- 1035 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
Ağrılı Bir Gün
Günlerdir mide ağrıları çekiyordu annem, belkide artık dayanacak gücü kalmamıştı. Karnını tutarak yatak odamın kapısını çaldı ve yavaşca seslendi;
-kızım kalk, midem çok ağrıyor,bütün gece uyumadım dedi.
Seni de uyandırmaya kıyamadım.
O gün benim de uyuyacağım tutmuştu demek. Yüzü kireç gibi olmuş, yalvaran gözlerle bana bakıyordu.
-keşke uyandırmış olsaydın güzel annem, dedim.
Üzülmüştüm, daha önce götürmeliydim belkide.
Hemen duşa girip apar topar hazırlandım, doktora kadar dayanmasını söyledim.
Yaşlanmıştı artık, 80’i devirmişti koca Selvi. Yaşamak tutkusuna şaşardım her zaman. Onca derdi bir kürek gibi çeker, yine de zevk alırdı hayattan. Ne anlamıştı yaşamaktan? oysa ona yaşamak denemezdi. Talihi bir kez olsun yüzüne gülmemişti ki. Ne sığınacak kendine bir evi olmuştu hayatta, nede sırtını dayayacak bir eşi. Biz daha çok küçükken ölmüştü babam. Öksüz çocukları büyütmek kadar zordu şimdi çektiği ağrılar.
Kızım takılırdı arada;
-anneanne? Yolculuk ne zaman?
-öldüğümü istiyorsun değil mi? Derdi.
Kızım kızdırmaktan hoşlanır, devam ederdi ;
-ama anneanne bir insanın ömrü zaten 80 yıldır.
sinirlenip, sesini yükselterek;
-ben 100 yaşıma kadar yaşayacağım, derdi.
17 yaşında olmak, ölümden korkmamaktır. Kasvetli ve puslu havaları sever. Loş ışıklara ve yalnızlığa tutkundur, kendiyle kalmak ister. Ölüm çok uzaktır 17 yaşa, bu yüzden ölümü hiç düşünmez. Oysa yaşlandıkça insan, yalnızlıktan ve karanlıktan korkar. Mezarı anımsatır çünkü. Terk edilmişliği ve unutulmayı. Yaşarken unutulur aslında , ölmeden mezara koyar yakınları. Her an hatırlatır yaşlılığını dünya. Bir kenara atılır, artık talep görmeyen, istenmeyen bir varlıktır.
Hemen bir taksi çağırdım, önce iş bankasına uğrayacağımızı sonra da Cihan hastanesine gideceğimizi söyledim. Taksiciyle hastaneleri çekiştirdik bir süre. Küçük şehirdi burası, doğru düzgün bir hastahane yoktu. Taksici de bu dertten muzdarip olsa gerek anlattıkça anlattı. Kısa bir süre sonra , bankaya gelmiştik.. Hemen inip acele para çekmek için bankamatiğe yöneldim. . Özel hastane olduğu için, emekli de olsa paraya ihtiyaç vardı. En çok tahliller için aldıkları paraya kızardım. Yapacak bir şey yoktu. Tam parayı çektim ve arkamı döndüm ki, ne göreyim? annem tam arkamda duruyor.
-neden indin anne? diye çıkıştım.
-gittin sandım, dedi suçlu bir çocuk gibi.
-anne seni bırakıp neden gideyim? Hadi. Gel taksiye, bir daha da inme.
O ara taksici de şaşırmış olsa gerek;
-ben söyledim inme diye ama duymadı, kulakları ağır işitiyor sanırım.
-Evet. kulağı az duyuyor, her şeyi yanlış anlıyor bu yüzden.
Nihayet hastaneye gelmiştik. Kayıt işlemlerini yaptıktan sonra, doktorun yanına çıkmıştık nihayet. Koluma mıknatıs gibi yapışmış, ağırlığını bana doğru vermişti. Yürüyecek dermanı kalmamıştı artık.
Doktor şevkatli bir ses tonuyla;
-nedir şikâyetin? Diye, sordu.
-doktor bey, dün geceden beri midemden ölüyorum.
-dur dur ölmezsin aslan teyzem benim, bakalım ne varmış
yatmasını ve karnını açmasını söyledi. . Ağır ağır açtı karnını, şişti sanırım;
-öyle ağrıyor ki doktor bey" dedi.
Doktor acımıştı haline. Bakınca anlaması mümkün değildi muhtemelen, önce ultrasonla bakacağını söyledi, sonra da "Tomografi filmini isteyeceğim" dedi. Annem ve beni alarak yan odada bulunan, kadın doğum doktorundan ricada bulundu. ultrasonu beş dakikalığına kullanmak istediğini söyledi. Annemin karnına bir sıvı döktükten sonra metal bir aleti karnında gezdirmeye başladı. O arada bana da gösteriyor, "bak şu safrakesesi" diyordu. Hiç bir şey anlamamıştım, yinede anlamış gibi yaparak başımı salladım. İki doktor aralarında doktorca terimlerle konuşuyor bense bu kadar yabancı kelimeyi bir araya getirerek nasıl konuştuklarına şaşıyordum. En son bize dönerek, Safra kesesinin iltihaplı olduğunu söyledi.
-siz şimdi en alt kata inip kan sayımı yaptırın, sonrada tomografi merkezine gidin, ben bilgisayara atıyorum, ordan yardımcı olurlar. En son ilaç yazacağım, beni görmeden gitmeyim, yanlış bir şey yapmayalım, dedi.
