- 871 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HZ. RESULÜN ÖRNEKLİĞİ / MEDİNE'DE 11 YIL (47)
MÜSLÜMANLARIN İLK HACCI
Hicri 9. Yılda Müslümanlar Arabistan’da egemenliğini kabul ettirmişlerdi. Mekke Müslümanların eline geçmiş. Putperestlerin son kalesi Taifliler Müslüman olmuşlar. Putperestleri Müslümanlara karşı kışkırtacak kimse kalmamıştı. Arabistan’daki birçok putperest Arap kabilesi Medine’ye geliyor. Ya İslam’ı kabul ediyorlar. Ya da Müslümanlarla anlaşıyorlardı. Hicri 9. Yılda Arabistan’da bazı olaylar gerçekleşti. Gerçekleşen olay Müslümanların ilk haclarını yapmaları, ilk haclarında bütün Arabistan’ı, hatta Arabistan dışını da etkileyecek ayetlerin okunmasıydı.
Hudeybiye anlaşmasından önce Müslümanların hac yapma girişimi Mekkeliler tarafından engellenmiş. Hudeybiye anlaşmasından sonra da Müslümanlar hac yapma imkânı bulamamışlardı. Hayber, Mute, Taif seferleri Müslümanları bir hayli meşgul etmişti. Hicri 9. Yılda Medine’den bir grup hac yapmak için hazırlığa başladılar. Müslümanların arasında putperest Araplar da vardı. Resul hac kafilesinin başına emir olarak Ebubekir’i görevlendirdi. Böylece hac emirliği kavramı doğdu. Müslümanların ilk haccı ile başlayan hac emirliği haccın rükünlerinden biri olarak devam etti. Mekke’de hac esnasında haccı organize etmek… Haccın yapılmasını takip etmek… Can mal güvenliğini sağlamak… Hacca gelenlerin yiyeceklerini, içeceklerini organize etmek… Hastalıklarında yardımcı olacak faaliyetleri yürütmek… Hac emirliğinin görevleri arasında sistem olarak oturdu. Elbette bütün bu gelişmeler Ebubekir’in hac emirliği sırasında henüz oturmuş değildi. Ama hac emirliğindeki temel mantık buydu. Hac kafilesi Ebubekir’in liderliğinde yola çıktı. Onlar henüz yeni yola çıkmışlardı. Tövbe suresinin ilk ayetleri geldi.
Tövbe suresinin gelen ayetlerini okumak üzere resul Ali bin Ebu Talip’i görevlendirdi. Henüz hac kafilesi Mekke’ye ulaşmamışlardı. Ali Bin Ebu talip devesinin yürüyüşünü hızlandırarak hac kafilesine yolda yetişti. Ebubekir onun gelişini anlamak için, “Emir olarak mı geldin yoksa başka bir görevin mi var?” diye sorunca Ali Bin Ebu Talip “emir sensin, benim başka görevim var” deyip durumu anlattı. Henüz putperestlerin Mekke’ye hac için gelmeleri yasaklanmamıştı. Onun için Arabistan’ın her yerinden putperest Araplar da hacca geliyorlardı. Zaten Medine kafilesinin içinde de putperestler vardı. Mekke’nin fethinden sonra putperest Arapların hac sırasında Kâbe’de bulunan putlarına tapmaları hariç diğer ibadetlerini yapıyorlardı. Müslümanlar da ilk defa hac yapacaklardı. Henüz hac ibadetinin nasıl yapılacağıyla ilgili kurallar da belirlenmiş değildi. Elbette her iki toplum, Müslümanlar ve putperest Araplar birlikte hac ederken, haccın tarihsel geleneklerine uyacaklar. Ama Müslümanların ibadet şeklinde putperestlerin putperestlik inancına ilişkin uygulamaları olmayacaktı. Fakat henüz ayrılıklar tam da netleşmemişti. Ali Bin Ebu Talip resulün emrettiği gibi, Müslümanlar ve putperest Araplar Mina’da iken, Haccı Ekber günü yani kurban kesme günü tövbe suresinin birinci ayetinden başlayarak kırkıncı ayetine kadar okudu. Tarihi rivayetler böyle geçiyor. Tartışılabilir. Ancak tartışılan konu, Ali Bin Ebu Talip’in Mekke’de hac sırasında Tövbe suresini okuması olmayacaktır. Tartışılan konu, hangi gün, kaç ayet okuduğu konusunda olacaktır. Gerçi bizzat ayetin içinde Haccı Ekber günü geçmektedir ki, bu gün tartışmalardan uzaktır. Tartışılan, tartışılabilecek konuları bir kenara bırakarak, tövbe suresinin birinci ayetinden başlayarak ilk kırk ayetini biz de okuyalım.
