- 687 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
NE DÜN NE BUGÜN...
Yeni bir ben olmak adına olmadı uğraşım: Ne dün ne bu gün. Sadece görünmeyen o beni yaşatmak görünene eşlik ederken.
Külfetini hep duyumsadım da üstelik hangi mecrada olursa olsun. Külfeti ağır olan saklı yanımı çıkarmaktan ziyade kabul görme güdüsüyle sarf ettiğim uğraş oldu her defasında.
Zuhur bulan egomun kifayetsizliği idi. Doyumsuz bir ego yerine yetinmeyi bilen.
Ya da aç bir nefis değildi vuku bulan bilakis terbiye etmekle mükellef olduğum.
Komik olan ise çapraz ateş altında kalıp sayısız kez hezimete uğramaktı keza halen de değişen hiçbir şey yok. Yokmuş da yeni yeni vakıf oluyorum. Zaman da geçse, asırlar da yuvarlansa halen biteviye işgal ediyoruz birbirlerimizin ruhlarını. Kabullenmek yerine muhalif olmak, sevmek yerine sürekli beslenen bir nefret duygusu. Ve ne yazık ki koşullara, süregelen düzeneğe rağmen aynı yerde sayıyor ayaklarımız ruhumuzu da esarete gömerken üstelik.
Nefret etmeyi becerebilseydim keşke ya da sus pus kalmaktansa feryat figan hakkımı savunmayı. Ne var ki öğretilerim asla ve asla bu doğrultuda yansımadı bana. Farkındayım ve bir o kadar da bilincindeyim. Hele ki son birkaç yıldır algılarım her daim nöbette gözüm açık ya da kapalı.
Bazen dolaylı tezahürü haricimdekilerin bazen de direkt gözümün içine soka soka yansıtılan.
Tuhaf hem de inanılmaz zorlamakta akıl sınırlarımı. Kabul görmek ya da görmemek kimin tekelinde olabilir ki. Ya da hangi merci yetki verebilir ki iyinin doğrunun ne olduğuna.
Her şey gayet net ve ortada. Ne zaman ki düşsek yanlışa illa ki çıkış yolu ararken yükleniyoruz birbirimize. Ortada suç teşkil eden bir tutum olmasa bile illa ki bir suçlu yaratıyoruz. Oysa yoktan var eden tek güç var. Ve bizler kim oluyoruz da üstün kılıyoruz benliklerimizi diğerlerinden. Sonuç itibariyle aynıyız aynı anne-babadan olmasak bile kardeş değil miyiz. Komik geliyor bu tabir çoğuna ki farkındayım. Zira kardeşlik, has dostluk gibi mefhumlar sadece TDK’nın tozlu sayfalarında yer alan tabirler. Ne bir kıstas ne de bir önerge sadece lafta kalan izafi kavramlar.
Kötümser addedilsem de bu sadece hayatın gerçek yüzü. Ne pembe bir tablo ne de kara bir evren. Mümkün mertebe gri oldukça koyultulmuş ve biraz da karanlık. Bu da demek değil ki umutsuz olacağız ama yenilgiye de hazırlıklı olmalı. Ne tuhaf değil mi? Yaşamak ve hayatlarımızı idame ettirmeye çalışırken nice hamlelere maruz kalabilmekteyiz. Bırakınız destek olmayı her nasılsa ve bilinmez nedenlerle bitimsiz ithamlar ve kuşku dolu sorgular. Oysa hayat bir mahkeme salonu değil. Değil de adım başı nöbette duran hâkimler ve savcılar yaşama hakkımızı elimizden almaya çalışan ve aralıksız mücadele verenlere ne demeli…
Sıfatlar ve duygular…
İstekler ve ket vuran onca engel…
Hayaller ve çalıntı hayallerle yaşamaya çalışanlar. Bırakınız da herkes hayaline kavuşma arzusuyla yaşayıp gitsin. Dünya hem zengin hem de ummanlar kadar engin ve sonsuz. Şüphesiz her birimize de yer var mademki Yaratan’ın eserleriyiz nasıl hak bulabilmekteyiz esir alırken birbirimizin ruhlarını ve çalarken düşleri?
Çözmek asla olası değil. ne sosyal bilimlerin engin bilgisi yeter ne de ömür. Bu yüzden bırakınız herkes kendi yolunda ilerlesin. Ne sınır ihlali ne de hakka tecavüz. Ne nefret ne kapris. Ne kin ne de öfke. Ne kadar menfi duygu varsa arz-ı endam etmiş ve biteviye sürgün hayatlar yaşıyoruz. Kolayı zora sokmak maharetmişçesine verdiğimiz zarar inanılmaz. Somut ya da soyut anlamda sayısız örnek her birimizin hayatında yer bulan. Menfaatler dünya savaşı çıkarırcasına en tepe noktada. Ve kesinlikle bir kesişme noktası yok eşref-i mahlûkatın. Sadece ve sadece öngörüler, yargılar ve koşullanmış zihniyetler ki zihin olma vasfını çoktan yitirmiş ve inanılmaz körelmiş.
Tüm göreceli kavramların canı cehenneme.
Tüm yargılar da önemsiz ayrıca. Tek önem arz eden hissettiklerimiz ve yüreğimizde biriktirdiklerimiz. Anlayan ya da gören olsun olmasın. Kabul görmek ya da dışlanmak hatta yok sayılmak. Nereye kadar ya da sonsuz mudur ömür diye addettiğiniz?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.