- 705 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
'Hic tuta perennat '
‘-Aptallar, aptallar, hayır… Size anlatmak istediğimi hep yanlış anladınız. Beni, beni bir kez olsun rahat bırakın. Tamam, susuyorum Evet, artık diyebileceğim bir şey kalmadı. Gidiyorum o sonsuz vaveyla içinde bilinmeyene doğru. Siz aptallar için yaşasın dünya! Fakat biliyorsunuz ki ölüm yakın. Geleceksiniz. Benim gibi siz de bu yollardan geçeceksiniz. Şimdi diğerleri aklıma geliyor. Georgy sana diyeceklerimi sakın unutma. Sana çarların ve imparatorlukların altında yüzyıllardır yaşamış bir sırdan bahsedeceğim demiştim. İşte o sırrı açıklamam için herkesin dışarı çıkmasını istiyorum evladım. Hepiniz dışarı sizi ahmaklar! Hayır, Nadya, hayır seni ihtiyar budala! O timsah gözyaşlarını görmek istemiyorum. İlk kez bir sözümü dinle ve yanımda ağlama. Defol buradan. Sen de, sen de, hey kime diyorum, budalalar sizi. Çıkın, kimseyi istemiyorum yanımda.
-Baba, iyi misin?
-İyi olmadığımın farkında değil misin Georgy? Boş ver, hem iyi olsam ne fark eder! Boş ver beni. Elena nerede? Onu bu budalaların içinde göremedim.
-Elena mı?
-Ne oldu sana, sen de diğer aptallar gibi bakar oldun? Elena’yı soruyorum, eşini.
-O… O yok baba. Sochi’ye gönderdim.
-Gönderdin mi? Aptallaştın mı sen de evladım? Elena’nın Sochi’de ne işi var?
-Abisinin yanına gönderdim. Yapamıyoruz baba, bir aile olamadık bir türlü. Aslında suç ben de. O çok iyi biri, hatta mükemmel de diyebilirim ama ben ona layık olamıyorum.
-Ne demek layık olamamak? Yanlış bir şey mi yaptın yoksa? Aldatıyor musun onu? Ne yapıyorsun?
-Baba, bunları konuşmasak şimdi! Sen, sen çok hastasın. Bana üzülmenin bir manası yok.
-Budala! Annen olacak mendeburdan ne farkın var senin de! Gül gibi kızın hayatını mahvedecek ne aptallıklar yaptın kim bilir?
-Baba, bildiğin gibi değil. Anlatamam, ne olur bunları konuşmayalım.
-Bunları konuşmayalım. Sevgili evladım Georgy! Sevgili budala oğlum…
-Ne olur öyle söyleme baba! Anlatamam.
-İyi, sen bilirsin. Şimdiye kadar dırdırcı bir baba olmadım sana karşı. Hatta diyebilirsin ‘seni hiç bu kadar çok konuşurken görmemiştim baba’, haklısın, çünkü bu hayatta konuşulacak pek bir şey bulamadım. Şimdi konuşmamın sebebi, belki de yakın zaman da öleceğimi biliyor olmamdan kaynaklanıyor.
-Hayır, böyle söyleme baba, yaşayacaksın.
-Saçmalama. Yaşadığım kadar yaşadım. Hem artık yaşayıp sizlerin budalaca hareketlerinizi de görmek istemiyorum. Farkındayım, sizi her defasında aşağılıyorum ama bunu hak ediyor olmanız en çok beni üzüyor. İleride belki akıllanacaksınız. O günleri görememiş olmaktan dolayı canım sıkılıyor, sinirli olmama sebep de bu.
