- 603 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
'bir şeyler var'
Ne güzel de ışıkları var şu meyhanelerin. Özellikle bana yakın olanın. Aslında meyhane değiller. Bar da denilmez. Kendilerine daha eksantrik bir isim bulma çabasına girmeden ‘sahil kafe’ demişler. Rakı ve bira daha çok gidiyor. Sınırlı bir yakınlık dâhilinde ilişkimiz iki meyhane ile de gayet iyi. Sahil meyhaneleri demem gerekmiyordu, demiş bulundum bir an için. Sahil meyhanesine benzedikleri için ikisi de şu an dingin kalışlarını onlar üzerinde kafa yormama bağlıyorum. Saçma. Durup dururken aklıma geldi, dedim, salladım ve tutturamadım. Ama hoşuma da gidiyor ayak sesleri. Birkaç ışık o iki sahil meyhanesinin sevimli, büyük avizelerine muhtaçlar. Deniz zaten siyah! Üşümüyor oluşumu tahin pekmez ve çörek otuna bağlıyorum. Gereksiz yorumlar. Sahil meyhanesinin sevimli, büyük avizeleri olmasaydı, hatta elektrik bu kadar hayatımızın içine girmeseydi dahi, dalga seslerinden resim çizerdim karanlıkta. Gün ışığı olmadan o resme aldanmak da insanı yaşamaya küstürüyor. Bunların hiçbirine gerek yok. Karanlığa alışığımdır, severim karanlıkta çürümeyi. İlgiyle takip ederim gökyüzünde bir uçağın izini ve ip gibi dizilmiş karşıyı. Boş bir kayığın yanındadır oturak. Oturak tahta olmalı illa ve cilasız, verniksiz… İyi bir sırdaştır boş kayıklar. Oysa kayıklar, yalnızca kayıktırlar ve kendisini yalamayı iyi beceren kedilerdir misafirleri. Poşettir, poşet, gözümü poşet bürümüştür, gecedir, gece poşetten bir metan içinde, oksijendir sabır, sabırdır ayakkabı ve gitmektir her ayakkabı; delik deşik acı!
İyi dostlar vardır, hep iyi olmuşlardır, hep iyi oldukları içinde uzaktırlar, uzak kalışlarıyla meşhurdur onlar. Bir an için oturak büyümüş, bank olmuştur. Köpekler işemiştir ayakuçlarına. Sahipleri vardır bazı köpeklerin. Köpeklerden korktuğumu bilir beni iyi tanıyanlar. Oysa beni tanıyanlar köpeklerin nasıl etkisiz hale getirileceğini bilemezler. Sopa derler, taş derler. Yöntem bilmezler. Ben bilirim ama yine de korkarım köpeklerden. Köpekler gibi yığılır sonra bazı cümleler. Cümleler sayfa, sayfalar kitap oluverir birden. Kitapları severim. Kitaplar büyütür fikirlerimi. Fikirlerimle yalnız kaldığımda savaşırım. Savaştır her fikir, fikirdir her savaşı büyüten keşmekeş. Severim keşmekeşleri, kaos akan kırmızı muslukları, hiç okumadığım güzel kitapları. Güzel kitaplar vardır. Onların da yazarları vardır. Onlar da bilir kederi, sevinci. Tatmışlardır. Tattıkları için aynıdırlar, aynı kalabilmeyi başarabildikleri kadar da, yazdıklarından ayrı bir aynılık taşırlar okuyucularıyla. Okuyucular zaman öldüren sünepelerdir. Daha iyi bir şey beceremezler. Oysa hayatta iyi becermek gerekir. Bir şeyi yaparken, sıkarken, takarken, açarken, kapatırken, yıkarken iyi becermek gerekir. Bu beceri insanı mutlu kılar. İyi becerilen herkes mutluluğu bilir. Çünkü iyi becerilmiş bir iş sonrası eserlerinin karşılığını alırlar. Bazen bir halıdır bu, bazen doksan dört model bir araba, ayakkabı, orak, çekiç…
