- 651 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
CİCİ ANNEM ÖLSÜN - 4
Ertesi gün çantasında okula götürdüğü ANA kitabını her teneffüste okumak için gururla çıkarttı Halil. Hararetli bir şekilde okumaya başladı. İnanılmaz bir haz almaya başlamıştı. Sanki onu etkilemek için özel olarak yazılmış bir romandı bu. Her satırında kendi duygularından bir şeyler buluyordu. Sınıf arkadaşlarının çok dikkatini çekmeye başladı. Yakın sıradaki kız öğrencilerden Serpil,
’ Komunist kitabı okuyor bu çocuk ! ’, diye içten içe tepki göstermeye başladı. Diğer arkadaşlarına da durumu aktardı.
Şimdiki dersleri Din Bilgisi idi. İsteğe bağlı olduğu için , bir kaç sınıftan katılan öğrenciler ancak bir sınıfı doldurabiliyorlardı. Öğretmen biraz gecikince gençler arasında bakışmalar, birbirlerine asılmalar başladı. O sırada Halil de birlikte oturduğu arkadaşlarına uyup, hiç de yapmadığı bir şeyi yapmaya kalkıştı. Ön sırada oturup yüzünü onlara doğru çeviren esmer güzeli bir kıza anlamlı bir bakış fırlattı. Kız da ona olumlu bir bakış atınca, bir anda yaptığından utandı, pişman oldu Halil. Yüzü kıpkırmızı olmuştu. Neyse ki sınıfa o anda giren öğretmen imdadına yetişmişti.
Bir kaç gün sonraki Mevlid Kandilinden söz ederek derse başladı öğretmen. Peygamberimiz (SAV)’ in doğumundan, peygamber oluşundan, o zamanın kötü şartlarından, İslâm’ın , Kur’an’ın ve Peygamberimiz (SAV)’ in insanlığa verdiği yararlardan söz etti.
’ Çocuklar ; hani doktora gittiğinizde önce muayene olursunuz, hastalığınıza bir teşhis konur, sonra da buna göre ilâçlar verilir ya size ; işte Peygamberimiz (SAV) ’in doğumu, Kur’an’ın indirilmesi, İslâm dini de o günlerin şartlarına ve insanlarının ihtiyacına bire bir çare olarak Allah (cc) tarafından sunulmuştur. Çocuklardan biri parmak kaldırarak ,
’ O günün kötü şartları, insanların ihtiyacı, hastalığı neydi öğretmenim ? ’
’ Yaradan’ın bir olduğundan habersiz, kendi elleriyle yaptıkları putlara tapıyor, onlardan medet umuyorlardı. Temizlikten, ahlâktan, bilimden, hoşgörüden, haktan, adalet duygusundan bihaberdiler. İnsanları para ile alıp satılan köleler olarak görebiliyor, özellikle kız çocuklarını utanç olarak kabullenip, diri diri toprağa gömüyorlardı. ’
’ Peki öğretmenim, bütün bu saydıklarınız o zamanın kötülükleriydi ve İslâm sayesinde düzelmiş. Çok güzel. O zaman bu gün böyle kötülükler yoksa, insanlar o konularda oldukça iyi bir duruma gelmişlerse, artık İslâm işlevini yitirmiş mi oluyor ? ’
’ Öyle şey olur mu çocuklar. Sonsuza dek İhtiyacımız ve rehberimiz olacaktır. ’
’ Peygamberimiz (SAV) bize İslâmı tüm dünyaya yaymamızı vasiyet etmiş midir ? Gerektiğinde zorla, savaşlarla tüm Dünya insanlarının İslâm’a inanmasını sağlamak her müslümanın görevi midir ? ’
’ İşte burası çok önemli çocuklar. İslâm’da asla zorlama yoktur. İslâm’ın böyle zorlamalarla müslüman olacak kimselere ihtiyacı yoktur. Her müslümana düşen görev, yaşantısıyla, imanıyla, ,ibadetiyle, temizliği ile, çalışkanlığı ile, güzel ahlâkı ile, müsbet ilimlerde gösterdiği başarı ile tüm insanlığa örnek olmak ve bu yolla insanları müslümanlığa özendirmek olmalıdır. ’
’ Öğretmenim, gâvurlar neden müslümanlara düşman ? ’
’ Önce şunu söylemem gerekiyor ki ; kimseye gâvur demeye hakkımız yok. Başka dinden olan insanlardan biliyorsak dinleriyle, bilmiyorsak yabancı olarak söz edebiliriz. Ülkemizde, aramızda yaşayan başka din ve mezhep mensuplarına inanç ve ibadet özgürlüğü tanımalı, onlara asla zarar vermemeli, düşmanlık etmemeliyiz. ’