-Baba…
-Georgy, dinle beni evladım. Elena’yı her ne cehenneme yolladıysan, git onu bul ve buraya geri getir. Siz geri gelene kadar ölmeyeceğim fakat bil ki Elena hamile ve seni çok seviyor. Her ne halt işlediysen, ondan af dile, hatanı kabul et ve kendini düzelt. Çocuğunuz olacak, aile de olacaksınız ama önce kendine çeki düzen vermen lazım. ‘
Bu piyes tutmayacağı için önce kâğıdı mumun ışığına yaklaştırıp, yakmak istemiştim. Bunun kimseye faydası olmayacaktı. Bir türlü istediğim gibi yazamıyordum. Yolunca, yordamınca her şeyin o belirtilen güzergâh da ilerlemesi ve benim de bir şeyler başarmam gerekiyordu. Yine başıma o derin ve tarifsiz ağrılardan biri daha girdi. Müsebbibi olarak tavandaki küfü suçluyorum, bazen küfrediyorum. Kiralık kaldığım bu evin en berbat, havasız odasında kaldığım için elbette ev sahibini suçlayamam. Param ancak buna yettiği için bayanı rahatsız edip, soğuk bir kış günü öteberi eşyalarını koyduğu odasını bana kiralaması için rica da bulunmuştum. O önce söz vermemi istemişti. Ne için olduğunu bilmeden, ‘söz, ne konuda olursa olsun söz veriyorum size’ demiştim. En son iki yıl önce odalarını kiraya vermiş yaşlı bir hanımefendiydi. Koca evde tek başına yaşıyordu ve burası, odaları gezip görmesem de aslına bakılırsa zengin birisinin yaşayabileceği bir evdi. Bana burada kalacağım süre boyunca hiçbir zaman bir bayanı odama getirmeyeceğimi, bu konuda kendisine söz vermemi istemişti. Erkenden söz vermekle haklıydım, çünkü böyle bir şeyin olması zaten imkânsızdı. Kız arkadaşım yoktu. Olacağına da pek imkân tanımıyordum. Tabi burası soğuk bir şehir, aslına bakılırsa bizler soğuk insanlarız ve kanımız kaynasa dahi bazen gerçekleri söylemekte yetersiz kalıyoruz. Gri ve kırmızı renklerden oluşan üniversite duvarlarının arasında gizlenmiş hayatın manası filan yoktu. Ben buraya ne için geldiğimi de pek bilmiyordum. Herkes ‘okuyacak, önemli bir adam olacak’ diyordu. Önemli adam olmakla, iyi bir insan olmanın aynı şeyler olmadığı konusunda büyük insanlarla hemfikirdim. Burada okumanın bile yüceltildiği bir ülkede elbette iyi bir şeyleri hayal etmek de güç. Hem yine insanlar ölecekse bile, hiç kimse, en azından doğru bir şeyler yapıp, haksızlıkların çoğalmasını önleyici bir şeyler yapmıyorlar. Hayır, bizi abartıyorlar, bunun farkındayım. Yapılan bazı zalimce şeyleri unutturmak, insanları uyutmak için insanlar çılgınca, hırsla ve herkesin kanında besleyebileceği türden varoluşu kemiren fikirler üretiyor. Fransa’dan gelen üç öğrenci var. Sanırım bir yıl bizim üniversitede okuyacaklar. Mae’yi görünce heyecanlandığımı saklayamam ama dahası onun zekasına hayran kalıyorum. Felsefe dersinde profesörle tartışmasında onun zekâsının kuvvetine, aklının zarif bilgi kaynağına bayılmıştım. Ders din felsefesi üzerineydi. Profesör imparatorlukların içimizdeki kötü cinler tarafından kurulmuş bir zorbalık yönetimi olduğunu ve son yüzyılda Batı’nın içinde bulunan boşluklardan ötürü, Rusya’nın Hristiyanlığı tekrardan ayağa kaldıran bir ülke olduğundan bahsediyordu. Mae bu konu da profesörle pek de mutabık görünmüyordu. Onun çaprazında, sol arka tarafında oturuyordum. Uzun dalgalı saçlarını, yüzünün havadaymışçasına boşlukta asılı kalan yüzünü, kısa eteğini ve altına giydiği siyah külotlu çorabını görebiliyordum. Mağrur bir duruşu yoktu ancak zarif gölgesinin önemli bir hikâyesi olduğu anlaşılabiliyordu. Profesör imparatorların mutsuz hikâyesinden, Çarlara gelene kadar Moğollardan da bahsetmişti. Moğolların o ünlü akınlarının Batı’ya gitmemesini sağlayan Rusya’nın nasıl fedakâr bir devlet olduğundan bahsederken, Mae sıkılıyor, yanında arkadaşıyla Fransızca bir şeyler konuşuyordu. Profesörü susturan şey Mae’nin sesi olmuştu. Mae ‘kusura bakmayınız ama Profesör, Rusya’nın abartılmasını pek de manalı karşılamıyorum’ diyordu. Profesörle beraber sınıfta büyük bir şaşkınlığa uğramıştı. Profesör ‘neden acaba hanımefendi, bunu bize açıklayabilir misiniz?’ diye sorunca, o ayağa kalkıp, tahtada asılı dünya haritasının yanına doğru yürümüştü. Ben de onun söyleyeceklerini merak etmeye başlamıştım. Beni heyecanlandıran bütünüyle kendisiydi ama şimdi ağzından duyacaklarımı da çok önemsiyordum.
