesi buradan gelir. Güneş zevaline erdiğinde turuncu herşeyin üzerinde leçek gibi serildi!
Kompozisyonun arka ve son planı: Renklerin söndüğü alandır. Uzaklık, bakan gözle, son nesnenin arasında havanın yoğuşmasından renkler sola sola handiyse hepsini mora keser.
Dağlar mor dağlar... Ulu dağlar... Çatılı şirin ev!.. İt’i değneklen kovalayan çocuk...
Tablonun güzelliği, cam çerçevede bir çiviyle Eko’ nun kahvesinde duvara asılıydı.
Güzelden güzel dağlar, Ardahan dağlarıdır. Onların resmi, hayali, tablosu, yağlı, suluboya peysajı da asılı olmalıydı.
Rahmetli Kadana Zikri:
- Edebiyata, sanata, kültüre heves edin gençler! demişti.
Çünkü;
" - Hayat kısa, sanat uzundur."
..................................
Tavşan kanı çaylar geldi. Masaya kondu." Tayyare uçması " Eko, çayın servis edilmesine bu "ad"ı takmıştı.
"Tayyare uçması" dedi mi parası olmayan müşteri sıvışırdı. Çünkü uçma onun masasına kondu mu? Ya uçağa binecekti ya da havaalanını terk edecekti.
Çay bardağı ince belli "AJDA" bardaklardı. Belinden sarı yaldızlı iki sıra şerit geçmişti. Bu bardakların rütbe-i şahsiyeti: "bardakların şahı" olduğunu simgelerdi. Tabak ise beyaz porselendi. İçyüzünden kabak çekirdeği gibi sıra sıra alâ renk puan dolanırdı. Tabağın imgesi ortak imge olarak, kahva’ne müdavimlerinin bilinçaltına yerleşmişti. Öyle bir yerleşme ki bu. Çay, bardak, kaşık ve tabağın renk, biçim diğer form değerlerini rüyalarımızda görürüz kimileyin.
A ha isbatı!
Şeker muhabbeti zaten ayrı bir horata. İstanbul ’da "Erzurum şekeri" bulamayınca insanlar. Çayı başladı karıştırarak içmeye! Ardahan’da iken "Erzurum şekeri"ni sorarak içen insanlar, tatlı yaparak çay içtiler!
Çayı hızlı içme alışkanlığını ise hiç bir "Ardahanlı" terketmedi. Ağzımızda "teneke" varmış gibi aynen devammm!..
Japonların incelemesi: Erzurumlular çayı içerken ağızlarını boru gibi yaparak çayı soğutuyormuş. Bizlen oturup çay içen bazı alışkın olmayan arkadaşlar:
" -Ne var ben de yaparım! "dediler. Adeti tam kavrayamadıklarından çoğunun ağzı "Yandı!"
Kırmızı çaylar geldi!.. Dangır dungur masaya kondular. Boğaziçi’nde vapur da martılar gibi şıngır mıngırık!..
Çayın dumanı üstünde... haleleri halka halka değirmi, çember çemberdi. Kokusu da enfes!..
Oyuncular, oyuna dalmış. Seyirciler, gelen giden çaydan içerdi. İki oyuncu ile beraber iki de seyirci bir masadaydı.
Dört çay geldi. Tasvirini yaptığımız "çaylar" dan.
Girgin olan seyirci tutuk olan seyirciye: eğilerek, kulağına;
- İç!.
- Ya! Parası!..
- Oynayanlar verecek! Korkma!
Gözün yamanlık görmesin daa! Arka, arkaya nasıl içtiler... onbeş tane çayı!
İçmek değil sanki yutmaktı onlarınkisi.
Birazdan HILAPORT kopacak!..
" ŞİMDİ ÇİFT OKEY ATTIN AMCAOĞLU!..."
yalçıner yılmaz
ardahan- 26-02-2009