- 2401 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
CANETTİ’NİN “KÖRLEŞME”DEKİ DÜNYASI (Kitap İncelemesi)
“Körleşme” ne yazık ki insanoğlunun gerçekler karşısında kendini körleştirdiğinin anlatıldığı bir kitaptır.
Kimi zaman insanlar, akıl dışı hareketler sergilemeye başlar; insanlık için doğru şeyler düşünemez olur. Bu durum karşısında topluma yön veren aydınlar da farklı farklı tepkiler verir: Bir şey yapmayacağını düşünen kimi aydınlar susmayı tercih eder. Kimi aydınlar ise mücadele etmeyi tercih eder; ancak mücadele eden aydınların bir kısmı ya özgürlüklerinden mahrum bırakılarak susturulur, sindirilir ya da söyledikleri ciddiye alınmamış gibi davranılarak, onunla alay edilir, aşağılanır; böylece onun da düşüncelerinin söylenmesine engel olunmaya çalışılır.
Susturulan, sindirilen, ciddiye alınmayan ya da alay eden aydınlar, kendilerini toplumdan soyutlanmış hissederler; hatta bir süre sonra da çıldırma noktasına gelebilirler.
Aydınlarına sahip çıkmayan, aydınlarına önem vermeyen körleşmiş toplumlar, çok geçmeden büyük felaketlerle karşı karşıya kalırlar.
İşte bu romanda, bir aydının insanların akıl dışı davranışları karşısında, mantıksızlığın egemen olduğunu görmesi ve bunun büyük felaketlere neden olacağını sezmesi karşısında “çıldırması” anlatılmıştır.
Elias Canetti “Körleşme”yi, Almanya’da edebiyatın, politikanın kirli gölgesi altında kaldığı bir dönemde yazmıştır.
Kitabın ana kahramanı Prof Dr. Kein’dir. Kein, sinelogdur (Çin bilimleri uzmanı). Ayrıca Antik diller üzerinde de oldukça bilgisi olan biridir.
Prof.Kein’in tek tutkusu kitapları ve bilimdir. Babasından kalma tüm servetiyle kitaplar almış ve 25.000 kitaptan oluşan bir kütüphane oluşturmuştur. Bu yetmezmiş gibi kendini bu kitap cennetine hapsetmiş, çalışmalarını dış dünyadan kopuk bir şekilde sürdürmeye başlamıştır. Bu kütüphane adeta onun dünyasıdır. Ancak dış dünyayı tanımadan, gerçeklerin ne olduğunu bilmeden yaşamını sürdüren Kein, pasif bir kişiliktir. Bu kişilik, aynı zamanda bir gerçeklerden kaçışın, bir kendini yok edişin de ifadesidir.
Yazar kitabın ilk bölümüne “Dünyasız Bir Kafa” adını vermiştir. Zorunlu durumların dışında asla kütüphanesinden çıkmaz Kein. Onun her şeyi, varı yoğu bu kütüphanedir. Kein kitaplarla dolu bu odada çalışmalarını sürdürmekte olduğu bir gün rüyasında kitaplarının yandığını görür. Büyük bir korkuya kapılır.
Canetti Körleşme ’de sembolik olarak medeniyetin yıkımını simgeleyen kitapların yakılması söz konusudur. 1933 yılında Nazi gençleri 34 Alman kentinde geceleri ellerinde meşalelerle, "Alman ruhuna aykırı" olduğu düşünülen 25.000 dolayında kitap yakmışlardır. Burada, her iki kitap sayısının aynı oluşu da dikkat çekicidir.
Canetti korkmaktadır; korkmakta da haklıdır; 1933 yılında iktidara gelen Hitler’in Yahudi yazarlara karşı giriştiği akıl almaz saldırılarda -Canetti’nin bir Yahudi yazar olduğu düşünülürse- Canetti’nin korkması da oldukça doğaldır.
Ayrıca 1927 yılında Viyana’da bir grup tarafından Adalet Sarayının yakıldığını Canetti yakından görmüş ve bundan bir süre sonra da Avusturya’da Nasyonal Sosyalistler iktidara gelmişti. Bu olay sırasında insan hayatına kasteden kalabalıktan dehşete düşen Canetti, eserlerinde bu dehşeti dile getirmiştir.