Bu arada annem ağrı çekmeye devam ediyordu, ne duyuyordu nede etrafında olup biten olayları görüyordu.
Önce kanını verdik ardından Tomografi merkezine gittik. Kanında keratin olup olmadığına bakacaklarını söylediler. Ofladım içimden. Böylece 1 saat kan sonucunu bekledik. Ardından ilaçlı su verip, iki saat içinde suyu yavaş yavaş içmesin söylediler. Bekleyecek mecali kalmamıştı. Suyu kafasına dikti.
-anne dur! o kadar hızlı içme, iki saat de içmen gerekiyor, dedim.
-bir an önce bitsin, diyor ve dikiyordu kafasına
-anne içsen de fark etmez iki saat bekleyeceksin, dedim
yüzüme bakıyor anlamamış gibi yeniden dikiyordu kafasına. Yüzünde tiksintiyi andıran bir ifade beliyordu. Diğer hastaların sempatisini de kazanmış oldu böylece. Tam yanımda oturan genç bir bayan;
-yazık canım benim, nasılda tiksiniyor içerken dedi,
-anlamıyor, o kadar hızlı içmemesi gerekiyor, dedim ve tekrar anneme dönerek uyardım yavaş içmesi konusunda.
Kadın bir an olsun ayırmıyordu bakışlarını annemden.
-ben annemi kaybettim, kıymetini bilin, dedi.
onaylayan bir hareketle başımı sallayıp;
- insanı karşılıksız seven tek insan anne, dedim.
Annesini ve çocuklarını anlattıktan sonra ;
- anne olunca anlıyor insan, dedi.
Bu arada annem suyu kafasına dikiyor, arada öksürüyordu. Yapacak bir şey yoktu, haline bıraktım.
Bir zamanlar ben ona nazlanırdım, şimdi ise o bana naz yapıyordu. Sanki ben onun annesi olmuştum. O ise benim çocuğum. Gözüme bir ışık gibi göründüğü günler geldi aklıma. O varsa güvendeydim, o yoksa her şey eksik. Şimdi ben onun ışığı olmuştum. Kendisini koruyacağımı düşünüyor, her an gözleriyle beni takip ediyordu.
Sonunda beklenen saat geldi ve Tomografi merkezine girebildi. Bu arada ağrıları bir nevi geçmişti. Sonucu doktora bildireceklerini söyleyip bizi gönderdiler. Bizde hızlı hızlı doktorun muayenehanesine doğru yol aldık. Geldiğimizde sabit bakışlarla kapıya bakıyor bir an önce bizi çağırmasını bekliyorduk. Sekreter kapıyı açıp bizi çağırdı. Her doktor bilirdi o bakışı, çare arayan zavallı bakışlar. Sonucu laboratuvara telefon edip öğrenmişti, neyse ki korkulacak bir şey yoktu, gaz ve iltihap dışında. Bir torba ilaçla bizi eve gönderdi.Eve geldiğimizde İlaçlarını verdim ve uyumasını söyledim. O gün abartısız 24 saat uyumuştu.
Bir arayanı yoktu. Artık ne evlatları arayıp soruyordu, nede kardeşleri . Herkes kendi derdine düşmüş yada keyfinde geziyordu belki. Kimse ihtiyaç duymuyordu artık yaşlı haline. Biraz Ağabeyim de kalırdı, biraz bende. Hoş, yanımda değilken ben ne kadar aramıştım ki? Oysa biri aramış olsa çocuk gibi sevinecekti. Ayakları götürmüyordu gitmek istese, bağırmaya mecali yoktu öfkelense. Vursan düşer kalırdı yerde, bir bebek gibi muhtaçtı bize.Gezmeyi nede çok severdi. Bir hafta önce sahilde bir lokantaya götürüp balık yedirmiştim. Öyle Dua etti ki " ne güzel bir yer burası, kendimi rüya aleminde sanıyorum " demişti.Aslında insanın bedeni yaşlanıyor, ruhu hep genç kalıyor.
Yatağına yanaştım ve yanağından öptüm, tıpkı onun beni çocukken öptüğü gibi. Ah bir iyileşse..
m-jgan
YORUMLAR
Aslında İnsanın yaş aldıkça geriye bakıp düşündükleri yaptıklarından çok yapamadıklarıdır. Yaşlanmışlıktan ziyade yaşanmışlıklar önemlidir. Hastalıklar da hepimiz içindir. Hepimiz birer potansiyel hastayız. Normail bir psikoloji ile gösterdiğimiz davranışlar farklı, hasta iken gösterdiğimiz davranışlar farklıdır. ... Duygusal bir yazıydı. Okurken duygulandım. Ama kaleme alma şekli güzeldi. Saygılarımla...
aysemujgan
aysemujgan
Hüzünlüydü çok, insanı bol pişmanlık dolu girdaplarda savuran...Ve fırsat varken yaşamayıp, sonrasında edilen lafların boşunalığını dikte eden...
Elinize, yüreğinize sağlık...
aysemujgan
Zamana hiç bir zaman yenik düşmeyen analar, bir çocuğun gözlerinden dünyaya bakan, canını her daim canlarında , çocukların da kalan en gerçek analar.
Ahh Anamın kirli elleri, yaralı dili
Biliyorum en guzeliydi senin ellerin
Kokunu cektigimde ayrılık mı geldi?
Gitme anam, kirli ellerini sevdiğim
Maden ocağı kapılarında bekleyen bütün anaların evlatlarına binlerce dua. Umarım onlarda analarına, eşlerine, Çocuklarına kavuşur.
Saygılar, Sevgiler