ZAMK
Kitaplıktan bir kitap seçtim okumak için. Sararmış olan sayfaları yavaşça çevirdim, daha fazla yıpranmasın diye yarım açtım. Öylece okumaya çalıştım ama kitap bitap düşmüştü. Aradan bir sayfa düştü yere. Hüzünlü şekilde kanepeye düşen sayfayı elime alıp kokladım. Parfüm kokuyordu. Lanet olsun, nasıl akıl edememiştim kitapların üstüne koyduğum parfümün kokusunun kitaplara sineceğini?..
Kitap, parfüm koktuğu için canım sıkılmıştı bu sefer. Yaprağı sevgiyle düştüğü yere oturtmaya çalıştım, milimetrik hesaplar yaparak köşeden taşan sayfaya baktım. Biraz daha hassas bir ayar verdikten sonra yapıştırmalıydım kitabı. Aksi takdirde diğer sayfalarda dağılacaktı.
404 benzeri bir yapıştırıcı aradım çekmecede türkü söyleye söyleye. Can sıkıntım bir türlü geçmiyordu. Aklıma Bally geldi. Elektrik malzemelerinin içinde bulunduğu kutuda Bally tarzı bir yapıştırıcı aradım. O da yoktu. Bir bant buldum. Onunla kopan sayfayı geçici olarak yapıştırdım.
Eskinden, çok eskiden, bu bantları ne kadar da severdim! Sarımsı ve kalınlığı hoşuma giderdi. Açtığım takdirde kaç metre olacağını keyifle düşünürdüm. Evet, ilkokula giderken epey kalın olan bir iki bandım olmuştu. Sanırım birkaç yıl kullanmıştım o sarımsı bantları.
Başka eşyalarım da olmuştu ilkokulda. Beyaz ve çekici çizgileri olan Türkçe defteri, deposu olan bir kalemtıraş…
O zamanlar 404 benzeri yapıştırıcılar pek yaygın değildi ama. Genelde babası açılımcı olan öğrencilerin çantalarında olurdu. ‘404 öğrenciler’in bir de kutu şeklinde çantaları olurdu. Sert bir kartonun dışına naylonla kaplanmış dandik çantalardı işte. Ama nedense çok hoşuma giderdi şımarık çocukların bellerinde bir o yana bir bu yana salınıp duran kartonsu çantalar.
Benim çantam eski modeldi, şekilli dursun diye içinde karton filan da yoktu. Ve Ablamdan bana kalmıştı. Ama hoşuma giden o çantalardan daha sağlam olduğunu söyleyebilirim. Hatta o çantaya üç beş sene önce köyde, bizim evin altındaki çöplükte denk gelmiştim. Hala sağlam sayılırdı. Ağlamak istediğimi anlamıştım, ayağımla çantayı ileriye doğru fırlatırken.
Konu nereden buraya geldi bilmiyorum ama canım sıkıldı. Kayısı ağacının dallarından fışkıran zamk aklıma geldi şimdi de… İlkbaharda bahçeye gider, o zamkları yerdik henüz yumuşakken. Kimse bizi uyarmazdı fazla yemeyin diye. Çok yediğimiz için midemiz ağrırdı. Neyse zararı yok zaten, şu an tükettiğimiz birçok üründe kıvam yoğunlaştırıcı olarak kullanıldığını biliyorum ve o ürünleri tükettiğimiz için midemiz de ağrımıyor.
İşte o sarımsı ve sakızımsı zamkın bir kısmını da eve getirir bir kabın içinde az bi su ile kaynatırdık. Bala benzeyen hoş bir ürün ortaya çıkardı. Kitaplarımızı ve defterlerimizi yapıştırmak için hazırladığımız bu karışımın bir kısmını henüz soğuyup sertleşmeden yerdik. Diğerini de saman kâğıtlı hikâye kitaplarını, üç beş senedir kullanılan ders kitaplarını yaptırmak için bir yere koyardık.
İlkokuldan mezun olmaya az bir zaman kala UHU ile de tanışmıştım. Artık kayısı ağacının zamkı bana çekici gelmiyordu. Arkadaştan UHU’yu alıp kokluyordum. Bu yeni buluşla kitaplarımı yapıştırmak için can atıyordum.
Şimdi ise kayısı ağacının zamkı ile eski püskü kitaplarımı yapıştırmak için can atıyorum. Bu amaçla mahallede kayısı ağacı aradım. Buldum da… Ama dallarında zamk filan yoktu. Büyük ihtimalle kimyasal ilaç kullanıldığı için o hastalık görülmüyordu ağaçlarda…
(Bu arada Altın GOM 077 marka deri yapışıcı tenekesi arıyorum. Tenekenin içinde yapışıcının olup olmaması önemli değil. Yalnız teneke 1970 öncesine ait olmalı. Renkli olan bende var, renksizi lazım bana. Üstünde aslan fotoğrafı var. Bulabilir miyim acaba?)
YORUMLAR
Anı olması, benim için her zaman okunmaya değer kılar bir yazıyı. Bir de böyle güzel anlatılınca... Samimi ve güzel paylaşımınız için tebrik ve teşekkür ediyorum. Eski kitaplarımı karıştırırken ben de gider gelirim şöyle bir. Hele belli bir yaştan sonra bu, çok daha sık oluyor. Hoş, sadece kitaplarda yaşamıyorum bunu: Eski bir okul kimliği, kırık bir kolye, eşi kaybolmuş bir küpe, eski kartpostallar, bir şarkı... Ne çok şey var!
Tekrardan teşekkür ediyorum. Selâm ile.