‘Charlemagne, II. Friedrich von Hohenstaufen, Şarlken, Bonaparte ve Hitler… Hepimiz bunları iyi ya da kötü hatırlarız değil mi arkadaşlar? Hepsinin tek amacı mutlak bir egemenlikle imparatorluklarını güçlendirmek ve dünyaya sahip olmaktı. Dünya elbette onların var saydıkları kadar küçük olmadığı için bir kısmı az bir zaman dilimi için başarılı da olsa, sonları hep acıklı oldu. Son derken elbette imparatorluktan bahsediyorum. Batı, eğer dürüstçe söylemek gerekirse kendi adıma Fransa diyebilirim, evet, Fransa, yani benim ülkem de imparatorluktan çok çeken ülkelerden biridir. Bonaparte’nin İskenderiye’de, Mısır’da, Akka’da ne işi vardı? İngiltere’nin, güneşi batmaz denilen imparatorluğu tarihten silmek isteyen bir düşünceyle imparatorluğunu yüceltip, önce İtalya’da sonra önce onu desteklemeyenlerin çok olduğu vatanı olan Fransa’da kitleleri savaşa çağıran o sesin diğer bozuk seslerden ne farkı vardı? Batı şimdi o zalimce fetihlerinin utancını hissederken, Rusya’nın farkında olmadan modern dünyada imparatorluk hayalleri kuran bir şark devleti olduğunu düşünmekten kurtaramıyorum kendimi. Batı taklit edilen, kırıntılarıyla, o garip kalıntılarıyla ülkeler kurulan bir ide halinde modern dünyada kendine yer buldu. Bugünün sömürü dünyasında tabi ki eski imparatorlukların sömürülmüş topraklarının, insanlarının büyük bir etkiyle Batı’yı bir ‘homo sapien’ hale getirmiştir. Sanatın, düşünce özgürlüğünün olduğu kadar, herkesin farkındalığı kendinde bilmesi Batı’yı şimdiki imrenilesi çağa getirmiştir. Ortaçağın Batı’sını elbette kimse imrenilesi olarak bulamazken, birkaç asır sonra Batı tapınılası bir modern reformların var olduğu tapınaklar haline gelmiştir. Peki, günümüz Rusya’sının fikri hangi yönde? Rusya da hala unutulmuş imparatorluk fikri mi süregeliyor? Moskova’nın dini sahiplenmesi bir yana, şimdilerde din üzerinden siyasi bir boşluğu dolduran yapıya ulaştığı fikrini sunmak budalalıktan başka bir şey değildir. Marksist, Leninist bir Rusya’nın Ortodoks ilkelerine sadık kaldığını kim söyleyebilir? Tersini düşünüp de, Batı’nın, Vatikan’ın dini boşluğuna nazire edercesine, Rusya’yı alkışlamak hangi yönden mantıklı gelebilir? Şimdi gösterdiğim yere iyi bakın arkadaşlar. Burada bulunan Anglo-Saksonlar neden Almanya’yı değil de, Rus’ları benimseyip, ittifak olmuşlardır? Rusya’yı çok mu seviyor İngiltere? Hayır tabi ki de! Rusya da onlar için düşman ancak Almanya kadar yakın olmayan bir ülkeyle dost görünmek, siyasi açıdan daha anlaşılır bir durum. Sayın Profesör, Çar, Lenin ya da Stalin… Fark etmiyor ki, Rusya aslında bocalamanın merkezi. Batı için beyan ettiğiniz o dehşetli fikirlerinizi kendi ülkeniz için düşünmüyor olmanız, narsis yaklaşımınızın eseri. Aslında sizi eleştirmiyorum, size fikirlerini böyle angaje ettirenler de suç buluyorum. ‘
Profesör çıldırmış gibiydi ancak sakin görünmek istiyordu. Kaslarını gevşetiyor, masasındaki suyundan içmeye çalışıyordu. Konuşacak gibi gözükmüyordu. Mae ‘izninizle devam etmek istiyorum’ diye Profesöre bakıp, konuşunca, Profesör eliyle devam edebilirsin işareti yapmıştı.