“Allah ve Resulünden kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz müşriklere bir ihtar! Yeryüzünde dört ay daha dolaşın. İyi bilin ki siz Allah’ı aciz bırakacak değilsiniz; Allah ise kâfirleri rezil edecektir. Hacc-ı Ekber gününde Allah ve Resulünden insanlara bir bildiridir: Allah ve Resulü müşriklerden uzaktır. Eğer tövbe ederseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. Ve eğer yüz çevirirseniz bilin ki, siz Allah’ı aciz bırakacak değilsiniz. O kâfirlere elem verici bir azabı müjdele! Ancak kendileriyle antlaşma yaptığınız müşriklerden hiçbir şeyi size eksik bırakmayan ve sizin aleyhinize herhangi bir kimseye arka çıkmayanlar dışındadır. Onların antlaşmalarını, süreleri bitinceye kadar tamamlayınız. Allah sakınanları sever. Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayın, onları hapsedin ve onları her gözetleme yerinde oturup bekleyin. Eğer tövbe eder, salâtı ikame eder, zekâtı da verirlerse artık yollarını serbest bırakın. Allah bağışlayan esirgeyendir. Eğer müşriklerden biri senden aman dilerse, Allah’ın kelamını işitip dinleyinceye kadar ona aman ver, sonra onu güven içinde bulunacağı bir yere ulaştır. İşte bu onların, bilmeyen bir kavim olmalarından dolayıdır. Mescidi Haram’ın yanında kendileriyle antlaşma yaptıklarınızın dışında müşriklerin Allah ve Resulü yanında nasıl bir ahdi olabilir? Onlar size karşı dürüst davrandıkları müddetçe siz de onlara dürüst davranın. Çünkü Allah sakınanları sever. Nasıl olabilir ki! Onlar size galip gelselerdi, sizin hakkınızda ne ahit, ne de antlaşma gözetirlerdi. Onlar ağızlarıyla sizi razı ediyorlar. Hâlbuki kalpleri karşı çıkıyor. Çünkü onların çoğu yoldan çıkmışlardır. Allah’ın ayetlerine karşılık az bir değeri satın aldılar. Allah’ın yolundan alıkoydular. Gerçekten onların yapmakta oldukları şeyler ne kötüdür! Bir mümin hakkında ne ahit tanırlar ne de antlaşma. Çünkü onlar saldırganların kendileridir. Fakat tövbe eder, salâtı ikame eder ve zekât verirlerse, artık onlar dinde kardeşlerinizdir. Biz, bilen bir kavme ayetlerimizi böyle açıklıyoruz. Eğer antlaşmalarından sonra yeminlerini bozarlar, dininize saldırırlarsa, küfrün önderlerine karşı savaşın. Çünkü onlar yeminleri olmayanlardır. Umulur ki küfre son verirler. Verdikleri sözü bozan, Peygamber’i çıkarmaya kalkışan ve ilk önce size karşı savaşa başlamış olan bir kavme karşı savaşmayacak mısınız? Yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer müminler iseniz, bilin ki, Allah, kendisinden korkmanıza daha layıktır. Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın; onları rezil etsin; sizi onlara galip kılsın. Mümin toplumun kalplerini ferahlatsın. Onların kalplerinden öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tövbesini kabul eder. Allah bilendir, hikmet sahibidir. Yoksa Allah, sizden, cihad edip Allah, peygamber ve müminlerden başkasını kendilerine sırdaş edinmeyenleri ortaya çıkarmadan bırakılacağınızı mı sandınız? Allah yaptıklarınızdan haberdardır. Allah’a ortak koşanlar, kendilerinin kâfirliğine bizzat kendileri şahitlik ederlerken, Allah’ın mescitlerini imar etme salahiyetleri yoktur. Onların bütün işleri boşa gitmiştir. Ve onlar ateşte ebedi kalacaklardır. Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe iman eden, salâtı dosdoğru ikame eden, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır. Siz hacılara su vermeyi ve Mescid-i Haram’ı onarmayı, Allah’a ve ahiret gününe iman edip de Allah yolunda cihad edenlerin imanı ile bir mi tutuyorsunuz? Hâlbuki onlar Allah katında eşit değillerdir. Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez. İman edip de hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler, rütbe bakımından Allah katında daha üstündürler. Kurtuluşa erenler de işte onlardır. Rableri onlara, tarafından bir rahmet ve hoşnutluk ile kendileri için, içinde tükenmez nimetler bulunan cennetler müjdeler. Onlar orada ebedi kalacaklardır. Şüphesiz ki Allah katında büyük mükâfat vardır. Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi bile dost edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin kendileridir. De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız kazandığınız mallar, kesata uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah’tan, Resulünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez. Andolsun ki Allah, birçok yerde ve Huneyn savaşında size yardım etmişti. Hani çokluğunuz size kendinizi beğendirmiş, fakat sizi hezimete uğramaktan kurtaramamıştı. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti, sonunda gerisin geri dönmüştünüz. Sonra Allah, Resul’ü ile müminler üzerine sekinetini indirdi. Sizin görmediğiniz ordular indirdi de kâfirlere azap etti. İşte bu, o kâfirlerin cezasıdır. Sonra Allah, bunun ardından yine dilediğinin tövbesini kabul eder. Zira Allah bağışlayan, esirgeyendir. Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir pisliktir. Onun için bu yıllarından sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız, Allah dilerse sizi kendi lütfundan zengin edecektir. Şüphesiz Allah iyi bilendir. Hikmet sahibidir. Kendilerine Kitap verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe inanmayan. Allah ve Resulünün haram kıldığını haram saymayan… Hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın. Yahudiler, Uzeyr Allah’ın oğludur, dediler. Hıristiyanlar da, Mesih Allah’ın oğludur dediler. Bu onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir. Daha önce kâfir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin! Nasıl da döndürülüyorlar! Allah’ı bırakıp bilginlerini; rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i rabler edindiler. Hâlbuki onlara ancak tek ilaha kulluk etmeleri emir olundu. O’ndan başka ilah yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır. Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler hoşlanmasalar da Allah nurunu tamamlamaktan asla vazgeçmez. O, müşrikler hoşlanmasalar da dinini bütün dinlere üstün kılmak için Resulünü hidayet ve Hak Din ile gönderendir. Ey iman edenler! Hahamlardan ve rahiplerden birçoğu insanların mallarını haksız yollardan yerler. Allah’ın yolundan engellerler. Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azabı müjdele! Cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacağı gün: "İşte bu kendiniz için biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta olduğunuz şeyleri tadın!" Gökleri ve yeri yarattığı günde Allah’ın yazısına göre Allah katında ayların sayısı on iki olup, bunlardan dördü haram aylarıdır. İşte bu doğru hesaptır. O aylar içinde kendinize zulmetmeyin. Müşrikler nasıl sizinle topyekûn savaşıyorlarsa siz de onlara karşı topyekûn savaşın. Bilin ki Allah sakınanlarla beraberdir. Ertelemek, sadece kâfirlikte ileri gitmektir. Çünkü onunla, kâfir olanlar saptırılır. Allah’ın haram kıldığının sayısını bozmak… O’nun haram kıldığını helal kılmak için bir yıl helal sayarlar, bir yıl da haram sayarlar. Onların kötü işleri kendilerine güzel gösterilmiştir. Allah kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez. Ey iman edenler! Size ne oldu ki, "Allah yolunda savaşa çıkın!" denildiği zaman yere çakılıp kalıyorsunuz? Dünya hayatını ahirete tercih mi ediyorsunuz? Fakat dünya hayatının faydası ahiretin yanında pek azdır. Eğer çıkmazsanız, sizi pek elem verici bir azap ile cezalandırır ve yerinize sizden başka bir kavim getirir. Siz O’na hiçbir zarar veremezsiniz. Allah her şeye kadirdir. Eğer siz ona yardım etmezseniz; ona Allah yardım etmiştir: Hani, kâfirler onu, iki kişiden biri olarak çıkarmışlardı; hani onlar mağaradaydı; o, arkadaşına. Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir, diyordu. Bunun üzerine Allah ona emniyetini indirdi, onu sizin görmediğiniz bir ordu ile destekledi. Kâfir olanların sözünü alçalttı. Allah’ın sözü ise zaten yücedir. Çünkü Allah üstündür, hikmet sahibidir”
Ali bin Ebu Talip Mina’da bu ayetleri okurken atmosfer bambaşkaydı. Arabistan’da putperestliğin bayrağını kaldırarak Müslümanlara karşı çıkacak herhangi bir güç yoktu. Kaldı ki ayetler direkt olarak putperestlerin öldürülmesini emretmiyordu. Müslümanlarla savaşmayan, Müslümanlarla barış anlaşması olanlar yaşamalarına devam edecekti. Mina’da Ali’nin okuduğu ayetleri bütün insanlar dinledi. Belki de o gün okunan ayetleri dinleyen Putperest Araplar Müslümanlardan daha fazlaydı. Ama artık kontrol, yönetim Müslümanların eline geçmişti. Putperestliğin bütün kaleleri düşmüştü.
Hac emiri olarak Ebubekir’in görevlendirilmesi, Ali bin Ebu Talip’in ayetleri okumak üzere görevlendirilmesi sonraki yıllar Müslümanlar arasında ciddi yönlenmelere neden oldu. Resulün vefatından sonra bazı Müslümanlar İslam dininin resulden sonraki manevi imamımın, yani liderinin, temsilcisinin Ali bin Ebu Talip olduğu noktasında görüş bildirdiler. Emirlik ile imamlık mertebelerini ayırarak kendilerine felsefe edindiler. İmamları dinin temsilcisi, emirleri toplumun yöneticisi olarak gördüler. Bir bakıma imamları dinin temsilcisi görerek, toplumu yöneten halife, vali, emirleri imamlara bağlı yürütücüler olarak gördüler. Hâlbuki Müslümanların ilk haccı sırasında resulün görevlendirmelerinden bu tür yorumlar çıkmazdı. Kaldı ki, hac emiri olarak Ebubekir Ali bin Ebu Talip üzerinde hükümrandı. Ama onlar olayı tersyüz ederek, imamları emirlere üstün kıldılar. Çünkü verdikleri anlam, biri dinin temsilcisi, diğeri toplumun yöneticisiydi. Farkında olmadan laik düşüncenin temelini attılar. Bir din sınıfı üreterek, din sınıfın toplumun yönetilmesi olarak anlaşılan siyasetten ayırdılar. Resulün vefatının hemen ardından meydana gelen bu gelişmeler ne yazık ki günümüze kadar geldi. Ehli Şia’da Ayetullahlar sınıfı, Ehli Sünnette tarikat şeyhlerinin konumu aynı noktaya geldi. Osmanlı’da padişah veya Halife Şeyhülislam makamları, Türkiye Cumhuriyet’inde Cumhurbaşkanlığı Diyanet işleri Başkanlığı konunun devamıydı. Ayetullahlara bağlı şahlar, krallar, cumhurbaşkanları, şeyhlere bağlı padişahlar, krallar, cumhurbaşkanları, başbakanlar oluştu. Zaman içinde siyasi yöneticiler din sınıflarına siz köşenizde oturun biz işimize bakalım dedi. Veya tam tersi din sınıfından yetki alarak ülkeleri yönettiler. Basit masum bir şekilde hac esnasında yapılan görevlendirmelerden yapılan üretimler müthişti. İnsan aklının, zekâsının nefsani duygularla beslendiğinde nerelere kadar uzanabileceğini gösteren bu olgular manidardır.
