- 1094 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Köküne Kezzap (Cuma Yazıları)
Neden devletimizin yönetimine katılamıyoruz?
Sistemimiz cumhuriyet, söylemimiz demokrasi.
Üstelik köklü devlet geleneğimiz, özgün yeteneklerimiz var.
Neden devletimiz nefret, intikam, yalan, haksızlık, baskı ve vatandaşının kanına susamış, yurdunun geleceğini harcayan bir yönetime teslim oldu?
Çok köklü fikirler mi üretilmişti?
Çok güçlü liderler mi yetişmişti?
Ufukta yeni bir güneş mi doğmuştu da insanları ısıtacak, berekete-huzura boğacaktı?
Ekonomide bir düzen oluşmuştu binlerce yıllık yaşanmışlıklarla; insanların gereksinimleri üretimin şekil ve miktarını belirliyordu. Zamanla ne olduysa kural tersine döndü. İnsanların gereksinimlerini, satın alacaklarını üretim/üretenler belirlemeye/oluşturulmaya başladı. İşte bu şaftın kaymasına, kişilerin sürüleşmesine, yeni baştan beyler/patronlar ve etkisiz kul yığınları olmak üzere insanlığın ikiye bölünmesine yol açtı.
Birey güçsüzleşti, haz ekseni somuta kaydı. Ahlak, vicdan, sevgi-saygı gibi insanı asıl mutlu etmesi gereken moral değerler yerini incik-boncuğa günlük hatta anlık hazlarla yetinmeye bıraktı. Bu gidiş küresel rejim yarışında kapitalist (paracı) amerikalının sosyalist (toplumcu) dünyayı yenmesi ile 1990lardan sonra hızlandı. Ve dünyanın çivisi çıktı. Dünya insan varlığının büyük çoğunluğu uyuşturulmuş, kolay yönetilen amele ve tüketici sürüleri olarak anlık yaşamaya alıştırıldı. Devletimizin yönetimine katılamamamızın derinlerdeki birinci sebep bu ve sadece bize özgü değil, küresel.
İnsanı yeniden yüceltmek moral değerlerden haz alır hale getirmek için bilimin, felsefenin ve sanatın halk kitlelerine kadar inmesi gerekiyor. Yani cahil ve günü yaşayan insanlarla olacak iş değil. Bazıları tembellik ederek bunun din ile başarılacağını düşünüyor olabilir. Mesela şeriat tek çözüm diyenler var. Ben buna inanmıyorum. Hiç şansının olmadığını, tam tersine insanı daha da köleleştireceğine, buyruklara alıştıracağına; bilmeyen, sorgulamayan, önüne koyulanı yiyen, acıkınca meleyen kuzulara çevireceğini düşünüyorum.
Umarsız kalan sığ düşünen beyinlerin bu kolaycılığa yönelerek dinin baskın etkisiyle insanlığı sürüklendiği girdaptan çıkarma hevesinin pompalanması devlet yönetimimize dahil olamayışımızın bir başka sebebi. Üstelik din doğası gereği kötü kullanıma çok elverişli ve korkusuzca kullanıyorlar da. Çünkü çağımızda, dinin kesin ve keskin söylemlerinin altının boş olduğunu fark edenler çoğaldı. Üstelik bunlar pek öyle inanmadan, çekinmeden “sizin için kurtuluş budur” diyerek kitleleri kandırıyor, daha acınası duruma düşürüyor, güç ve çıkarlarını buradan besliyorlar. İşte bu da devletimizin yönetimine katılamayışımıza bir sebeptir.
Konuyu daha somutlaştırarak yaşananlarla örnekleyelim.
Bir siyasi parti kuruluyor, hemen iktidar oluyor. Senelerce yönetimde kalıyor. Devletin temel taşlarını yerinden oynatıyor. Uygulamaları alışılmadık ve sağlıksız. Düşünsel temelden yoksun. Hak ve hukuk gözetmiyor. Yalana, hırsızlığa, talana, devletin gelecek yıllarına verilen zarara aldırmıyor. Çağın, bilimin gerektirdiklerine, insan doğasındaki hasletlere saygı duymuyor. Ama güçlendikçe güçleniyor.