‘Rusya’yı da anlayabiliyorum. Bu zamana kadar içten içe belirsiz bir güce sahip olduklarını biliyorlardı. Tarih şimdilerde Batı’yı Moğollardan koruyan Rusya olarak sizleri taçlandıra dursun, siz de belirsiz siyasi gücünüzü hegemonyanızın etkili olacağı şekilde açıkça belli etmeye çalışıyorsunuz. Bundan birkaç yıl öncesinde Marksist çoğunluk tarihi ilahlaştırırken, kökeni dine bağlı Rus halkının ateist olarak yetiştirdiği yeni neslinin acınası haline pek önem vermediğini görebiliyoruz. On dokuzuncu yüzyılda o büyük yazarlarınızın hasretle ve ilgiyle yakın oldukları İsa şimdi nerede? Almanya’da Hitler’in şimdilerde sesinin kısık olup, Lenin’in hala yüksek sesle konuşuluyor olmasının sebebi asıl güçken, siz hala olmayan güçlerinizle dünyayı yönetebilmekten bahsediyorsunuz. Dünya değişiyor Profesör. Artık Batı denilen kavram, toprak değil, ülkeler olarak da benimseniyor. Kanada, Yeni Zelanda şimdilerin gerçek Batı olma idealine erişmişken, asıl özgürlüklerini unutup, imparatorluk temeliyle hala aynı sapkın role bürünen Rusya neden üzerinde eskimiş fikirlerinden vazgeçmiyor? III. Napolyon Fransa’yı savaşa sürüklerken, halk o zamanlar Paris’te zengin fakir ayrımının en üst zamana yaklaştığı dönemlerden biriydi. Yiyecekler azalıyor, halk gün geçtikçe yoksullaşıyordu. İşte dünyada tarih itibariyle bana en sevimli iki ay gelen, Paris Komünün iki aylık Fransa iktidarı aklıma geliyor. Marks, Engels, Bakunin, Lenin, Troçki… Hepsi bu komüne hayranlıkla baktılar. Şimdi gelelim Rusya’ya. Rusya peki dersini iyi alabildi mi? Proletarya sınıfı mutlu mu şu an Rusya da? Fransa sonu hüzünlü kendi içindeki konsensüsten dersler alabilmeyi başardı. Eğitim iyileştirildi, teknik gelişimler sağlandı. Ama diyemiyorum ki Fransa devlet olarak temiz kalabilmeyi başarabildi! Hayır, maalesef kalamadı ama en azından dünyaya sahip olma fikri yerine, gücünü bilen, yerine göre etkili olan bir devlet olmayı seçti. Rusya soğuk savaşlarıyla, doğusundaki geniş stepleri işgal etmesiyle, orada bulunan insanları proletarya madeni olarak görüp, kendi kişisel, hazine zenginliği için kullanmasını devam ettirdi. Bunu Fransa’da yaptı ama dediğim gibi nüans noktası ne olduğunu, ne olacağına ülke olarak karar verebilmektir. Sosyal bir devrimin başlangıç tarihi Batı için o iki aylık kederli zamandır. ‘
Profesör gözlülüğünü çıkarıp, masasına bırakmıştı. ‘Haklısınız hanımefendi, dediklerinize katılmamak mümkün değil, çünkü aslıyla beraber bunlar zaten tarihi gerçekler. Peki, Batı şimdi hangi hayat tarzını benimsiyor? Bilirsiniz zamanında Lenin ulusal kapital güçlerle anlaştığı için çok tepki çekmişti. Bir zaman için başarılı olmanın yoluydu bu ama kapitalist dünyanın yolu da sosyalizmden, Marx’ın düşünce yapısı altından çıkmadı mı? Hangi proletarya güçlü kaldı ki? Çin mahvoldu. İnsanları birkaç dolarlık aylık maaşla geçinmek durumundalar. Yanı başımızda Türkiye işçilerin ölümle beraber yaşadıkları ülkelerden biri. Suriye, Irak, Ortadoğu savaş altında. Rusya güçlü olursa elbette bu devletlere de kol kanat gerecektir. Savaşçı, acımasız Amerika zulmünden dünyayı kurtaracaktır.’ Mae susacak gibi değildi. ‘Ama’ diyecekmiş gibi bir hali, duruşu vardı. ‘Profesör, daha fazla sizinle bu konu üzerinde konuşmak istemiyorum ama Fransa birinci imparatorluğun fiyaskosuyla demokrasiyi öğrenme yoluna girmişken, Rusya bir bitkiden, hayvandan, insandan petrol oluşumu gibi bu süreci çok yavaş işletiyor. Benim asıl itirazım buna. Ne zaman asıl gayenizi bilip, demokratik bir Rusya olabileceksiniz sorusunu düşünüyorum Profesör. ‘
Yumruklarım acıyor Mae. Korkusuz karanlığın geceyi esir aldığı, odanın küf tutmuş tavanı altında, pencere kenarında şehrin o korkunç manzarasıyla baş başa kaldığım saatlerde tütünün o yakıcı kokusuyla beraber nabzımı yavaşlatıp, bir daha seni düşünmenin manasız olacağını bilerek, seni unutma dileklerimi diğer nefeste unuttuğum bugünün hesabını kime vereceğim? Doğalgaz, petrol modern dünyanın taptığı tanrılarken, devletleri bir günde batırabilen borsalar hiç olmadığı kadar bulanık bir resimle insanların kafasını rahatsız ederken, ah Tanrım dayanamıyorum sanırım, yine o baş ağrısı ve küfün dayanılmaz boğuculuğu. Mae için tütün sarayım. Piyesleri yazdığım kağıtlar bu iş için mükemmel olacak.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.