- 1274 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
HAYATIN ANLAMLI VE ANLAMSIZ GÖRÜNDÜĞÜ ANLAR -3-
İnsanımsı, Aşk, Acı ve Anlamsızlık:
Bazen yabancısı olduğumuz veya bilmediğimiz şeyler, dünyanın var malına değebiliyor.
’İyi ki bilmiyormuşum’ diyorsunuz. Ben de böyle diyorum:
- Evet bazı şeyleri iyi ki, bilmiyormuşum !
Hayat; içindeki sevgi ve buna yüklenmiş anlamlandırma süreciyle, uzun ve yıpratıcı bir yürüyüşün serüveni oluyor.
Yıpranmanın yanı sıra, serüvenin ‘saygı’sı eksik bırakılırsa da olmuyor..
Çoğulsal doğru kavramıyla dahi düşünülse ki; burada çoğulsallığa -genel kabul görmüşlük- yakıştırıyoruz, bu ne derece doğrudur o da ayrı konu, ama o haliyle bile doğru olmuyor…
Doğruyla, gerçek olanın arsındaki ayrışan ve örtüşenliğe bakıyoruz. Arada koskoca bir insan aklı ve buna dayalı irade vardır.
Anlamı veya aşkı ’saygı’ temelli yaşamak, gerçekten de zor ve yıpratıcı bir süreçtir, bu kanaate varabiliyoruz, böyledir !
Kimi zaman insanın bütünsel özeti; akıl, kalp ve vicdan tamlığı olarak niteleyebildiğim özümüze, bazen de düşünce ve duygu süzüntülerinden çıkan, vicdani kararların alındığı özümüzden dışa doğru yaptığımız yürüyüşlerin savaşıdır, diyebiliyoruz hayat...
Hayatta yaşanan sevginin söylemselliği değil de, eylemselliği ise:
Vicdani ibra etme ve edilmeler tümlemesi olmaktadır.
İbra etmek kavramına temiz bulunmak ve bulmak, yapabiliyorsanız eğer; önemli bulduğunuz anlamı ve anlamınızın eylemli öznesini, insani açıdan değerlendirmek. Olmuyorsa eğer, temiz bırakmak şeklinde bir “hesap vermek” anlamı yüklemiş bulunuyorum.
Hayat, sevgiyi tamlama veya tümlemek bütünseliğine erildiği zamanki mutluluk ve mutsuzlukların toplamıdır.
Tamamlama, erdemlerden başlatılacak bir bütünleyişe gittiğimiz ilkeli yolun, tutarlı çizgisidir.
Yenilgiler galibiyettir bazen, kimi galip gelişler ise çok zaman yenilgi...
Anlam kavramında pirus ve pünik sarkaç salınımlardır belki…
Aynı zamanda , bir yere geldiğinde; yenmek ve yenilmenin aynı kapıya çıkıyor olduğunu anlamanın, yıpratıcı sonucuna dairliğin savaşını vermektir de çoğu zamanlarda, hayat.
Tıpkı, aşırı uyanıklık ekâbirliğine tutulmuşlukla, aşırı tevekkellik saftirikliğine takılıp kalmışlık farksızlığının bileşim yaptığı “o” bilindik yere direnmek gibi...
Tevekkül (sabretmek/dayanmak erdemi anlamında) mü dediniz peki ?
Onun, bunlarla hiç ilgisi yok !
Bu nedenledir ki hayat; algılar ve anlamlandırmalarımızın örneğinden, eylemine esas olacak şekilde bir iç/dış analiz bütününe yapılmış dizgesel ve teorik bakış yolculuğu olmalıdır.
Hayat; sevgi düşüncesinin inancına değil, bilgisine yönlendirilmiş ilgilerimizin doğrulandığı ya da yanlışlandığı anı görebilme gerçekçiliğidir.
Anlam, gerçek mi yoksa doğru mudur, burada sormamız gereken soru budur ?
Hayat, bence sadece gerçektir.
Dünya ise tarafımızca yapılmış ve bırakılmış onca eylem ve izden sonra, asla yalan filan değildir ! İnsan, bunu gerçeklikten çıkarıp; akıl dışılık ve akıl üstülük izafelerinin birbirine karıştığı metafizik ötelere taşır...
Taşımak ağırdır...
Ağırlık yük olarak değil, acının kalpten akla yürümesine izin vermek yanlışı ile ağır olmaktadır.
Acı ağırdır, acıyı duyumsayan; ağır geleni “ağrılar ve ağırlıklar kompleksi” olarak duyumsar ve algılar.
Algının kırımı ise hiç başalamadan bitmek ve bitirmek olmalıdır !
Acı çekme yeri kalp, sevme yeri de aklın bulunduğu bölgedir şeklinde öneriyorum. Yanlış biliyorlar ! Zamane, neo feodalite veya postmodernite yanlış biliyor. Doğru vicdani sorumluluk, ancak bu dizgeden çıkıyor !
Doğru; gerçeğe ulaştıran araçsallığın söylemi olmaktadır.