Eve de dönebilirim. Yastık üzerinde çok Dostoyevski nöbeti geçirmişliği vardır bu köpüklerin. Kimine göre hata işliyorum, kimine göre suçluyum; lanetli, sebepsiz ve vefasız. Hepsinden öte hep beraber düşüyoruz, bunu inkâr etmek aptallık olur. Düşerken bazılarımız için isyanlar daha önemli. İnsanlar mutlak adalet diyerek, tüm adaleti kendi yöntemleriyle idare etmeye başladıkları andan beri bu böyle. Şartların haklıyı mazlum saydığı bir zamanda, saygınlık sözünün daha çok isyanla beraber anılması gerekirdi. Ne yazık ki daha çok uslu görünmekle mahir, gizli işlerin yürütülmesinden haz alanların saygı gösterildiği, hatta tapıldığı zamanın garipleriyiz. Güzel şeyler de olmuyor değil. Örneğin bir bardak sıcak çayın hatırı, kahveden daha çok! Kahvesiz yapabilirim ama çaysız asla. Belki de dayatmadan başka bir şey değil bu. Olsun. Yeri geliyor insan canından bile vazgeçebildiği bir dünyadan bahsederken, düşünürken daha dikkatli olmalı insanlar . Gerçek evren düşünebilen en büyük evrenden daha büyük olabilir ama insanın zihninde büyütebildiği evrenler de önemli. Her şey mümkün olabildiği kadar tekrar ederken, en uzak sınırda bazen gözüken bir noktanın esrarı için, o bazen her şeyin verilmesi gerekir. Tüm bu basit önermelerle beraber insanlık basit önermelerin çılgın fatihleri olarak yaşayabileceğini pek umursamadan farklı bir şeyler yapmak istiyor. Farklılık diliyor. Oysa Tanrı’dan istenesi daha güzel istekler varken, boş istekler için ayrı bir bölüm açılmalı:’ Boş zaman saçmalıkları!’ bazen sosyalist bir gerçeklik içimi neşeyle dolduruyor. Eski Sovyet, Yugoslav filmlerindeki güçlü erkeklerin, kadınların şarkılar söyleyerek tarlalarından döndükleri an aklıma geliyor. Bazıları yoksul var etmek için, yoksullara bakma gösterisinde baş rol oynarken, bazılarıysa tüm varlığıyla yoksulluğun tamamen ortadan kalkması adına çabalıyor. Boş makyaj tüpleri cehenneminde bu tür güzelliklerin asla var olmayacağı bir güne uyanmamak için gecemi uzatıyorum. Çağdaş piyasadan bize tek lokma acı. Dahası gerçekçi, iyimser, eğlenceli, seksi, yalın ne varsa eğitsel olmaya ve var olmaya iyileştirici tüm etkileriyle devam ediyorlar. İnsanlar açken, kimileri fezada gezinmek, silah yapmak için para harcayabiliyor. Kimileri kat kat gökdelenler çıkıp, betonlarla iftihar edebiliyor. Hepsinin de aşina olduğum bir giriş etkinliği vardı ve isim çok tanıdıktı. Adaletti.
Yorgun bir yokuş bu. Sahil sıfır rakımın tadıyla sarhoş olurken, köpekler daha aç. Masa var. Sandalye hayli güzel ve tüm kıçları kaldırabilecek kadar fedakâr. Kıç ayrımı yapmaksızın toprak olmaya yakın tabanımdan ceviz ağacı sertliğinde adımlar geriliyor. İnsan oturabiliyorken, aslında nasıl bir mucize içerisinde olduğunu bilemiyor. Yıllardır yatalak birisinden böyle bir şeyler duymuştum. Gözlerimi açmamak üzere kapatışlar hep yanılgılarla dolu. Kimsenin manifestolarla işi yok. Artık Nikolai Ostrovsky yok. Zevkle acının homojen karıştığı Bukowksi ya da diğerleri. Kitaplar var. Okunası pek çok kitap... Bir de elleri kırılası, dili kesilesi, vücudu kurşunlara dizilesi güzel insan Victor Jara!
www.youtube.com/watch?v=hesTpJ4oGvk