’ Ama öğretmenim ; müslüman ülkesinde kilisenin, havranın, sinagokun ne işi var ? ’
’ Şöyle düşün bakalım : Yabancı ülkelere işçi olarak giden onca insanımız var. Oralarda ibadet edecekleri camiilerin olması onları ne kadar mutlu eder ? Onlara oralarda ibadet özgürlüğünün tanınmaması onları ve bizleri üzmez mi ? ’
’ Bir de misyonerlik olayı var öğretmenim. ’
’ Evet. Sık sık gündeme gelir ve özellikle bizim ülkemizde çok kötü tepki görürler. Nedir misyonerlik ? Kendi dinini başka dinlerden insanların çoğunlukta olduğu ülkelerde, toplumlarda yaymaya çalışmak ! Size çok kötü gibi geliyor değil mi ? ’
’ Elbette öğretmenim ! ’
’ Peki müslümanlar aynı şeyi yapmıyorlar mı ? Dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan insanlar nereden öğreniyor da müslüman oluyorlar ? Aynı şeyi müslümanlar da yapıyor çocuklar. Misyonerlik de tepki gösterilmesi gereken bir faaliyet değildir aslında. Dininize güveneceksiniz. Siz onlardan daha iyi örnek olacaksınız. ’
’ Hocam şu kandil olayına dönsek ! ’
’ Evet çocuklar. Perşembeyi Cumaya bağlayan gece Mevlid kandilidir. Mevlid, doğum demektir. O gün Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa dünyaya gelmiştir. Tüm İslâm aleminde kandil olarak kutlanır. Camiilerde Kur’an ziyafetleri yapılır, ibadetlerin toplu olarak yapılmasına özen gösterilir, müslümanlar birbirleriyle kandilleşirler, ziyaretler yaparlar. Özellikle anne ve babalar böyle akşamlarda mutlaka ziyaret edilmeli, hâl ve hatırları sorulmalı, elleri öpülmelidir. Böyle gecelerde tüm dargınlıklara da mutlaka son verilmelidir. ’
Baba sözü Halil’e dokundu. Anne babaların mutlaka ziyaret edilmesi gerekiyormuş. Dargınlık günahmış. O, babasına yıllardır gitmiyordu. Oysa okulunun olduğu kasabada oturduğunu, hatta evinin yerini de biliyordu. Çalan teneffüs zilinin sesiyle irkildi. Herkes koşarak sınıftan çıkmaya başlamıştı. Tam yerinden doğrulmak üzereyken, kendisine hızla yaklaşmakta olan, bir ayağı engelli, çok zor yürüyen bir kız çarptı gözüne. Ders başlamadan önce bakıştığı o güzel yüzlü kızdı bu. Elindeki kırmızı renkli hatıra defterini uzattı Halil’e.
’ Merhaba. Ben Suna. Şu deftere bir iki söz karalarsan çok sevinirim. ’
Şaşırdı. Karmakarışık duygular içindeydi. Önce ne diyeceğini bilemedi.
’ Ben de Halil ! ’, deyip ayağa kalkıp aldı defteri. ’ Olur, yazarım tabii, neden olmasın ? ’
Gülümsedi kız. Giderken arkasından tekrar yürümesini izledi. Allah’ım, ne kadar zorlanıyordu yürürken !
Mevlid Kandili geldi çattı. Köyde, okulda, minibüslerde, sokaklarda, gazete radyo ve televizyonlarda hep kandil akşamının anlam ve öneminden söz ediliyordu. Hemen hepsinde de dargınların mutlaka o gece barışması gerektiği, eş dost akraba ve komşuların ziyaret edilerek kandilleşilmesinin ne kadar sevap olacağı, hele ki anne babayla mutlaka görüşülmesinin, onların hayır duasının alınmasının farz olduğu adeta Halil’in kulaklarının içine içine söyleniyordu.
’ Hayrola Halil ; bu gün sanki daha güzel giyinmiş gibisin. Senin için özel bir gün mü yoksa ? ’
Ece öğretmendi yine. Dersin arasında Halil öyle özel görünmüştü o gün gözüne. Aslında oldukça da dalgın görünen bu çok sevdiği öğrencisinin dikkatini biraz da derse vermesiydi asıl amacı.
’ Evet Öğretmenim ; bu gün ben babamı ziyarete gideceğim ! ’ deyiverdi o anda. Aslında derin uykudan uyandırılan hatta bayıldığında ayıltılan bir insanın refleksi gibiydi onun bu sözleri.