Sevgi düşünseldir. Saygı duyumsal..
Bunlardan ’insan kadarlık’ önermesi çıkarabiliyorum. İnsan kadarlık ama...
İnsanımsılıkla hiç mi hiç, ilgisi yok !
İnsan; hayatın zorluklarına karşı akıl, kalp ve vicdan donatılmışlığını birlikte götürebildiği oranda ağırlıkları “ağrı” olmaktan, anlam olmaya doğru çıkarabiliyor...
Çıkarmak, yüksek tutmaktır; yükseltmektir...
Bir de insan kadar sadakat ve bundan kaynaklanan saygılı sevgiyi; bilince çıkarmakta, kalmakla...
İnsan kalabilmenin büyük hatasından(!) kaynaklanan bir acının ağırlığı, direnç olarak ne olsa; insanın taşıyıp/dayanabileceği ölçektedir.
Eğer bu yoksa, sevgi eylemi, insan tanımdan kaynaklanmış bir hatanın değil; insanın olmadığı, insanımsılık ve ucubeliğinin verdiği ziyankarlıkta olmaktadır.
Zarar çift taraflı.. ziyansa zulümdür !
Duygu, düşünce ve vicdanı kirlenmemişi kirletmek, zulmün çifte kavrulmuş hali olmaktadır !
Sonu, uzun bir inziva ve münzevi boyuttaki, anlamsızlıktır.
Ve hayatın anlamı ya da anlamsızlığı, kişinin kendisine olan saygısının yitirilme ve kazanılma riskine girdiği anların varlık veya yokluğunda aldığı kararlar sonucunda tanımını bulur.
Ya da şekillenir…
Düşünce tutulmuş, duyumsama sağırlaşmıştır. Vicdan, benmerkezciliğin renk körlüğündedir.
“Egoist” veya “Vicdansız” olarak söylüyoruz! Bütün akları karadır, bütün doğruları da yanlış !
Algı kırık, kavram karışık, anlam kirleniktir! Tanımlar, ikna ve tatmin edicilikten uzaktır artık...
Akıl ve kalp vicdana, düşünce ve duygu da eyleme bağımlılaşmıştır.
Gerçek; hayatın anlamlı bulunma anındaki oluşla, eylemli bir sadakat/vefa kaynaklı ’saygılı sevgi’ye bağlanmıştır.
Ötesi yok…
Bundan gayrisi insani değil !
Belki ‘insani-msi’ diyebiliyorum..insana yakın kavramdır.. insanımsıdır; insana benziyen demektir.
Yine de umutvar olmak gerekiyor !
Akıl ve kalp vicdana, düşünce ve duygu da eyleme bağımlılaşmıştır demişiz.
Ağırdır !
Ağırın ağrılı olanından ve insanımsının ’insan’ tanımında olana, şiddetle uyguladığı acının ağrısıdır !
Başta hayat olmak üzere; sevgi, saygı, vefa ve de gerçek, işte tam da burada, onursuzca anlamsız ve yalancıdır !
Hayat; zaten en insanca davranışlara, erdemli yaşama azmi ve ilkeliliğine yapılmış acımasızlığın anlamlarında çok ağırdır.
Belki de en ağrılısıdır !
Hayat tarzı denilen şey; düşüncenin sarmalı, duygunun albenisinden çıkan davranış birliktelik biçimlerimizden süzdüklerimizle varsa, bu şekilde bir makul ve mantıkiyetle vardır.
Bunun dışında olan biten, sadece güdü, ihtiyaç veya tutku farkı ne çelişkideyse; o fark kadardır.
Zıtlar anlamlı, çelişki anlamsızdır diye bir önerme yazabiliyorum.
İnsan, anlamdan anlamsızlığa yitmeyi geçici görür. Tamgörüsünde mutlaka yeni bir anlama erer.
Sürekli tekrar anlamlarında kalmak, eskiyedurmaktır.
Hareketsizlik anlamsızlıkta yaşarmış gibi; bir yaşamışlık veya yaşamazlıktır...
İnsanımsı, anlamsızlığı sürekli kılarak içselleştirmiştir.
Anlamsızlık, insanımsının ’haz’ ve ’an’da yani; sadece tutku/güdü duyumsama haz/an ve hezeyanları ilkelliğinde yaşamasıdır !
İlkel ve ilke ne kadar da uyaksal yakınlar, oysa izafi ve tanımsızlıkla ne uzaktırlar !
Sevgi; akıl ve elbette, insanca önemseyerek eylemsel olandır.
Aşk; duyguyla ve elbette, egoist insanımsılıkla !
İhtiyaç olan sevgi insanın, güdü olan aşk ise insanımsılığın tatminsel gerekçesidir.
İşte bu nedenlerden dolayıdır ki:
Kimi düşünserken, duyumsar kimi..
Ve kimi önemserken, aşağılar kimi ?!
Ahmet Kutlu Ayyüce
Haziran.2008- Mart-2014