GÜNAHLAR VE SEVAPLAR
Başını secdeye koydu, Cuma namazına gittiği için içinde bir huzur ortaya çıkmadığı halde huşu içinde namaz kılıyormuş gibi başını secdeden kaldırdı. Ah ne kadar da günahtı, günahlar! Kendisi Cuma namazına gittiği için cennete uçtuğunu düşünmekten kendini alamamıştı. Ahmak! Cennet Cuma’nın ötesinde! Günahlar! Geçen hafta çok hoş bir kızı süzmüştü! Önceki tüm hafta boyunca sadece üç beş kez aklına Yaratıcısı gelmişti. Rüku halindeyken sanki meleğe benzemeyen melekler şiş gözlerine kızgın şişler sokuyorlardı… Çok uyumak da günahtı. Dün on altı saat uyuduğu için gözleri şişmişti. Cübbeli Hoca bir harikaydı! Nasıl anlatmıştı ama!
Cübbeli Hoca’ya resmen hastaydı! Meleklerin ne kadar işkence metodu varsa hepsini simgeleştirerek anlatmıştı. Satanistlerin bile aklına gelmezdi öyle işkence metotları. İşte Tanrı böyle yapardı zalimler topluluğunun sonunu. Sırat köprüsünden iyi bir koşucu olmadığı için geçemeyecekti ama Tanrı’nın kalbinde hoş bir yer edinmişti belki de. Mantıklı düşününce öyle bir şeyin imkânsız olduğunu anladı. Kıl kadar inceydi o köprü ve bizim viyadüklere benzemiyordu… Hem dört veya sekiz şeritli olsa bile koşmak zordu. Milyarlarca insanın beraber koştuğu bir koşuda sekiz şeritli kaymak gibi yol bile kıl kadar ince sayılırdı. Düşmemek, sendelememek imkânsız.
Ne kadar şansızdı! Peygamberin döneminde yaşasaydı o da gider Tanrı’nın sevgilisinin ayaklarını öperdi. Böylece cennete uçardı. Kesinlikle Peygamber yardım ederdi ayaklarını öpen o saf inançlı insanlara. Neden öpememişti Peygamberin ayaklarını? Acaba Cübbeli Hoca’da Peygamber’in ayaklarını öpemediği için üzgün müydü? Ne kadar şevkle ve aşkla anlatmıştı geçen hafta!
Belki gelecek ay babası için bir mevlit okutmalı, Hobby çikolata dağıtmalıydı cami cemaatine ve çocuklara. Hayırsız evlat! Babası öldükten sonra daha da yoldan çıkmıştı. Son dönemlerde içinin sıkılma sebebi kalp hastalığıydı. Herkes hasta idi. Kimisinin için kimisinin dışı hastaydı. Cübbeli Hoca belki yakın bir zamanda hastalıklar üstüne bir vaaz da verirdi. Seviyordu Cübbeli’yi. Sakallarında ellerini gezdirmesini, şekilli bastonunu, gülümsemesini. Fezaya gönderilen zımbırtılar hakkındaki Cübbeli yorumu ne kadar doğruydu! Gerçekten de boş işlerdi. Kemale ermiş bir insan bilimsel konuda bir şey dediğinde ona inanmak gerekti. O bir astronottu! O bir tıpçıydı! O bir matematikçiydi! O bir ruh bilimciydi! Psikiyatristiydi Cübbeli Hoca…
Hiç çıplakları giydirmemişti. Çünkü o kadar parası hiç olmamıştı. Evet, camiden çıkarken bunu düşünmüştü. ‘’Camiye yardım, camiye yardım!’’ Cebinde beş lira vardı. Yerdeki seccadenin üstüne fırlattı. Lanet olsun camiye gelmek bile paralıydı. Hemen tövbe etti. Kimseden zorla para istemiyordu sonuçta.
Cenaze namazlarına katılmıyordu, çünkü ölüden korkuyordu. Bir keresinden ölünün üstüne toprak atmak için büyük çaba sarf etmiş ama az daha kendisi de ölüyle beraber gömülüyordu! Herkes ölünün üstüne toprak atarak sevap kazanma derdindeydi. Nefes nefese kalabalığın arasından uzaklaşmıştı. Kimse başkası da sevap kazansın demiyordu. Nereden biliyorlardı ölünün üstüne toprak atmanın sevap olduğunu?.. Demek ki herkes Cübbeli Hoca’nın vaazlarını dinliyordu.
Ah o cennet huri tasvirleri! En çok da huri vaazlarını beğeniyordu. ‘’Eşleriniz duymasın!’’ diyen Cübbeli’yi ne kadar sempatik bulmuştu. Kıskanç kadınlar kıskanıyorlardı belki Kuran’daki o tasvirleri. Kuran da erkek merkezliydi. Bu da hoşuna gidiyordu. Zavallı kadınlar, hayallerini süsleyen hurileri bile yoktu. Tek bir ‘’Cennet annelerin ayağının altındadır’’ları vardı. O da direkt olarak kadınlarla alakalı değildi.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.