Paracı dünya tek tabanca olmuş, buldozer gibi ezip geçiyor. Para her kilidi açar hale gelmiş. İnsanlar bilimden, sanattan, gerçeklerden koparıldığının farkında ama uyuşturulmuş ve umursamazlaştırılmış. 1910lardan beri için için yanan miskin yaşam özleminin iyi bir silah olduğu biliniyor. 1940larda, 50lerde ve 80 lerde ufak ufak harlanmış ve palazlanmış. Kin ve öç duygusu gizliden gizliye kitlelere yayılmış. Evet, bu iyi bir silahtı ve kullanılmalıydı, kullanıldı. Hala kullanılıyor.
1990larda İstanbul belediyesinde gizli bir nüve ve bütçe ile partinin alt yapısı hazırlanmış olmalı.
Devleti ele geçirme hayalleri olan farklı ekonomik, sosyal, siyasal ve dinsel örgütler güçlenmiş sınırdaş olmuşlar. Birbirlerini kemirmek yerine birleşip pastayı beraber yemek gerektiği bilincine varmışlar. Zaten bu oluşumlar genelde egemen küresel gücün bilgisi, ilgisi ve desteğine sahipler. İşte bu bizden saklanan buzdağı korkunç bir güç oluşturuyor.
Ya Cumhuriyetin has evlatları ne yapıyorlar bu arada?
1939-1945 yıllarını kapsayan ikinci büyük savaştır bizim işimizi bitiren. Evet, savaşa girmedik ama büyük toplumsal yenilgiye uğradık. Abus suratlı Rus’tan korkup güleç yüzlü Amerika’lıya tav olduk. Daha doğrusu mecbur olduk. Dünyanın belki de en etkili, benzersiz devrimi daha 20li yaşlarındayken güçlü saldırılara karşı savunmasız kaldı. Oysa devrimler yılmak bilmez bekçileri sayesinde pekişirdi.
Türk insanının doğasıyla bağdaşmayan ne varsa aşama aşama devreye sokuldu.
Eğitim kundaklandı. İnsan yetiştiremez olduk.
Ekonomi kundaklandı. Üretemez-geliştiremez olduk.
Bilim, sanat, felsefe kundaklandı. Düşünemez, sorgulayamaz, yaratamaz olduk.
İnsan unsuru zayıflayınca cumhuriyetin organları hızla bozuldu. Sürekli dışarıdan mandallanma sonucu beyinlerimiz sulandı.
Eyyamcı, evinsiz, değerleri yozlaşmış hatta sıfırlamışlar çoğaldı. Öyle ya cumhuriyettik, demokrattık, sandığa gidiyorduk ve her kelle eşit bir oya sahipti. Mayası bozuklar için bilinçsiz oyları toparlamak işten bile değildi. Gidişatın vahametini gören az bir kesimin çığlıkları kolayca bastırılabiliyordu.
İşte sistemimiz bu; parayı bulacaksın ki iktidar olasın. Yoksa imkansız gibi.
Çaktırmadan vatandaşı soyarak, değerlerini/gelecek rezervlerini tırtıklayarak; devletinde gözü olan, devletine hasetle bakanlara istediklerini vererek parayı bulacaksın. Bu parayla güç oluşturacaksın, seçim kazanacaksın. İnsanlığı, yurttaşı, bireyi fosseptik tuğlası olarak kullanacaksın.
Siyasi parti kurup iktidar olmak..?
Para işi ve kandırma işi gibi gösterdik buraya kadar.
Başka şeyler de var ama. Beklenmedik şeyler, değerlendirmediğimiz, dağarcığımızı kemiren şeyler.
“Ne minnet intizar-ı perk’e eyy ahenger-i gayret
(derun-i garip alesta) tığ için pulat lazımsa”.
Bu arada Osmanlıcayı işlevselleştirmeye Namık Kemal’den bir beyit ile katkı yapalım dedik. Aruzu ve dizeleri biraz tahrif ettik ama ne fark eder, Osmanlıca işte uydur uydur söyle. (“Ummadığın yüreklerde aradığın ateşi bulacaksın” diye yorumladık vatan şairinin beytinin bu halini).
*büyükharman*