Kur’an musafları oluşturulurken sure başlarına besmele konulması Allah’ın bir rüknü olarak gelmedi. İçinde besmele olan sureler var. Mushafın oluşmasını sağlayan heyet Tövbe suresinin ültimatomla başlamasından dolayı, başına besmele yazmadılar. Çünkü besmelenin içinde Rahman, Rahim sıfatları vardı. Rahman kuşatıcı, Rahim koruyucu olarak açılım kazanıyordu. Tefsirlerdeki genel yorum, kâfirlere ültimatomla başlayan surenin kuşatıcı, koruyucu Allah’ın ismiyle başlaması doğru değil gibi bir yargıyla besmele yazılmadığı yönündedir. Ancak Allah’ın ayetlerindeki cihad ayetlerine baktığımızda, Allah’ın Müslümanlara savaş emri verirken kuşatıcılığı, koruyuculuğunu kaldırdığı söylenemez. Barışı temel alan İslam dininin savaşı emrettiği noktalara baktığımızda, konunun savaş değil, barışı korumak olduğu görülecektir. Bu nedenle tövbe suresine besmelesiz başlamama noktasında söylenen konuların doğru olduğunu düşünmüyorum. Zaten tövbe suresinin okunmasından sonra Arabistan’da Müslümanlar ile putperest Araplar arasında ciddi hiçbir savaş olmamıştır. Bundan önceki bölümlerde de belirttiğimiz gibi Müslümanlar ile putperest Araplar, Yahudiler arasında geçen savaşlardaki ölüm sayısı afaki değildir. Muhammed mümkün olduğu kadar barışı öne çıkarmış. Asla insan öldürmeyi esas alan bir politika üretmemiştir.
Tarihi kayıtlarda Ali bin Ebu Talip’in tövbe suresinin ilk kırk ayetini okuduğu rivayet ediliyor. Belki doğru belki yanlış, bu yönde tam tespit mümkün olmayabilir. Çünkü rivayetler yoluyla gelen bilgilerin tartışması sürebilir. Aradan 1500 yıl geçmiş. Tarih içinde netleşmeyen konuları bugün netleştirmek hayal olur. Ancak kırk ayetin tamamının okunduğu noktasında beni hem fikir kılmayan ayetler var. Yahudilerin, Hıristiyanların ele aldığı konular ayetlerde dillendiriliyor. Hâlbuki hac esnasında Mina’da sadece putperest Araplar ve Müslümanlar var. Ama şöyle diyebiliriz. Hacca gelen insanlar Arabistan’ın muhtelif yerlerinden geliyor. Yemen’den, Şam’dan, Mısır’dan, Habeşistan’dan gelenler var. Bunlar dinlediği ayetleri oralara götürecekler. Oralarda yaşayan Yahudiler, Hıristiyanlar var. Gidenler Allah’ın ayetlerini onlara bildirecekler. Böylece ültimatomla uyarılan sadece putperest Araplar değil, aynı zamanda Yahudiler, Hıristiyanlar da olacaktır. Ayetlerin girişinde müşriklerden söz edilmesi putperest Arapları akla getiriyor. Ancak ayetlerin devamında Yahudilerin, Hıristiyanların da müşrikler kapsamına alındığını görüyoruz. Onun için belki de kırk ayetin okunması doğrudur. O güne kadar Müslümanlar Yahudileri, Hıristiyanları Putperest Araplardan ayırıyorlardı. Tövbe suresinin Hıristiyanları, Yahudileri müşrik kapsamına alan ayetleriyle onları birbirinden ayırmadı.
Kararlı duruş, şöyle yaparsanız böyle olur, böyle yaparsanız şöyle olur şeklinde açık bildirgeler önemlidir. Bu açıdan Mina’da okunan ayetler Müslümanların bundan böyle nasıl davranacaklarının kesin hükmüydü. İslam’ın gönderilişinden itibaren Mekke’de geçen 12 yıllık süreç, Medine’de hacca gelinceye kadar geçen 9 yıllık süreç. Yani toplam 21 yıllık süreç içinde, Muhammed’in kararlığı, netliği, davasına tavizsizliği belliydi. Putperest Araplar bunu çok iyi öğrenmişlerdi. Hıristiyan Bizans imparatorluğu Mute savaşında bunu çok iyi öğrenmişti. Tövbe suresi Yahudiler ile Hıristiyanları müşrik kapsamına almasıyla durum daha da netleşti. Mina’da okunan ayetler bütün müşriklere, yani Putperest Araplara, Yahudilere, Hıristiyanlara şunu diyordu. “Ayağınızı denk alın. Müslümanlara karşı olurken bir değil bin kere düşünün. Allah sizin değil Müslümanların yanındadır. Müslümanlara karşı çıkan Allah’a karşı çıkmış olur. Öyle kendinizi biz de Allah için savaşıyoruz diye kandırmayın. Eğer böyle yaparsanız Allah sizin yanınızda olmayacak. Allah Müslümanların yanında olacak. Müslümanlarla savaşanlara gerekli cezayı verecektir” Bu durum gayet açık, netti… Herkes ayağını dek almalıydı. Müslümanlar barış içinde yaşamayı öne çıkarırken, Müslümanlara savaş açmak, arkadan vurmak, ihanet ilişkilerine girmek, yaptıkları sözleşmelere aykırı davranmak, arkadan iş çevirmek, gizli açık düşman olmak asla af edilmeyecekti. Herkes bu netlikte düşünmek ona göre davranmak zorundaydı.
Netliği açık ültimatom barışı sağlamıştı. Müslümanlarla savaşmak istemeyenler güvenlikteydi. Müslümanlarla barış sözleşmeleri olanlar güvenlikteydi. Müslümanlara karşı net olan, barışı öne çıkaranlar güvenlikteydi. Mina’dan insanlar yeryüzüne dağıldıklarında, hem Müslümanlar hem de Müslüman olmayanlar okunan ayetleri düşünüyordu. Öyle eskisi gibi, biz Muhammed’in ne dediğine bakmadık. Onu küçük gördük. O AbdulmutTalip’in aramızdaki yetimiydi. İyi hoş insandı ama, işte garibin biriydi diye bakmadılar. Hayatlarının bundan sonraki yörüngesini çizmek için dinlediler. Değerlendirmelerini ona göre yaptılar. Akıllarına, muhakemelerine, iradelerine engel koymadılar. Bu durum Arabistan’da büyük bir özgürlük hareketi başlattı. Allah insanları zorla dine davet etmiyordu. Onlar İslam’ı düşünerek algılayacaklardı. İstedikleri kadar vakitleri vardı. Savaştan, ölümden, yurtlarından sürülmekten korkmamaları gerekiyordu. Barış üzerine durdukları müddetçe yaşamlarını sürdüreceklerdi. Sözleşmelerine riayet ettikleri müddetçe yaşamlarını sürdüreceklerdi. Üstelik kendilerini korumak için herhangi bir emek sarf etmelerine gerek yoktu. Müslümanların koruması altındaydılar. Allah’ın koruması altındaydılar. Allah’ın rahman ve rahim sıfatları ültimatomla teşekkül etmişti. Allah’ın adaleti insanları kuşatmış. Allah’ın yasaları tüm inanan ve inanmayanları koruma altına almıştı.
