- 586 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
FİKRET BABA - 2
Evine döndüğünde, bambaşka duygular içindeydi. Bir gece önce Kerim’den duyduklarını, sonrasında o kadınla yaşadıklarını ve yaşamak üzere olduklarını, karısı ve geçmişi ile ilgili tüm düşündüklerini, olumsuzluklarını unutmak istiyor, adeta hayatına kaldığı yerden, hatta yeniden başlamak istiyordu.
Kayın validesine daha saygılı davrandı o akşam . Oğluna daha yakın olmaya çalıştı . İşten dönen karısını, kapıda karşıladı. Kapıdayken öptü onu. Karısı çok şaşırsa da bu haline, hoşuna gitti.
Yemekte ve yemekten sonra televizyon seyrederken, daha neşeli görünmeye çalıştı. Bir ara karısıyla yalnız kaldığında, kulağına ,
’ Bu akşam biraz erken yatalım. Bütün gün seni düşündüm. ’bile diyebildi.’
’ Olur tabii, ’dedi kadın ,gülerek. İçinden de ’ Hayırdır İnşaallah ’ diyordu.
Adam, uykusunu bahane ederek karısına da göz işareti yaparak erkenden geçti yatak odalarına. Onaltı yaşlarındaki oğulları , kendisine karşı ilgisizlikten isyan edercesine, oflayarak odasına geçerken, kayın valide, ’ Allah, Allah ’ diye sayıklıyordu içinden. Evde, alışılagelmişin dışında bir şeyler olduğunun o da farkındaydı.
Kadın, bir taraftan üzerindekileri değiştirip, gecelik giymeye çalışırken ;
’ Demek ki yıl dönümümüzü hatırladın he ! Doğrusunu istersen, senden hiç de beklemiyordum Fikret ’ , dediğinde, neye uğradığını şaşırdı adam. Evet o gün evlenme yıl dönümleri idi ve onun aklına bile gelmemişti. Bozuntuya vermemeye çalışıp, o da üzerini değiştirmeye devam etti.
İki elini boynuna dolayıp, küçük bir öpücük kondurdu kadın, kocasına.
’ Ne aldın bakalım, ne aldın ? Hadi göster. Daha fazla meraklandırma beni. ’ dediğinde, iyice bocaladı adam. Ne yapması, ne demesi gerekiyordu ; bir türlü aklına hiç bir şey gelmiyordu. Sonunda, dürüstlüğü tercih etti.
’ Bak hayatım, bak bir tanem. Maalesef, aslında senin de beklediğin ve de çok iyi bildiğin gibi, unuttum ben yıl dönümümüzü. Bunun için senden defalarca özür dilerim. Fakat, söz veriyorum ; ilk fırsatta, imkânım, gücümün yettiği en güzel hediyeyi alacağım senin için ! ’
Hiddetlendi kadın. Önce kollarını çekti adamın boynundan.
’ Sümsük herif ! Sen kim, erkeklik kim ? Bende kabahat ki ; senden böyle bir şey bekledim. Çık şimdi odadan, uyuyacağım ben ! ’ deyip, kapıya kadar sürükledi kocasını. Sonra da ;
’ Ne kadar aptal mışım ? Neleri varken peşimde, gittim de bu sümsükle evlendim ! Salakım ben , hem de süzme salak ! ’ diye söylenmeye devam etti.
Neye uğradığını şaşırdı adam. Üzerine bir şey bile almadan, doğruca balkona çıktı. Hafif serindi hava. Fakat o üşümüyordu şimdi. Sarılacağı bir sigarası bile yoktu. Ne içki ne de sigara içiyordu. Sandalyeye oturup, iki dirseğini birden masaya yasladı. Ellerini çenesine dayayıp, başını gök yüzüne uzattı. Hafiften bulutluydu gök yüzü. Önce, bulutları dinledi. En yakındaki kara bulut ;
’ At kendini balkondan ! Böyle yaşanmaz ! Haysiyetin nerede senin, gururun nerede ? ’ diyordu.
O kapkara bulut ölümü getirmişti aklına. Oturdu yavaşça tekrar sandalyeye. Ölümü ciddi şekilde düşünmeye başladı. Öleceğini anlayan insanların bütün hayatlarının bir film şeridi gibi gözlerinin önüne geldiğini duymuştu daha önce. Şimdi o bu film şeridini kendi iradesiyle gözlerinin önüne getirmeye çalışacaktı. Onun filmi tamamen eşi Necla’dan oluşuyordu adeta. Onunla başlayıp yine onunla bitecekti. Diğerleri sadece birer figüran olabilirlerdi ancak.
Daha ilkokul yıllarında gözü de aklı da Necla’ya takılmıştı. Aslında herkes onun peşindeydi. Üstelik daha çocukken bile elbise değiştirir gibi sevgili değiştiren bir yapısı vardı Necla’nın. Kafasını takmıştı bir kere; bir gün o sevgili sırasının kendisine gelebileceğine inanmıştı ve yaşadıkça da o sıranın gelmesini beklemeye kararlıydı.
Yıllarca o sıra hiç gelmedi. Gözünün önünde hep değişik sevgililerini gördü onun. Kahroldu, üzüldü, yıkıldı ama umudunu yine de yitirmedi. Asla vazgeçmeyi düşünmedi. Bunlar aklına geldikçe bazen buruk bir gülümseme belirdi yüzünde. Göz yaşlarına küçük gülücükleri karıştı. Arada bir ayağa kalkıp balkondan aşağıya baktı. Orada kendisini bekleyen Azrail’in olduğunu aklına getiriyordu. Filmin belki de en önemli sahnelerine gelmişti sıra. O sahneleri daha bir detaylı hatırlamaya çalıştı. Annesiyle birlikte yaz tatilinden dönen Necla, ne olmuştu da dönüşte onu boynuna sarılarak karşılamıştı ? Nasıl olmuştu da birden bire aşkına karşılık vermeye başlamış hatta onunla bir an önce evlenebilmek için bir yalvarmadığı kalmıştı ? Üniversite okuyordu ikisi de o günlerde. Neredeyse sınav zamanıydı. Ama Necla ısrarla bir an önce evlenmek istiyordu onunla.
