- 713 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
FİKRET BABA - FİNAL
Uçurumun kenarına vardığını anlayan Fikret öğretmen, kendini o anda aşağıya atmak istedi. Dünyada yaşaması için hiç bir nedeninin kalmadığına inanmıştı artık. Gençlik aşkı olan ilk karısından kötü bir şekilde ayrıldıktan sonra, biolojik babası olmadığından emin olduğu halde sahip çıktığı, benimsediği oğlunun elinden alınması, en son da ikinci defa severek evlendiği Gülay öğretmenden duyduğu o çok incitici sözler, hayattan koparmıştı onu. En dibine ağlayan gözlerle baktı bir süre. Eğer atlarsa, kurtulamayacağından emindi. Kurtuluştu belki de onun için. Fakat ikinci eşi Gülay’ın aylarca anlattığı , okuttuğu ve dinlettiği dinî bilgilerin hepsinde, intiharın ne kadar günah olduğu anlaşılıyordu. İnsanın gerek kendi canına gerekse başkasının canına kastetmesi, affedilmeyecek günahlardan sayılıyordu. Peki ona yapılanlar çok mu basit günahlardandı ? Bütün bu olanlardan sonra yaşamak çok mu kolaydı ? Hatta mümkün müydü ?
Olmadı ; yapamadı. Aklına babasının sigara yüzünden akciğer kanserine yakalanıp ölmesi geldi. Doktor ona babasının hastalığının nedenlerini anlatırken ; sigara ve içkiyi çokça içip iyi beslenmemenin intiharın bir çeşidi olduğunu söylemişti. Gerekçe olarak da bu durumda ölümün kaçınılmaz olduğunu herkesin aslında bildiğini söylemişti . Şimdi aklında bunlar vardı işte ; sigara ve içkiye sarılıp, yavaş yavaş intihar ederek, bu işin günahından sıyrılmak ! Şimdi yönü içki ve sigara bulacağı bir Tekel bayii idi. Kapıdan çıkar çıkmaz da yaktı sigaradan bir tane. Akşam otelin balkonunda bir elinde sigara , diğer elinde içki kadehi vardı. Ay yoktu gökyüzünde, yıldızlar görünmüyordu gözüne. Kapkara bulutlar vardı sadece . Hiç bir şey yemeden, sadece içiyordu. Sık sık tutulduğu öksürük nöbetleri bile umurunda olmuyordu. Bir an önce ölmek istiyordu. Bir çeşit intihar ama günahından sakınarak bir intihar !
İyice sarhoş olduğu gecenin bir vaktinde, bir kalem ve bir kâğıt vardı elinde.
’ Yazacağım işte ! Kimsenin şiir olarak kabul etmeyeceği sözler olsa da, ben şiir diyeceğim bu yazdıklarıma ! Şiir yazıyorum işte ! Duygularım bunlar benim be, duygularım ! ’
’Yağmurlar kirletti beni .
Karlar kararttı hayatımı .
Kin değil, nefret değil ,
sevgidir katilim .
Aşkın kurbanıyım !
Çıkar aramadım .
Madde aramadım .
İhanetten kaçtım ,
sadakata koştum
Mutluluğu sevgide ,
aşkta aradım !
Şimdi sormam gerekiyor ;
hani ilâhi adalet ?
Hani insanlığın , sevginin,
aşkın zaferi ?
Gidiyorum artık .
Gitmek istiyorum.
Tutamazsınız beni
Kandıramazsınız artık ;
sevgiden, aşktan dem vuran
masallarla ! ’
O gece balkonda uyuyakaldı. Rüyasında Tanrı ile yüzleşti. Utandı kendinden. Sigara ve içki içerek ölmeyi düşünmenin, intihardan başka bir şey olmadığını biliyordu. Bu şekilde Tanrı’yı aldatmaya kalkışmanın daha büyük bir günah olduğu kanaatine vardı. Yaşamak için de hiç bir sebep bulamadı. En güzeli, vebaline, günahına boyun eğip, Tanrı’nın affına sığınıp, dürüstçe intihar etmekti. Bu durumda cenaze namazının kılınmayacağını biliyordu. Öyle anlatmıştı Gülay !’ Ama olsundu. Zaten kim vardı ki onun cenaze namazına gelecek ?
Uyandığında öğle vakti olmuştu. Otelin hesabını kesip, ayrılacağını söyledi. Vedalaştı görevliyle. Yolunu yine o, sahildeki uçuruma yöneltti. Uçurumun kenarına vardığında durup düşündü uzun süre. Tüm yaşadıklarını gözlerinin önüne getirip düşündü. Kendinde bir türlü suç bulamadı. Kimseye bir kötülük etmediğine inandı. Tanrı’nın adaletini sorguladı. Kendisine haksızlık etmişti Tanrı ! Böyle bir hayatı ve böyle bir sonu hak etmiyordu. Daha fazla düşünmenin, beklemenin hiç bir yararı olmadığını gördü. Hayata tutunacak tek bir sebep bulamadı. Oysa, bir sebep bulsa, yaşamayı istiyordu ; ama yoktu işte. Onu hayata bağlayacak tek bir sebep yok ! Artık ölmeye hazırdı. Bir adım daha atıp, iyice yaklaştı ölüme. Gökyüzüne son olarak bakmak istedi. Ne Güneş, ne Ay, ne de yıldızlar ! Ona uyarıda bulunacak hiç bir şey yoktu. Hatta kuşlar, kediler bile yoktu meydanda. Rüzgâr bile esmiyordu.
’ Tanrım affet ! Abdestim de yok ama son bir Fatiha okumamı bağışla !’ deyip, okudu.Bitirince ’ Amin ’ deyip ölüme hazırlanırken bir ses duydu :
’ Baba ! Babacığım ! ’
Bir adım geri attı şimdi. Arkasına dönüp baktığında, yaşaması için ne kadar önemli bir sebebi, hatta mecburiyeti olduğunun farkına vardı. Oğlu Yusuf Can , söz verdiği şekilde dönmüştü ona. On sekiz yaşına varır varmaz, sözünü unutmayıp dönmüştü.
’ Döndüm baba, sana döndüm. Sözümü tuttum işte. ’
’ Oğlum, canım oğlum ! ’
Baba- oğul doyasıya sarıldılar birbirlerine. Uzun uzun kokladılar birbirlerini. Onlarınki baba- oğul kokusuydu.Birlikte Esma hanıma gittiler. O da çok sevindi torununun döndüğüne.
Esma hanım da, Yusuf Can da, Fikret’in Gülay öğretmenle barışması için ısrar ettiler. Gülay’ın kızı Yasemin çoktan dayısının oğluyla evlenip İsviçre’ye yerleşmişti bile. Bunu öğrenen Fikret’in ağzından şöyle bir dua duyuldu :
’ Tanrım ! Ne olursun, onları özürlü bir çocuk vererek uyarma, cezalandırma ! ’
Şimdi Gülay da çok istiyordu Fikret’le barışmayı.
’ Kesinlikle mümkün değil ! Lütfen ısrar etmeyin ! ’ deyip kesip attı Fikret .
’ Evliliklerde güven, en önemli unsurmuş. Ben ilk evliliğimde, güvenin bittiği yerde bile evliliğimi sürdürmeye kalktığımda, sonucun ne olduğunu bizzat yaşadım. Tekrar denemem mümkün değil. Güvenin olmadığı yerde ne evliliğin, ne dostluğun hatta alış verişin bile olması mümkün değilmiş.’
S O N
Fikret TEZAL