- 604 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Yepyeni Cümleler
Küçük bir kızdı o nihayetinde. Yani nasıl düşünülebilirdi ki bir arada o karanlık şeylerle? Tamam, duyuyorduk sağda solda kötü adamlar var diye. Televizyon bas bas bağırıyordu güneş yüzü görmemiş o ruhları. Ama sonuçta yine de ‘insan’ denmiyor muydu onlara da? Tür olarak bir kategorize edilmeleri gerektiğinde, bu kelime kullanılmıyor muydu onlar için de?
Öyleyse şaşırmakta haklıydık bu yaşanan çirkefe. Tamam, uyuşturucu satabilirdi o adamlar ya da belki de kadınlar… Duya duya alışmıştı kulaklarımız böyle şeylere. Kuytu bir köşeye çekilip uzatılan o paketleri filmlerde de görüyorduk, o filmlerdekinden de beter bir dünyayı anlatan haber bültenlerinde de. Birileri ‘iki kere iki dört’ kadar basit ve net gerçekleri göremiyorlardı işte! Prize yaklaşan o çocuğu durdurmak gerektiğini bilseler de en az onun kadar ölümcül sonuçlara varabilecek diğer şeyleri garip bir savunma mekanizmasıyla tehlikeli şeyler kategorisine sokmuyorlardı nedense. Yani üç yaşında bir çocuğu ölümden uzak tutmak gerektiğini bilseler de, sıra yetişkinlere gelince ölümle aradaki mesafeyi zerre umursamıyordu bu adamlar. Hatta o mesafeyi aşmasında bizzat yardımcı oluyorlardı.
Ama şimdi söz konusu olan küçük bir kızdı sonuçta. Yani onlar bile bir an için duraksayabilirdi onun o tazecik, hayatın değmediği, melek resimlerine benzeyen yüzü karşısında. Onun, yüzlerine dikilmiş kötülük beklemeyen bakışları belki de kalplerinde unuttukları bir duyguyu harekete geçirir, bu kız gibi oldukları masum günlerine götürürdü onları. Ama nasıl olduysa olmuş, bedenleri gibi tüm ruhlarıyla da orada kalmaya devam etmişti o adamlar. Kızın duru bir suya benzeyen gözleri bir parça da olsa arındırmaya yetmemişti içlerindeki kiri. O köhne evin önünde dikilmiş kendilerine yol tarif eden o küçük kızda bedenlerini ürpertilere boğan bir kadın görmüşlerdi onlar sadece. Kız tarifi bitirdiğinde, evde başka kimin olduğunu sormuş, onunla ilgili düşledikleri o kirli sahneyi gerçek kılmalarını önleyecek birileri var mı diye anlamaya çalışmışlardı.
Aslında sormalarına bile gerek yoktu. Bu yıkık dökük ev fazlasıyla cevaplıyordu soruyu. Biri olsaydı bu küçük kızın dünyasında… Onu koruyup kollayacak, kendi şerlerinden kurtaracak herhangi biri… Bu ev böyle harap kalır mıydı hiç? En azından bir boya badanadan geçer, bu güzelim kıza hürmeten daha yaşanası bir yere dönüştürülmeye girişilirdi. Hayır, yoklukla, parasızlıkla açıklanamazdı bu sefil görüntü. Olsa olsa evde bir erkek olmamasıyla izah edilebilirdi.
Küçük kız annesiyle yalnız oturduğunu söyleyiverdi hiç sakınmadan. Belki bu gözü kapalı güvenen hali birkaç saniye olsun cız ettirmişti o adamların içlerini. Ama bedenleri harekete geçmişti bir kez. Onu bir kadın olarak gördükleri o ilk anda vermişlerdi çoktan kararlarını.
Sonrası o kadar tanıdık bir şekilde gelişmişti ki! Çaresiz ve yalnız bir kızla, onun yoluna çıkan vicdansız iki adam… ‘Prize dokunan çocuk ve ölüm’ kadar, “iki kere iki dört eder” kadar kesin bir sonuca varan bir gerçeklik… Kardeşim gazeteye çakılıp kalmış gözlerimi fark edip “ne var orda” diye sorduğunda verdiğim karşılık, beklemediğim bir tepkiyle karşılık buldu yüzünde. Bana “abartıyorsun” der gibi bakıyordu. Üzülmüştü üzülmesine… Ama bendeki bu şaşkınlığı da anlamakta zorluk çekiyordu epeyce. Uzaydan mı gelmiştim? Hiç mi rastlamamıştım bu cins bir habere?
Evet, böyle adamlar vardı… Ve hatta kadınlar… Masum bir çocukta yetişkin bir kadın gören, üstelik gördükleri o kadın kire, çirkefe batmış… Hiçbir zaman gerçek bir anne olamayacak, kocasıyla akşamları gezintiye çıkmayacak, bahar esintisinin ne bedenine, ne ruhuna hiç değmediği… O kızı bulabilirdim belki. Ben ya da başka biri fark etmez… Birimiz o harabeye benzeyen eve gider, kapısını tıklatırdık, ona sesimizi duyuruncaya dek.
Kız vazgeçmeyeceğimizi anlayıp kapıda belirdiğinde anlatmaya başlardık yüzünde gördüklerimizi. “Sen on iki yaşında küçük bir kızsın daha.” derdik ona büyük bir inançla. “O mahlukların sende gördüğü o kirli kadın değilsin sen! Ve asla da olmayacaksın. O adamların sana biçtiği o rolü oynamayacak, gölgelerini gezdirmelerine izin vermeyeceksin üzerinde. Sana o kötülüğü yaptıkları zaman parçasını bir parantezin içine koyacak, o yokmuş gibi devam edeceksin cümlene… Ve ardından yepyeni cümleler gelecek. İçlerinde o paranteze dair tek bir kelimeye bile yer vermeyen…”