Onun için ayetlerin üzerinden tekrar geçerken, Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla başlamak istiyorum. O Allah ki, yarattığı bütün varlıkları kuşatmıştır. Hiçbir yaratılan Allah’ın kuşatmasının dışına çıkamaz. Allah yarattığı bütün varlıkları yok edinceye kadar onların yaşaması, hayatlarının sürebilmesi için gerekli bütün tedbirleri almıştır. Canlı cansız bütün varlıklar. Bilip bilmediğimiz bütün varlıklar Allah’ın kuşatması altında güvenlik altındadırlar. Yaratılanlardan insanlar, biz Allah’a inanmıyoruz. O’na ihtiyacımız yok deseler de, Allah’ın yaratma yasasından ayrı hareket edemezler. İnsanın insanlık yasası yaratılış yasasından ibarettir. Bizim Allah’a ihtiyacımız yok diyen de yaratılış yasasından aldığı yetkiyle bu sözü söyleyebilmektedir. Allah onu bu sözü söylemeyecek tarzda yaratabilirdi. Ama Allah yarattığı insana özgürlük vererek sorumluluk yüklemiştir. Sorumluluklarını üstlenen her insan istediğini yapabilir. Yaptığı şeyler suç kapsamına girmişse cezasını çeker. Bundan hiçbir insan muaf değildir. O Allah ki, yarattığı bütün varlıkları koruma altına almıştır. İnanan inanmayan bütün insanlar Allah’ın koruması altındadır. Onun için hiçbir inanan inanmayana baskı yapamaz. Haksızlık yapamaz. Onlar nasılsa inanmıyor diye, haklarını elinden alamaz. Bun yaptığında zulüm yapmış olur. Aynı şey inanmayanlar içinde geçerlidir. Allah’ın yasaları Müslümanların da, Müslüman olmayanlarında barış esasları içinde yaşamak üzere haklarını belirlemiştir. Allah katında suçların en önemlisi zulümdür ki, zulüm Allah’ın koruması altındaki yaratılanların haklarına saldırıdır. Allah’ın koruması altındaki yaratılanların haklarına saldıran ister Müslüman olsun, ister Müslüman olmasın, yaptığı zulmün karşılığını mutlaka bulur. Allah’ın koruması sadece insanlar için değildir. Allah aynı zamanda canlı cansız bütün varlıkları koruması altına almıştır. Bitkiler, hayvanlar, dereler, tepeler, denizler, ırmaklar, ne varsa hepsi Allah’ın koruması altındadır. Bunlara kendi keyfince saldıran, haklarını elinden alan mutlaka zulmünün karşılığında cezalanır. Allah’ın kuşatmasında, korumasında herkes hakkına razı olarak adalet bulur. Kimse kimsenin hakkına saldırmayarak adaleti tesis eder. O Allah ki, rahmandır, rahimdir. Ve ben Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla başlarım.
“Allah ve Resulünden kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz müşriklere bir ihtar!”
Evet, bir ihtar. Müslümanlarla anlaşma yapan müşriklere, yani Allah’tan başka kendilerine ilah edinenlere bir ihtardır. Ey müşrikler dikkat edin. Yaptığınız anlaşmanın kıymetini bilin. Yaptığınız anlaşma sizin kimliğiniz, kişiliğinizden ibarettir. Kimliğinize, kişiliğinize sahip çıkın.
“Yeryüzünde dört ay daha dolaşın. İyi bilin ki siz Allah’ı aciz bırakacak değilsiniz; Allah ise kâfirleri rezil edecektir. Hacc-ı Ekber gününde Allah ve Resulünden insanlara bir bildiridir: Allah ve Resulü müşriklerden uzaktır”
Dört ay iyice düşünün. Sizler söylemeseniz de Rabbiniz kalbinizden geçenleri bilir. İyi düşünün. Kalbinizde, düşüncelerinizde, aklınızda başka şeyler var. Kafanızdan değişik planlar geçiyor. Umuyorsunuz ki Allah’ı aciz bırakalım. Sözleşmeleri atalım. Veya sözleşmeler bitinceye kadar sabredelim. Sonra Allah’a, resulüne, Müslümanlara savaş açalım. Bulunduğumuz halden kurtulalım. Şunu bilin ki sizler Allah’ı aciz bırakamazsınız. Sizler sizi yaratana hiç bir şey yapamazsınız. Aslında bilseniz, sizi kuşatmışımdır. Sizleri korumam altına almışımdır. Bunu iyi anlayın. Bir densizlik yapıp kendinize yazık etmeyin. Eğer haddinizi bilmeden, cahilce bir şey yapmaya kalkarsanız Allah sizi rezil eder. Ortalıkta perişan kalırsınız. Sakın Rabbinizin korumasına ihanet etmeyin. Bu gerçekler size Haccı Ekber günü yüzünüze okunmaktadır. Kafanızdan, hayalinizden geçenlere egemen olun. Aklınız yerine gelsin. Havalanıp şaşkınlaşmayın. Aklınız başınızdan giderek şuursuzca hareket etmeyin. Size dört ay verildi. İyi düşünün. Şunu iyi bilin ki, Allah da, resul de sizden uzaktır. Siz hac için buraya kadar geldiniz. Amacınız Allah’a yakın olmak. Ama iyi bilin ki müşrik olarak kaldığınız müddetçe sizlere yakın değilim. Sizden uzağım. Aranızdan seçtiğim resul de sizden uzaktır. Sakın onu kendi içinizden seçilmiş olduğundan dolayı size yakınlık gösterecek zannetmeyin. Andolsun ki, siz müşrik kaldığınız müddetçe resul sizden uzaktır. Onun görevi size iltimas geçmek de değildir. Sizler bilir bilmez aklınızdan, hayallerinizden çok şey geçirmektesiniz. Allah hakkında, resul hakkında kendi arzularınız, aklınız doğrultusunda yanlış zanlarınız var.