Söyledikten sonra kendisi de şaşırdı. Henüz bu konuda bir karar vermiş değildi aslında. Sadece düşünüyordu. Sevindi öğretmeni. Alkışlamak geldi sınıf arkadaşlarının içinden. İçi coştu çocuğun bir anda. Ağlayası geldi. Arkadaşlarının hiç umurunda olmadığını sanıyordu o güne kadar. Demek ki aslında babasızlığının üzüntüsünü içten içe onlar da paylaşmışlardı. Birden çok mutlu hissetti kendini. Artık kararı kesindi. Derslerinin bitip paydos olmasını sabırsızlıkla beklemeye başladı. Zil çalar çalmaz koşarak çıktı kapıdan. Koşarak yürümeye başladı babasının oturduğu eve doğru. İlk gördüğü pastahaneden bir kandil simidi alırken bile aceleciydi.
Kapıya yaklaştığında bambaşka bir heyecan sardı ruhunu. Yıllardır görüşmemişti babasıyla. Yeni eşinden bir de kız kardeşi olduğu haberini almasına rağmen hiç görmemişti onu da. Elleri titredi kapının ziline uzandığında. Ya babası dargınsa ona ? Yıllardır gelmediği için unuttuysa, unutmak istemişse ? Ya kapıdan geri çevirirse ? Olumsuz duyguları dinî inancı sayesinde atmak istedi kafasından : O, Allah’ın emrettiği şekilde görevini yapmak isteyecekti, gerisi babasına kalıyordu.
Elinde Kur’an-Kerim, başında beyaz bere ile açtı kapıyı babası.
’ Hayrola Halil ! Hangi rüzgâr attı seni ? ’ Sanki yıllardır görüşmediği oğlu o değilmiş gibisine, en ufak bir sevinç belirtisi göstermemişti adam. Fakat , herhangi bir mutsuzluk belirtisi de yoktu yüzünde. Duygusuzdu sadece. Elindeki kandil simidini babasına uzattı çocuk. Neden geldiğinin sebebini göstermek ister gibiydi.
’ Şey babacığım ; bu akşam mübarek Mevlid Kandili ! Annelerin, babaların mutlaka ziyaret edilmesi gerekiyormuş. Ben de Kandilini kutlamaya geldim . ’, deyip eline uzandı babasının, yılların hasretiyle doya doya öpmek hatta boynuna sarılmak istedi. Fakat sadece elini öpebildi, o da çok kısa sürdü.
’ Kapıda kaldın, gelsene içeri . ’ Birlikte salona geçtiler. Bir köşede yatmakta olan kadının baş ucuna gitti yine adam. Kadının gözleri kapalıydı, ağır hasta olduğu belliydi. 7-8 yaşlarında bir de kız çocuğu vardı başında hıçkıra hıçkıra ağlayan. Karşılarında bir yere oturdu Halil. Evin içinde derin bir hüzün havası hâkimdi. Ölüm sessizliği dense yeriydi.
’ Eşim hasta Halil. Doktorlar çok az ömrünün kaldığını söylüyorlar. Akciğer kanseri olmuş. Tıp çare bulamıyor, tedavi edilemiyor. ’ Bir anda değişik bir duygu kapladı çocuğun içini. Sanki anlayamadığı bir müjde, hayırlı bir haber almış gibi oldu birden. Neredeyse yüzü gülecekti. Kendine hâkim olmaya çalıştı ve içini saran bu değişik duygunun sebebini düşünmeye başladı.
’ Sen Selma’yı görmüş müydün daha önce ? ’ Utandı çocuk. Bir kardeşi vardı ama daha önce onu hiç görmemişti. Merak edip de görmeye bile gelmemişti. Şimdi yedi el yabancı gibi karşısında duruyordu.
’ Tabii nereden görmüş olacaksın ; yıllardır hiç gelmedin ki ! ’ Cevap vermek istedi babasına. Kendini ona karşı savunmak, her şeyin suçlusunun babası olduğunu haykırmak istedi bir an. Ama sustu. Suçlu olmayı o mübarek gecenin hatırına kabul etti.
’ Bak Selma ; bu senin Halil ağabeyin. ’ Şaşırdı Selma. Adını çok duymuştu ama hiç görmemişti ağabeyini. Koşarak gelip sarıldı.
’ Ağabeyciğim, canım ağabeyciğim ! Niçin hiç gelmiyorsun bize ! Ben seni çok seviyorum. Hiç görmesem bile çok seviyorum. ’ Yılların hasretiyle sarıldılar. Yabancılığı ilk dakikada atıverdiler üzerlerinden.