Kitle hareketleri, gösteriler, politik cinayetler, terörizm dalgaları ile çalkalanan zamanının ortamından bir aydın olarak Canetti’yi oldukça fazla etkilemiştir. Almanya ve Avusturya’da Nazizmin, Doğu Avrupa’da Stalinizmin insandaki zalimliğin, gaddarlığın, çürümüşlüğün, açgözlülüğün akıl almaz boyutları karşısında dehşete düşmüştür.
Kein de toplumdan korkmakta ve toplumun içine girmekten kaçmaktadır. Daha öncesinde evini temizlemesi için aldığı ve kitaplarının üzerine titreyeceğini sandığı ve evinin sekiz yıllık yaşlı hizmetçisi Therese ile evlenir. Therese evlenene kadar Kein’e iyi hizmetçilik yapmış ve evin efendisinin de gözüne girmiştir. Ancak evlendikten sonra evin hanımı olduğunu düşünerek artık birçok şeyde kendisinin de sözünün geçmesini isteyen bir kadına dönüşmüştür. Çok geçmeden gerçek kişiliğini ortaya koymuş. Ve böylece edebiyat dünyasının en aşağılık tiplemelerinden biri olan, küstah, arsız, sırnaşık Therese tipi ortaya çıkmıştır. Therese adeta bu kitabın yazıldığı (1935) 2. Dünya Savaşı öncesindeki faşizmi simgelemektedir.
Therese evlendikten bir süre sonra evde kendisine verilen alanları az bulur, her geçen gün daha fazla alan istemeye başlar. Bir aydının entelektüel alanının nasıl daraltıldığı kitapta etap etap ele alınır. Çok geçmeden zayıf kişilikli “Uzun boylu bir hiç” olarak tanımlanan Kien’in kütüphanesinin büyük bir bölümü bu kadın tarafından zorla ele geçirilişini anlatır. Önceleri buna direnmeye çalışan Kein sonunda yenilgiyi yavaş yavaş kabullenmeye başlar ve derken gözlerini kapayarak gönüllü bir kör olarak yaşamını sürdürür. Etrafındaki çember daraldıkça da kulaklarını tıkar.
Kein’in karısı Therese, Kein ile ilişkiye girmek ister ama Kein bunu istemez. Çünkü Kein kadınlardan nefret etmektedir. Bunun üzerine karısı tarafından dövülür. Özellikle kadınlardan nefret etmesine karşın, nasıl oluyorsa, hayatına son derece sıradan, cahil, açgözlü ve bencil bir hizmetçi kadın girmiştir. Profesör, bu kadından kurtulmaya çalışırken, sineklerden bile değersiz bulduğu, yaşama haklarını bile fazla gördüğü insanların oyuncağı olur ve yıkıma sürüklenir.
Kendine olan saygısını yitiren Kien köpekleşir, onurunun böylesine çiğnenmesi ile “küçülür, küçülür... kendini arar olur...” Artık güncel zaman ile yüzleşemez, “geleceğe” kaçmaya çalışır.
Buradaki Prof.Kien karakteri uç bir karakterdir. Kadın düşmanlığı had safhada olan Kien, gidip kadınların “en aşağılığı ve aptalı!” olan bir kadının oyununa gelebilmektedir. Çok güvendiği aklı ve bilimi, onu hayatın ortasına dalmak zorunda kaldığında, ilişkide olduğu her kişinin oyuncağı haline gelmekten kurtaramamıştır.
Therese’in saldırıları karşısında Kien gururunu, insanlık onurunu kaybeder. Tanrıya inancı da yok olur.
Aslında eserin yazılış ve yayımlanış tarihleri konjonktürel olarak felsefe, edebiyat, siyaset ve teolojide köklü meydan okumaların yoğun olduğu bir dönemdir. Bu dönemden yaklaşık yarım asır önce Nietzsche tanrının ölümünü ilan ederek, “tüm değerlerin yeniden-değerlendirilmesi”nin altını çizmiş ve çoğunluğun aksine 20. yüzyılın “güvenilirlik çağı” değil de yıkım ve anlamsızlığın çağı olacağını müjdelemişti. Platon’dan beri unutulan varlık, iki dünya savaşı ile birlikte varoluşçuluk ve özelde Sartre, gündemi meşgul etmeye başlamıştı. İşte Sartre’ın büyük eseri Bulantı da, Körleşme’den iki yıl sonra, 1938’de aynı olmasa da yakın bir misyonla yayımlanmıştı.
Sonunda Kein, kadın tarafından tekme tokat kendi evinden dışarı atılır.