“Eğer tövbe ederseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. Ve eğer yüz çevirirseniz bilin ki, siz Allah’ı aciz bırakacak değilsiniz. O kâfirlere elem verici bir azabı müjdele!”
Kalbinizde geçen olumsuz düşüncelerinizden, zanlarınızdan dolayı tövbe edin. Gerçekten Allah’a inanıyorsanız, Allah için buralara kadar geldiyseniz iyi düşünün. Allah’ın size yakın olmasını, sizden yana olmasını istiyorsanız tüm yanlışlarınızdan tövbe edin. Unutmayın bu sizin için daha hayırlıdır. Ama kibre kapılır. Kendinizi bir şey zanneder. Yalan yanlış düşüncelere, hayallere kapılır. Tövbe etmekten yüz çevirirseniz. İyi bilin ki siz Allah’ı aciz bırakacak değilsiniz. Düşünün Allah’ın sizin tövbenize ihtiyacı yok. Ama sizin tövbe etmeye ihtiyacınız var. Tövbeleriniz sizi yalanlarınızdan gerçeğe götürecek tek yoldur. Bunu yapmadığınız zaman. Sanki tövbe etmekle kendinize bir ün, bir şeref kazandıracağınızı düşünüyorsanız… Size müjde var. Sizin müjdeniz, kibriniz, yalanlarınızda ısrarınız dolayısıyla elem verici azaptır.
“Ancak kendileriyle antlaşma yaptığınız müşriklerden hiçbir şeyi size eksik bırakmayan ve sizin aleyhinize herhangi bir kimseye arka çıkmayanlar dışındadır. Onların antlaşmalarını, süreleri bitinceye kadar tamamlayınız. Allah sakınanları sever”
Ey Müslümanlar bilin ki, anlaşma yaptığınız topluluklara karşı hiçbir şeyi eksik bırakmayın. Asla onlara zulmetmeyin. Onlar anlaşmalarında durdukları müddetçe korumam altındadır. Onlar anlaşmalarına riayet ederken sizin anlaşma aleyhine davranmanız Rabbinize karşı gelmektir. Sizler Allah’tan sakının. Bilin ki; Allah’ı sevenler Allah’tan sakınmasını bilenlerdir. Usulüne uygun olarak yaptığınız anlaşmaların sonuna kadar durun. Asla art niyetli davranarak, nasılsa biz artık üstünüz diyerek, anlaşmalarınıza ihanet etmeyin. Görüyorsunuz. Allah müşriklere hitap ederken birden bire Müslümanlara dönüverdi. Onları da uyardı. Tövbe suresindeki ültimatomlar, sadece müşriklere değildi. Aynı zamanda ültimatom Müslümanlara yapılmıştı. Mina’da yan yana duran Müslümanlar, putperestler, eşit bir şekilde Allah tarafından uyarılıyorlardı. Allah müşriklere haddinizi bilin derken, Müslümanlara da haddinizi bilin diyordu. Putperestler bu gerçeklik karşısında şaşkındılar. Allah yanlarında olduğunu söylediği Müslümanları da zulüm yapmamakla, sözleşmelerine ihanet etmemekle, müşriklere zulmetmemekle uyarıyordu. Bu adaleti, bu eşitliği Allah için Mina’ya toplanmış, Müslümanlar putperestler birlikte teneffüs ediyorlardı. Bu manzarayı hayal ettiğimde, bugün bütün insanların aynı havayı teneffüs etmesini çok isterdim. Müslümanlar, laikler, ateistler, deistler, Hıristiyanlar, Yahudiler, Budistler, müşrikler ne varsa bütün insanlar keşke bir yerde toplanıp da, Allah’ın bu bildirisine, bu ültimatonuna muhatap olsalar. Kendilerine gelseler. Rabbin huzurunda… Rabbin kuşatması, koruması altında insanlık kimliğinin, kişiliğinin nasıl eğitildiğine şahit olsalar…
“Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayın, onları hapsedin ve onları her gözetleme yerinde oturup bekleyin. Eğer tövbe eder, salâtı ikame eder, zekâtı da verirlerse artık yollarını serbest bırakın. Allah bağışlayan esirgeyendir. Eğer müşriklerden biri senden aman dilerse, Allah’ın kelamını işitip dinleyinceye kadar ona aman ver, sonra onu güven içinde bulunacağı bir yere ulaştır. İşte bu onların, bilmeyen bir kavim olmalarından dolayıdır. Mescidi Haram’ın yanında kendileriyle antlaşma yaptıklarınızın dışında müşriklerin Allah ve Resulü yanında nasıl bir ahdi olabilir? Onlar size karşı dürüst davrandıkları müddetçe siz de onlara dürüst davranın. Çünkü Allah sakınanları sever”