Israrlara dayanamayıp evlenmeyi kabul etmişti o da. Çok kısa bir süre sonra hamile kaldığını müjdelemişti karısı. Fikret, şaşkınlıktan, mutluluktan havalara uçmuştu.
Henüz sekizinci ayda sancıları sıklaşmaya başlamıştı Necla’nın. Doğum olduğunda ’ erken doğum ’ deyip inandırmışlardı onu. Fakat çevredekiler ve mahalle halkı dedikodulara başlamıştı. Necla’nın geçmişini çok iyi bilenler, bebeğin mutlaka başkasından olduğuna inanmışlardı. Fikret’in de aklına aynı şüpheler gelmesine rağmen inanmak istememiş ve mutluluğuna gölge olabilecek her düşünceden uzak kalmaya çalışmıştı.
Şimdi aklına filmin belki de en kritik sahnesi geldi. Bebeğinin dünyaya geldiği müjdesini verdiği ev sahibi kadın ’ Siz hangi ayda evlenmiştiniz ?’ diye sorup cevabını aldıktan sonra parmaklarıyla bir şeyler saymaya başlamış ve vardığı sonuç karşısında da başını sallayıp gülmüştü. İşte bu sahneden sonra bir kez daha Azrail’ini görmek için yerinden kalktı. O zamanlar düşünmekten korktuğu, kaçtığı gerçek şimdi onu direkt ölmeye zorluyordu. Kendinden başka herkes oğlunun başkasından olduğunu biliyordu. Ne kadar kaçmaya çalışsa da acı gerçek maalesef öyleydi. Tekrar tekrar o sahneleri hatırladıkça artık filmi bitirmesi gerektiği kararına varıp tekrar kalktı ayağa.
Bu defa Azrail’e değil de gökyüzüne yöneldi bakışları. Vedalaşmak istedikleri oradaydı. O anda kara buluttan sıyrılan yıldızlar göründü gözüne. Öğrencileriydi onlar.
’ Bizi bırakma öğretmenim ! Bizim sizden öğreneceğimiz çok şey var ! Hani, bize yaşamanın çok güzel olduğunu anlatmıştınız ? ’ dediler. Geri çekildi şimdi balkondan.
Bu defa yıldızların ortasında ay parladı ona doğru. Onun da söyleyeceği sözler vardı.
’ Kendi canına kıymak, günahların en büyüğüdür. Hiç kimsenin böyle bir hakkı olamaz. Cesur olun, korkmayın hayattan ve yaşamak için direnin. Omuzlarınızdaki melekler, her türlü sıkıntınızda yardımcınız olacaktır, koruyacaklardır sizi. ’
Ay’ın söyledikleri daha da çok hoşuna gitti. Ona karşı bir sıcaklık duydu içinde. Bir dost, hatta bir sevgili gibi sohbet etmek istedi onunla.
’ Peki, Sevgili Ay , ben şimdi ne yapmalıyım ? ’ diye sordu.
’ Hayatından, kendine yakıştıramadıklarını bir çırpıda at gitsin. Kendine yakışanları, lâyık olanları ara bul. Gerekiyorsa yeniden sev, yeniden başla. Ama önce yaşamaya karar ver. ’
’ Söz, sevgili dostum. Yakışmayanları, hak etmeyenleri, söküp atacağım hayatımdan. Yeniden sevmeye çalışacağım. Gerekirse, her şeye yeniden başlayacağım. ’
Sabaha kadar konuştu onunla. Sürekli neler yapacağını düşündü. Güneş doğduğunda, kararlı bir şekilde doğruldu yerinden. Doğruca yatak odasına gitti. Karısı uyuyordu daha. Hiç çekinmeden seslenip uyandırdı onu.
’ Ne oluyor be sabah sabah ? Ne diye dürtüp duruyorsun ? Uyuyup zıbarsana sen ! ’
’ Kalk bakalım ; konuşmamız lâzım. ’
Alaycı bir şekilde doğruldu kadın.
’ Konuşalım bakalım. Buyurun efendim, sizi dinliyorum. ’
’ Senden ayrılmak istiyorum ! ’
’ Allah, Allah ! Bir de evden kovsaydın bari. Unuttun mu herif ; annemin evi burası. Eğer ayrılırsak, evden senin gitmen gerekir. ’
’ Biliyorum. Her şeyi göze aldım ben. Kesinlikle kararlıyım. Senden boşanacağım ! ’
’ Sen bilirsin. Yolun açık olsun. Bana koca mı yok ! ’
Kadın bu kadar umursamaz cevaplar verdi adama. Aldırmadı adam. Daha farklısını beklemiyordu zaten. Ufak bir bavul buldu kendisine ve şahsî kıyafetlerini yerleştirmeye başladı. Kadın çoktan tekrar uykuya dalmıştı bile.
Biraz sonra elinde bavuluyla, arkasına bile bakmadan, kendinden olmadığına inandığı oğlunu görmeyi bile düşünmeden, ayrıldı evden Fikret öğretmen. Kararlıydı artık. Hak etmeyen, kendine yakışmayan ne varsa, bir çırpıda söküp atacaktı hayatından. Her şeye yeniden başlayacaktı. Belki de yeniden sevecekti. Ay dostu, öyle öğretmişti ona...
(Devam edecek)
Fikret TEZAL