- 922 Okunma
- 4 Yorum
- 1 Beğeni
BEYNİM CÜCÜK KADARKEN
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
BEYNİM CÜCÜK KADARKEN
Denizli’ de ki, 12nci Piyade Alay Komutanı’nın odasının kapısını örtüp koridora çıktığımda, içimde uçuşan fırsat ve serbesti egoları , beni çok mutlu etmeye yetmişti o bahar sabahı.
Yıllardır sancağı cezalı olan 12nci Piyade Alayının , nihayet sancağının geri verilmesi emri onaylanmış ve ben sancak subayı olarak seçilip, İstanbul’ a Sirkeci Levazım Amirliğine giderek teslim almaya görevlendirilmiştim. Altı er alacak, silah , mermi, , teçhizat ve korumalı olarak sancağımızı getirecektim. Komutan bu intikale çok önem veriyordu.
Her şey çok güzeldi ama o zamanlar beynim soğan cücüğü kadar ve diğer organlarımın tutsağı olarak duruyordu. İstanbul deyince aklım uçmuş , bu kadar adam götürmeye , silaha ne gerek var diye düşünerek çok yaşlı ve ürkek gördüğüm Alay Komutanımın tam aksi bir düşünceye kapılmıştım . O albayın yıllar süren deneyimleri , görüşleri , saçını bu uğurda ağartması bile bana vız geliyordu.( Şimdi aynı şeyi bana çocuklarım yapıyor )
Bir hafta süre vermişlerdi. Bana bir adam yeter diye düşünerek , özel arabamla gitmeye, hem İzmir’e hem de İstanbul’a uğrayarak orada ki kız arkadaşlarımı ziyarete can atıyordum. Bekarım , sultan benim.
Yazıcımız Resul Çavuş’un bir çocuğu olmuştu . Bu yüzden bir tek onu götürmeye karar vermiştim. Resul, Hukuk Fakültesini bitiremeden siyasi nedenlerle ayrılıp asker olan , aklı başında ve biraz diğerlerinden yaşlı, çok efendi bir insandı . ( Ayrıca gözlüklü, ufak tefek, adeta sancağın yanında kaybolan bir yapısı vardı. Tehlikeyi göremediğim için onu seçmiştim)
İlk durağım , İzmir olmuştu. Orada üç gün kaldıktan sonra, İstanbul’a doğru yola çıkmıştım. Günlerden Perşembe idi . Daha erken diye düşünerek rotayı Akçay’ a çevirip birkaç gün de orada kalmıştım. Baharda bambaşkadır Akçay. Kaz dağları’ ndan buz gibi gelir suları, kanarya cıvıltılarıyla sarmaş dolaş, umutlarla bezenik.
Pazar sabahı erken kalkıp yola koyulmuş , Balıkesir ‘de biraz dinlenerek, öğleye doğru yola çıkmak üzere bir mola yerinde durmuştum . Restoranda iki güzel kız yemek yemekte ve neşe içinde gülmekteydiler.
Biraz sonra biri masadan kalkıp yanıma doğru gelerek , ateşimin olup olmadığını sormuştu. Sigara kullanmadığım için olmadığını söyleyip, garsondan rica ederek sigarasını yakmıştım. Konuşmalarımız , iki gencin değersiz laflarından, komik bile olmayan her şeye gülüşmelerimizden oluşuyordu. Kızlar Bağdat Caddesinin kızlarıydı. Altlarında 1977 model Buıck Skaylak marka bir araba vardı. Bende ise 1966 model bir Ford Taunus. Yani benim ki, on iki yaşında , kızların ki bir yaşında olan, iki denk olmayan araba.
Biraz sonra teklif kızlardan gelmişti. “Topçular arabalı vapuruna ilk varan , geçiş ücretini öbüründen alır “ Kızların araba 4000 cc ve sekiz silindir, benim ki ise 2000 cc altı silindir. Üstelik araçların yaş farkı da var. Ama ne gam , ben daha ustaca viraja girerim, kızlar gaza basmaya korkarlar, o arabanın hakkını veremezler gibi aptalca düşüncelerle yarış teklifine “Evet” diyorum. Uzantıda ise Bağdat Caddesi ve o gecenin sonunu hayal ederek.
