HAYALDEN BEYAZ KAĞIDA DÖKÜLEN MÜREKKEP
Ansızın telefonuma gelen mesaj sesiyle irkildim. Elimdeki kitabı usulca bırakıp mesajı açtım. Gelen mesaj beni bilinmezlikler içinde meraka sürüklüyordu. Sadece numara… Önce muhayyelimde kim olduğuna dair bir ipucu ararken aynı zamanda ‘’saat 12.12’de Dörtyol durağında olur musun ?’’ iletisi dudaklarımda tüm naifliği ile tekrar ediyordu. Sonra aklıma takılan ikinci soru neden 12.12? Kafama takılan bu soru ve mesajı gönderen kişi beni adeta cinayet masası dedektiflerine çevirdi. Derken bir mesaj daha ‘’Özür-dilerim kendimi tanıtmayı unutmuşum. Ben, senin beni her gece başını yastığa koyduktan sonra gözlerini tavana dikip benli yarınlar için hayal kurup dua ettiğin kişiyim. Bir adım yok. Adım, senin sevginin üzerine nakşolmuş sen adıma ne dersen de.’’ Yarım saat kadar bütün bu olanlar karşısında hiçbir şey düşünemedim. Yapamadım. Söyleyemedim. Kendime geldiğimde görüşme isteğini kabul eden bir mesaj göndermişim. Ne ara gönderdiğimi hatırlamıyorum. Ruhum bilinmezlikler ve sorularla labirente girmiş orada hapsolmuştu. Nihayet karanlık iplik iplik süzülüp ayrılırken geceden güneşin doğuşunu seyre koyuldum. Evet, bilinmezlikler ve merak bütün gece bir kısır döngü gibi sarmıştı ruhumu, uyuyamamıştım. Güneş bugün her zamankinden daha mutlu, her zamankinden daha ağlamaklıydı. Yatağıma uzandım, gecenin verdiği yorgunlukla dalmışım. Uyandığımda kafam tabula-rasa gibiydi, yeni doğmuş bir çocuk gibi şen, yeni açmış bir gonca gibi taze, bir ceylan gibi sek sektim. Kendime geldikçe geceyi hatırlıyor taşlar yerine oturuyordu. Derken beklen saat geldi hemen hazırlanıp evden çıktım. Hava ışıl ışıl arıların verdiği senfoniye kelebekler dansları ile çiçekler kokuları ile eşlik ediyordu. Doğa ruhuma sinerken bir sevgi fotosentezi yaşatıyor ve yüzümdeki tebessüm o bütün ihtişamı ile hala iktidarını sürdürüyor bedenimde. Yürüyorum durmadan devam ediyorum aslında yürüyen ayaklarım değil yürüyen ruhum yürüten ise merak… Bir ara bir ekmek fırının önünden geçtim fırından çıkan taze ekmek kokusunu da ardıma alarak yürüdüm. Durakta kimse yoktu. Oturdum. Oturunca yorulduğumun farkına varmıştım ama merak yorgunluğumun önüne çoktan geçmişti. Derken 8 numaralı dolmuş durağa bir sürüngen çevikliğinde kıvrılarak yanaştı. O an yutkunurken heyecandan nefesim ne ciğerlerime giriyor ne de ciğerlerimdeki nefes dışarı çıkabiliyordu. Evet, nefesim hapsolmuş bir vaziyette kalbim ise sel gibi çağlayan kafiyeli bir şiir ritminde… Konuşamıyorum. Nefes alamıyorum. Acı çekiyorum ama ölemiyorum. Uzaklardan bir ses işitiyorum derinden gelen yankılı bir ses kendimle cebelleşirken kulak veriyorum bu sese… Bu ses beni çağıyor sesin heceleri ismimin harflerinden oluşuyor. Belleğimde yankılanan bu sesin sureti celladına gülümseyen bir mahkûmu anımsatıyor bana. Ses; gece-gündüzden, ruh-bedenden, mürekkep-kalemden nasıl ayrılıyorsa o da öyle ayrılıp şiddeti ile geliyor uzaklardan. Ses yaklaştıkça beni kendine çekiyordu ve rüzgâra kapılan bir uçurtma gibi bıraktım kendimi. Ses beni buldu. Bir an sessizlik… bütün bedenimde hissettiğim bu sesin uğultusu ile yana döndüm. Bu ses abimin sesi kahvaltının hazır olduğuna işaretti. Meğer bütün bu yaşadıklarım birer rüyaymış..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.