Allah surenin girişinde ilkelerini ortaya koyup, ihtarlarını yaptıktan sonra Müslümanlara yöneliyor. Müslümanlara direkt olarak “haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün” diyor. Şimdi düşünün manzarayı. İyice hayal edin. Mina’da insanlar. Müslümanlar ve müşrikler hep birlikte Ali bin Ebu Talip’i dinliyorlar. Ali bin Ebu Talip, bu ayetleri okuyor. Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün deyince, hem Müslümanlar, hem de müşrikler şaşırıyor. Başından beri korumadan, güvenden, kuşatmadan söz eden Allah, birden bire Müslümanlara müşrikleri öldürün emri verdi. Bu durum şok baskındı. Akla, muhakemeye, iradeye, kalbe şok baskın. Müşrik yanındaki Müslüman’ın kendisini öldüreceğini düşünecekti. Müslüman yanındaki müşrik’i öldürmeyi düşünecekti. Bu olabilir miydi? Elbette hayır. Hemen orada herkes birbirine girerdi. Gerçi haram aylar çıkınca diyordu. Ama insanları ölüm korkusu sardığında haram ayları beklemesi mümkün müydü? Onun için Allah şok baskından sonra, istisnaları koymaya başladı. Tövbe eder, salâtı ikame eder, zekâtı verirlerse öldürmeyin. Sizden aman dilerlerse öldürmeyin. Hatta aman dileyenleri bırakın öldürmeyi, gidecekleri yere kadar götürüp teslim edin. Çünkü onlar Rabbinizin koruması altındadır. Ama tövbe etmemişler. Salâtı ikame edip zekât vermemişler. Aman da dilememişler. Arabistan’a hükümran olan Müslümanlara başkaldırmışlar. Onların güvenini altüst etmişler. O zaman onlara fırsat vermeyin. Çünkü onlar fitnecidir. Bozguncudur. Barışı öne çıkaran değillerdir. İşte bugün Mescidi haram da, sizlere barış içinde yaşamaya söz verenler hariç. Bunlardan başka kim sözleşmelerine riayet eder? Kim kendi kendine işine gelince biz barışı korumaktayız deyip Müslümanları arkasından vurursa? Onların ahdi kalmamıştır. Onlar barışı bozmuştur. Onlar ihanet etmişlerdir. Onları bulduğunuz yerde öldürün. Asla onlara fırsat vermeyin. Eğer onlara fırsat verirseniz bilin ki, barışınız tehlikeye girer. Kan, gözyaşı, zulüm ülkenize egemen olur. Düşünün bir kere….
“Nasıl olabilir ki! Onlar size galip gelselerdi, sizin hakkınızda ne ahit, ne de antlaşma gözetirlerdi. Onlar ağızlarıyla sizi razı ediyorlar. Hâlbuki kalpleri karşı çıkıyor. Çünkü onların çoğu yoldan çıkmışlardır. Allah’ın ayetlerine karşılık az bir değeri satın aldılar. Allah’ın yolundan alıkoydular. Gerçekten onların yapmakta oldukları şeyler ne kötüdür! Bir mümin hakkında ne ahit tanırlar ne de antlaşma. Çünkü onlar saldırganların kendileridir”
Sizler böyle olanlara asla fırsat vermeyin. Onlara fırsat verdiğinizde yaşadığınız ülkelerde insanların hakları çiğnenir. Rabbinizin kuşatması, koruması onlar tarafından ortadan kaldırılır. Onlar sadece Müslümanlara zarar vermezler. Onlar Müslüman olmayanlara, hayvanlara, bitkilere, gelip geçenlere zarar verirler.
“Fakat tövbe eder, salâtı ikame eder ve zekât verirlerse, artık onlar dinde kardeşlerinizdir”
Hatalarından dönüp tövbe ederlerse, bir daha kötülük yapmazlarsa, salâtı ikame eder zekât verirlerse kardeşlerimiz olurlar. Aradaki bütün iletişimsizlik biter. Müslümanlara şu sözler yasaklanmıştır. En küçük bir görüş ayrılığında, “biz onun geçmişini de biliriz” sözü, hükmü Müslümanlara yasaktır. Müslümanlar geçmişle ilgilenmezler. Müslümanlar mevcut duruma bakarlar. Mevcut durumda insan Müslüman davranıyorsa kardeşimizdir. Mevcut durumda kişiler sözlerine uyuyorlarsa mesele yoktur.
“Biz, bilen bir kavme ayetlerimizi böyle açıklıyoruz. Eğer antlaşmalarından sonra yeminlerini bozarlar, dininize saldırırlarsa, küfrün önderlerine karşı savaşın. Çünkü onlar yeminleri olmayanlardır. Umulur ki küfre son verirler. Verdikleri sözü bozan, Peygamber’i çıkarmaya kalkışan ve ilk önce size karşı savaşa başlamış olan bir kavme karşı savaşmayacak mısınız? Yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer müminler iseniz, bilin ki, Allah, kendisinden korkmanıza daha layıktır. Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın; onları rezil etsin; sizi onlara galip kılsın. Mümin toplumun kalplerini ferahlatsın. Onların kalplerinden öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tövbesini kabul eder. Allah bilendir, hikmet sahibidir. Yoksa Allah, sizden, cihad edip Allah, peygamber ve müminlerden başkasını kendilerine sırdaş edinmeyenleri ortaya çıkarmadan bırakılacağınızı mı sandınız?”