“Oğlum , kız sana kesildi be . Aman bu yavruyu kaçırmayayım. Hakiki sarışın üstelik. Çok şanslısın , hadi bakalım”
Aynı anda basıyoruz gaza. Daha ilk saniyelerde kızlar önde çıkıyoruz Susurluk rampasını . Bütün gücümle bastırıyorum ama görünürlerde yok kızlar. Neyse ki önümüzde daha epey yol var. Aynı hızla devam edemezler diyorum. Yol Susurluk’a doğru sürekli bir rampa halinde uzanıyor. Tabi bu günkü gibi güzel ve geniş bir asfalt da yok. İbre 180 Km. yi gösteriyor. Zaten benim arabamın çıkabileceği en yüksek hız da bu kadar.
O da ne ? Motordan bir şakırtı geldi. Aman Allah’ım ne olursun korktuğum şey olmasın. Sürat düşmeye başlıyor. Hararet göstergesi kırmızıda . Eyvah lar olsun yaktık motoru sanırım. Önümde “Ömer bey Köyü 4Km “ yazan bir levha var. Biraz meyilli bir yol bu. İnip arabayı itmeye başlıyorum. Başıma gelene bakar mısınız? Asiliğin , huysuzluğun sonu bu galiba.
İlk benzinliğe arabayı bırakıp, bir köy minibüsüne binerek Susurluk’ a gidiyorum. Boş bir kamyon bulup arabayı Bursa’ya götürmem gerek. Kamyona benzinlikte çalışanların gösterdikleri bir rampadan iterek yüklüyoruz emektarı. İki saat sonra Bursa Otogarının karşısında ki eski sanayideyiz. Ama ne yazık ki günlerden Pazar ve açık olan tek bir tamirhane bile yok.
Tabelasında “Ford “ yazan bir dükkanın önüne indiriyoruz arabayı. O gece Bursa ‘ da kalamam , çünkü ertesi sabah saat 09.00 da Sirkeci Levazım Amirliğinde sancak teslim töreni var. Yapılacak tek şeyi yaparak, elbiselerimi , kılıcımı ve yetki emirlerini alarak, ustaya hitaben bir mektup yazıp , arabanın anahtarları ile birlikte kapının altından atıyorum.
İstanbul otobüsü kalkmak üzere. Bir koşu yetişip hareket ediyorum. Kafamı kırsam, kendime olan öfkemi yenemem.
“Ne yarışı be adam . Senin bir görevin var ve sen hala çocuk gibi her gördüğünün peşinde ve iki saat sonrasını düşünmeden delilikler içindesin. Bu yediğin haltı kimse duymamalı. Nasıl yaptıracaksın motoru? Acaba bir sekman ile kurtarmak mümkün olur mu? Ama benzinciler yağ tapasını açtıklarında yağ içindeki sarı çapakları göstermişlerdi . Bu da motorum bittiğini gösterir. Neyse kaza yapmadığım içim yine de şanslıyım. “ ( Bu son yarışım olmuştur. Bir daha asla kimseyle yarışa kalkmadım)
Gece yarısı Levazım Amirliğinin misafirhanesindeyim . Törene Ordu Kurmay Başkanı gelecekmiş. Tıraş olup elbisemi terziye ütületerek hazır oluyorum.
Sabah Resul Çavuş da erkenden geliyor. Levazım Amiri Albay , bana muhafız getirmediğim için çok kızgın . Nerdeyse emniyet gerekçesiyle sancağı teslim etmeyecek. Tören yapılacağını bilmiyordum. Sonradan sancağın muhafızlar ve sancak subayı olmadan başka bir odaya bile geçirilemeyeceğini öğrenecektim.
Tören bölüğünden yalvar yakar üç er alıp onlarla törene katılıyorum. Sancak’ı teslim eden kurmay başkanı tüm generalden teslim alan olarak gerekli sözleri yüksek sesle söyleyerek Sancak’ımı canım pahasına koruyacağıma and içerek öpüp , başıma koyarak teslim alıyorum. Afilli bir geçit töreninden sonra , kılıcımla komutanı selamlıyorum. Sancak ise cumhurbaşkanından başka hiç kimseye selam vermez ve genelkurmay başkanı da olsa onu selamlamak zorundadır.