Evden atılan Kein, Cennetin Pavyonları adlı bir pavyona sığınır. Sığındığı kitapların koruyucu zırhından yoksun olan Kien cüceler, orospular, pezevenkler, körler, hırsızlar, dolandırıcılarla dolu şehrin grotesk ağına düşer. Bu sığ, sefil insanların çıkarları çatıştıkça. olaylar çılgın, ama aynı zamanda düşündürücü bir taşlamaya dönüşür. Bu bölüm ikinci bölümdür, adı ‘Kafasız Bir Dünya’dır.
Prof. Kein burada kendisine bir yardımcı bulur; Kambur ve Cüce olan Fischerle ( Siegfried Fisher). Fischerle, Therese’den de aç gözlü, satranç oynamakta usta ve hayali Amerika’ya gidip satrançtaki ustalığıyla milyoner olmak ve böylece insanlar tarafından saygı görmek. Bunu yapabilmek için Kein ideal bir tiptir. Çünkü parası vardır ve parasını çarçur etmektedir. Fischerle Kein’le karşılaşana kadar hiç çalışmamıştır. Fischerle’nin karısı Emekli, hayat kadınıdır ve düzenli müşterileri sayesinde kocasına bakar. Fischerle, Kein’le karşılaşınca ondan yolunu bulacağını anlamıştır Fischerle’nin görevi, Kein’in kafasındaki kitaplığa inanmakta ve onu korumaktadır. Fischerle, Kein’den alacağı parayla kendisine bir pasaport çıkartacak ve yeni kıyafetler alacaktır. Böylece para ve kıyafet ile de kendi kusurlarını örtecektir. Ancak bu cüce, yaptığı bir hatadan dolayı düğme verdiği kör dilenci tarafından öldürülür.
Yazar bu bölümde Kein’in kafasının dışındaki dünyayı sıkıcı, her türlü kötülüğün, rezilliğin olduğu, açgözlü, çıkarcı, benmerkezci, riyakar insanların olduğu, nefret dolu, maddeci bir yer gibi göstermek istemektedir.
Romanda Prof. Kein, silikleşen özne, aynen Kafka’nın Joseph K.sı gibi; Musil’in niteliklerini yitirmiş adamı gibi, Joyce’un Bloom’u gibi, Proust’un Albertine’i gibi burada da romanın tüm karakterlerinde belirgin haldedir. Modernizm ve özellikle iki dünya savaşı arasındaki Avrupa, romanda belirli anlamlarda uçlandırılmış karakterlerde kendisini göstermektedir.
Üçüncü bölüm olan “Kafadaki Dünya”da, iki kardeşin (Kein ve kardeşi) hayat, kadınlar ve bilim hakkındaki tartışmalarına ayrılmıştır. Kadın düşmanlığı hem doğu, hem de batı bilgelerinden son derece kapsamlı örneklerle desteklenmiştir.
Kitabın sonunda korktuğu yangın gerçekleşmiştir. Theresianum’da çıkan yangından sonra Kien’in aklını tamamen yitirerek kendi kitaplığını, kafasındaki dünyasını yani kitaplarını yakarak kahkahalarla ateşin kendisine ulaşmasını izlemesi anlatılmıştır. Kien’in ilk gördüğü rüya gerçekleşirken, varlığının tamamen anlamını yitirmesi, kitaplardan kulesinin yıkılması, gerçek dünyanın onu gerçekdışılığa hapsetmesi, edilgenliği, dünyayı kendi algısıyla diğerlerinden farklı değerlendirmesi ve kendi yarattığı dünyayı kendi elleriyle yıkarak/yakarak kendini deliliğin körlüğüne bırakması aslında Kien tipine bu hayatta yer bırakmayan bir kesinliği barındırdığından didaktik bir algılamanın, bir ders vermenin romanın sonuna hakim olduğunu göstermektedir.
20.yy’ın en önemli romanlarından olan Körleşme, artık çıldırmaktan başka bir yolu kalmamış insanlığın parodisidir.
Kaynaklar:
1. “Körleşme” Elias Canetti çev. Ahmet Cemal, Payel Yay., İstanbul 1993
2. Ahmet Cemal, “Elias Canetti ve Körleşme Üzerine” Elias Canetti, Körleşme içinde, çev. Ahmet
Cemal, Payel Yay., İstanbul 1993, s. 8.
3. www.derindüşünce.org
4. www.emlakkulisi.com
Yaşar Yıltan
NOT: Yayınlandığı dergi: Patika: Ekim-Kasım-Aralık 2013 Sayı: 83
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.