’ Ağabeyciğim ; annem hasta oldu benim ! Doktorlar onu iyi edemiyorlar ! Ne olur onun için dua et ! ’
Halâ içindeki duygu değişmemişti Halil’in. Her şey güzel bir olayın müjdesini verir gibi geliyordu ona. Kendinden utanmaya, içten içe nefsiyle kavga etmeye başladı. Babası Kur’an okuyordu kadının başında. Kardeşi ağlıyordu. Ama onun içinde değişik duygular kabarıyordu. Utandı kendinden ve bir an önce oradan ayrılmak istedi. Tekrar geleceğine söz verip ayrıldı oradan. Şimdi koşarak köyüne, evlerine, annesinin yanına gitmek istiyordu.
Kapıyı açan annesine bir başka sarıldı o akşam. Önce elini öpüp kandilini kutladı. Sonra ana oğul oturdular yan yana.
’ Hayrola oğlum ; sende bir haller var bu akşam, anlat bakalım ! ’ Yüzü gülüyordu çocuğun. Sanki bir ölüm mahkûmu hastayı görmemişti bir kaç saat önce !
’ Anneciğim, kızmazsan sana bir şey söylemek istiyorum. ’
’ Ne demek kuzucuğum ; sana kızabilir miyim hiç ? ’
’ Anneciğim ; hani bu akşam kandil akşamıydı ya ! ’
’ Evet oğlum ; mübarek Mevlid Kandili. Peygamberimiz (SAV) efendimizin doğum günü.
’ Herkes Kandil akşamlarında anne ve babaların ziyaret edilmesi gerektiğini söylüyordu. Hatta farzmış da. ’
’ Evet, tabii öyle. Hatta yalnız Kandil akşamlarında değil, her zaman ziyaret edilmeli anne baba ve akrabalar. ’
’ Ben bu gün babama gittim anne ! ’ Duraksadı kadın. Yüzünü öfke değil ama derin bir hüzün kapladı bir anda. Yıllar önce kendisini çalıştığı yerdeki bir kadın uğruna terk eden kocası geldi gözlerinin önüne.
’ Kızdın mı anne ? Ne olur affet beni ! İstersen bir daha gitmem, vallahi gitmem ! ’
’ Ne demek oğlum ! Çok iyi etmişsin, elbette gideceksin. Her zaman da gidebilirsin ! ’
’ Sahi mi anne ; sahiden kızmadın mı bana ? ’
’ Tabii ki kızmadım oğlum . ’
’ Biliyor musun anne ; bir de kardeşim olmuş benim. Adı Selma. Onunla da tanıştım. ’
’ Duymuştum oğlum. ’
Şimdi içindeki gerçek duyguları açığa vurmak için hazırlanmaya başladı çocuk. Çok önemli bir müjde vermek ister gibi hazırlamak istedi annesini.
’ Anne , sana çok önemli bir şey söylemek istiyorum ! ’
’ Hayırdır oğlum ? ’
’ Hayır anne, hayır. Bence çok hayırlı olabilir. ’ Şaşırdı kadın, sustu ve çocuğun söyleyeceklerini sabırla beklemeye başladı.
’ Anne, hani babam bizi bıraktıktan sonra başka bir kadınla evlenmişti ya ! ’ Yine sustu kadın. Gözleri ıslanmaya başladı bu kez. Fakat çocuk o yaşları görebilecek gibi değildi o an.
’ İşte o kadın hasta olmuş anne. Kanser olmuş. Çaresi de yokmuş üstelik. Ölecek o anne, anlıyor musun ölecek ? ’ Birden tepki vermek istedi kadın. İki koluyla birden kollarından tutarak sarstı oğlunu. Daldığı gaflet uykusundan uyandırmak istedi.
’ Bu ne hal oğlum ? Öleceğini öğrendiğin bir insanın haberi böyle mi verilir ? Utanmalısın Halil, utanmalısın kendinden ? ’
’ Hayır anne, utanmıyacağım ! Ölsün o ölsün ! ’ diye bağırmaya başlayınca o güne kadar hiç yapmadığı bir şeyi yapmak zorunda hissetti kadın kendini. Yıllardır hayatı birlikte göğüslediği, canı gibi koruyup kolladığı oğluna sertçe bir tokat attı . Şokta olduğunu anladığı oğlunu kendine getirmesi gerekiyordu. Şaşırdı çocuk. Hatırladığı ilk tokadıydı annesinden yediği. Ağlamaya başlayınca kadın da sarılıp ağlamaya başladı onunla birlikte. Ana oğul uzunca ağladılar birlikte.
Devam edecek
Fikret TEZAL