Tören bitti ve muhafızlara teşekkür edip ,birliklerine gönderdikten sonra süratle sivil elbisemi giyip, çağırdığımız bir taksiye binerek , levazım albayı , komutanı uğurlamaktan dönmeden yola koyuluyoruz. İyi ki Resul Çavuş var. Arabanın arka koltuğunu yatırmış olmamıza rağmen “Gönder “ dışarıda kalıyor. Biraz sonra Topkapı Otobüs Garajındayız.
Otobüsün valiz konulan üst dolaplarına sancağımızı kılıcımı , boylu boyunca uzatarak Bursa’ ya hareket edip , bir saat sonra gelecek olan Denizli otobüsüne yer ayırtarak beklemeye geçiyoruz. Ben , sadece 100 m ilerideki arabamı kapısına bıraktığım tamirciye bir koşu gidiyorum. Resul’ ü sancak ve kılıcımla birlikte Pamukkale Turizm yazıhanesine bırakarak.
Adam motoru söküp , parça listesini hazırlamış Okuyunca moralim bozuluyor. Üç maaşımı versem ancak rektifiye yaptırabilirim. Yapabileceğim bir şey yok. Para bulmalıyım. Bari kusursuz yapabilse de , beni uğraştırmasa diyorum. Çok iyi bir tamirciye benziyor.
Pamukkale Yazıhanesine dönerken bir kalabalık gözüme çarpıyor. Bizim Resul’ü görüyorum. Vay canına , kavga edenlerden biri Resul Çavuş. Koşarak yaklaşıyorum. Sekiz ,on kişi bizim sancağı çekiştiriyorlar. Resul beni görünce ,
“Komutanım yetişin sancağı çalacaklar, yetişin “ diye bağırmakta. Tabancamın namlusu ile önüme gelen saldırganın kafasını patlatıyorum. Ama asker tıraşlı adamlar bitmek bilmiyor. Bu arada bir kaç darbe de ben alıyorum. Resul’ün zaten kafa göz yarılmış durumda. Kahramanca sancağa sarılmış , gelen yumruklara , tekmelere aldırış bile etmiyor. Çocuğun gözlüğü de bu arada kırılmış.
Otobüsçüler de bize yardımcı olmaya çalışıyorlar . Yine de saldırganlar çok kararlı , neredeyse sancak elimizden gidecek. Artık tek çarem ateş etmek diye düşünürken , iki inzibat eri ve bir polis yanımıza geliyor. İnzibatların düdük çalarak gelişi ve dipçiklerle bu adamlara girişmeleri sonucu kaçıyorlar. İkisi kaçamayacak kadar yaralı. Tabanca namlusu ile vurduğum, kafaları patlamış saldırganlar.
Meğerse bir alayın sancağını çalıp Genelkurmay Başkanına götürenin askerliği affedilir diye saldırmışlar.( Aslında böyle bir şey yok. Aksine sancağa saldırmak büyük suç) Böyle bir macera ile , yakaladıklarımızı da affederek Denizli otobüsüne binerek , kendimizi zor atıyoruz Denizli’ye .
Ertesi gün Tugay Komutanı ve Alay Komutanı arasında devir teslim yapılırken , ben;
“Sancak’ımı , canımdan aziz bilip onu daima yükseklerde tutacağım”
“Bu Sancak’ı , benden sonra sağ kalana teslim etmeden ölmek bana haram olsun” cümlelerinde, babamın dayısı olan 57nci Piyade Alayı Tabur Komutanı iken şehit düşen , Yüzbaşı Nail Bey’i anmadan geçemiyorum. O kahramanların son kalan bir neferi dahi olmadığı için sancaklarını bir ağaç dalına asarak yere düşürmedikleri geliyor aklıma. Aynen ağlıyorum.
İyi de, be cücük beyinli ; Ya Sancak’ ı kaptırsaydın? Ya bu tören Sancak olmadığı için iptal edilseydi? Sen canını vermeden bu Sancak’ı vermezdin biliyorum. Peki emri aynen uygulasan , muhafızları alsan ölür müydün?
Kendimi bu olay yüzünden , tecrübeden tecrübe edinmediğim için hiç affetmem . Emiri yorumlama hakkı , belki de bu yüzden astlara verilmemiştir .
Şimdi o Sancak’ın kütüğünde ; “ Bu Sancak (….. 1978) tarihinde P. Üsteğmen Eyüp Yaşar Ovalı tarafından 12nci Piyade Alayına getirilmiştir “ diye yazıyor. Ey 12nci Piyade Alayının asil sancağı ; sana bir zarar gelmeden seni komutanıma teslim edebildiğim ve vukuatsız olarak bu yolculuğu tamamlayabildiğim için şükürler olsun
Tanrı bazen küçük beyni ,büyük beyninden daha çok çalışanları affediyor , cücük beyinlilere bir şans daha veriyor. Teşekkürler Allah’ım.
E. Yaşar Ovalı 22.12.2014
YORUMLAR
Değerli Abim.
Senin bu askerlik anılarına bayılıyorum ben. Çünkü her birisinde ayrı bir ders, her birisinde ayrı bir kıssadan hisse var. Mesela bunda
1- Size bir iş için zaman verilmişse o zamanı mutlaka o iş için kullanın. Aksi taktirde o zaman size çok lazım olduğu bir anda tükendiğini görebilirsiniz.
2-Büyüklerin hayat tecrübelerini asla yabana atmayın. Siz bir görevi yapabilmeniz için ne kadar yardımcı verilmişse o kadar yardımcı ile yola çıkın. Çünkü onlara çok ihtiyacınız olduğu bir anda yanınızda olmamalarının sıkıntısını yaşarsınız.
3- EN ÖNEMLİSİ: Maalesef bizde '' Mantığın bittiği yerde askerlik başlar '' Diye bir laf vardır. İşte bu yazın bunun ne kadar saçma bir laf olduğunun da ispatı. Bir asker olduğun halde sana bile mantıksız gelen bazı uygulamaların bir mantığı olduğunu göstermiş oldun.
4-Arkadaşım onu bunu bilmem. Elin işte, gözün oynaşta olursa her zaman başına bela gelir))))))))))))))))
Selam ve sevgilerimle.
kukurikuu
Ne kadar güzel bir yorum.
"Elin işte , gözün oynaşta" ya cuk diye oturan bir örnek.
Teşekkürler kardeşim.
Anı yazılarınızı zevkle okuyorum...
Hüzün oluyor, acı oluyor, heyecan oluyor, gurur oluyor içlerinde.
Kaleminize sağlık...
Saygılar,
kukurikuu
Sayfamda olmanızdan gurur duydum.
Güzel yorumunuz için teşekkür eder saygılar sunarım.
Öykü anlatıcı ile yazarın aynı olduğu bir anı öykü okuduk. Yazarın her öyküsünde olduğu gibi insanı sarıp sarmalayan bir anekdot ele alınmış. Öykünün başlığı " Beynim Cücük Kadarken" olarak seçilmiş. Kurgu ile başlık ilişkisine insanın "ne alaka" diyesi geliyor. Anafikir, tecrübe eksikliği hata doğurabilir, olarak vurgulanmak istenmiş; o nedenle tecrübesiz insanlara yorum hakkı tanınmadan biat ettirilmeli...O zaman da böyle heyecanlı öyküleri okuyamazdık diyorum ben.Babam, bizim evde demokrasi var, herkes fikrini söyler, ama ben ne dersem o olur, derdi. Sanırım askerlik gibi bir meslekte bu uygulama olmazsa olmaz... Yazı özenle ele alınmış olup tebrği ve on puanı haketmiş.SAYGILAR
kemnur tarafından 12/23/2014 6:22:52 PM zamanında düzenlenmiştir.
kukurikuu
Dün size yazdığım yorum ve tebrik yazısı tam aktarırken birden silindi.
Tekrar yazmak vakit darlığı nedeniyle olmadı. Bunun için özür dilerim.
İnsan gençken biraz salak olur ama benimki epey büyükçe bir salaklık oldu.
İnsan bilmeden kendi hayatıyla işte böyle oynuyor.
Yorumunuz için çok teşekkür eder, saygılarımı sunarım.
güzel bir yazı ''ihtiyaç keşfin anasıdır.''Hayat tecrübeleri bayat ekmek gibi olsa da tadı iyi olmasa da hazmı kolay olduğu için yaralıdır ve yenmeli.
selamla.
kukurikuu
"Hayat bayat ekmek gibi" demişsiniz ya, işte bu bakışa selam dururum.
Selam ve saygılarımla.