Tespitleri görüyor musunuz? Ayetleri bilen kavme böyle açıklıyoruz diyor Allah. Ne demek bilen kavim? Yani düşünen kavim… Kibirlenmeyen, kendini üstün görmeyen… Hakkı, adaleti arayan kavim… Böyle olmayanlar bu ayeti alamazlar. Kibirliler, kendini üstün görenler, hakkın sadece kendilerinin olduğunu zannedenler bu ayetleri anlamazlar. Çünkü onların bütün bakışı kendi çıkarları üzerinedir. Hâlbuki yaşam paylaşımdır. Sevgi üzerine kurulur. Seveceksin, sayacaksın, paylaşacaksın. Allah’ın kuşatması, koruması altında olanlara hak ve adaleti sağlayacaksın. Bunu bozarsan olmaz. Bunu bozacak insan, kavim bile değildir. Onlar cehalet üzerine yürüyenlerdir. Onlara karşı savaş emredilmiştir. Onlara hadlerinin bildirilmesi emredilmiştir. Bu konuda en küçük taviz verilmemiştir. Bu tür benciller, çıkarcılar aradan uzaklaştırılmalıdır. Gerekirse yok edilmelidir ki, inansın inanmasın birlikte yaşayan insanlar arasında adalet hâkim olsun. Kalplerinde nifak olan, ortalığı karıştıranlar bunu istemezler. Ey insanlar, siz de aranızdaki barışı bozanları istemeyin. Onlara karşı savaşın. Ey Müslümanlar, Allah’ı, resulü, müminleri sırdaş kabul etmeyip, başkalarını sırdaş bilenlerle birlik olmayın. Onların kalplerinde güven yoktur. Onlar fırsatını bulunca hemen başınıza bela olurlar. Belalar gelmeden sizler tedbirlerinizi alın. Unutmayın “Allah yaptıklarınızdan haberdardır”
“Allah’a ortak koşanlar, kendilerinin kâfirliğine bizzat kendileri şahitlik ederlerken, Allah’ın mescitlerini imar etme salahiyetleri yoktur. Onların bütün işleri boşa gitmiştir. Ve onlar ateşte ebedi kalacaklardır. Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe iman eden, salâtı dosdoğru ikame eden, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır. Siz hacılara su vermeyi ve Mescid-i Haram’ı onarmayı, Allah’a ve ahiret gününe iman edip de Allah yolunda cihad edenlerin imanı ile bir mi tutuyorsunuz? Hâlbuki onlar Allah katında eşit değillerdir. Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez”
Allah bu ayetlerinde değişik konulara giriyor. Müşriklerin kendi kendilerini teselli edecekleri eylemleri var. Onlar Kâbe’yi onarıyorlar. Hacılara su veriyorlar. Onları yedirip içiriyorlar. Allah önce onların bu düşüncelerinin hiçbir şey ifade etmediğini belirtiyor. İman etmemişseniz bu yaptıklarınızın bir değeri yoktur. Sizlerin mescitleri tamir etmeye de hakkınız yoktur diyor. Ne yazık ki, tarihimizde, günümüzde, Allah’ın bu ayetleri tecelli ediyor. Kazanırken helal haram tanımayanlar camiler, mescitler yaptırarak kendilerinin kurtulacağını sanıyorlar. Allah’ın yasalarıyla oluşturulması gereken düzeni çağ dışı ilan edip, çıkarlarına göre düzen kuranlar, insanları kandırmak için görsel faaliyetler sergileyerek Müslüman olduklarını, hem de iyi bir Müslüman olduklarını vurguluyorlar. Bilseler Allah’ın mescide, mescitleri tamire ihtiyacı yok. Kimse Allah’a asi olup, ben mescid yapıyorum, mescitleri tamir ediyorum diye Allah’ı kandıramaz. Tövbe suresindeki bu ayetler Müslümanlara bu konuda titiz olmalarını öğretiyor.
Unutmayın; “İman edip de hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler, rütbe bakımından Allah katında daha üstündürler. Kurtuluşa erenler de işte onlardır. Rableri onlara, tarafından bir rahmet ve hoşnutluk ile kendileri için, içinde tükenmez nimetler bulunan cennetler müjdeler. Onlar orada ebedi kalacaklardır. Şüphesiz ki Allah katında büyük mükâfat vardır. Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi bile dost edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin kendileridir”
“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız kazandığınız mallar, kesata uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah’tan, Resulünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez”
İşte ayrılık noktası… Düşüncede, hayalde, yaşamda ayrılık noktası… Allah’tan, resulden, Allah yolunda cihad etmekten daha üstünse, daha sevgili ise, neler; babalar, analar, oğullar, kardeşler, eşler, hısım akraba, kazanılan mallar, kesata yani durgunluğa uğramasından korktuğumuz ticaretler, hoşlandığımız meskenler… Ne diyor Allah? Bekleyin Allah’ın azabı gelinceye kadar. Allah fasık topluluklara hidayet etmez. Aman Allah’ım… Allah bu tercihi, bu sevgiyi, bu üstünlüğü Allah’a, resule, Allah yolunda cihada vermeyenlere fasık diyor. Bu ayetlerle karşı karşıya kaldığımızı düşünüyorum. Ölçünün, mizanın en ağır şekilde bu ayetlerde kendini bulduğunu düşünüyorum. Hepimizin bu ayetlerin kapsamında tercihlerimizi, üstünlük verdiklerimizi, sevgimizi, ele alıp düşünmesi gerektiğini düşünüyorum.
Unutmayın! “Andolsun ki Allah, birçok yerde ve Huneyn savaşında size yardım etmişti. Hani çokluğunuz size kendinizi beğendirmiş, fakat sizi hezimete uğramaktan kurtaramamıştı. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti, sonunda gerisin geri dönmüştünüz. Sonra Allah, Resul’ü ile müminler üzerine sekinetini indirdi. Sizin görmediğiniz ordular indirdi de kâfirlere azap etti. İşte bu, o kâfirlerin cezasıdır. Sonra Allah, bunun ardından yine dilediğinin tövbesini kabul eder. Zira Allah bağışlayan, esirgeyendir”
Ve putperestlere vurulan son darbe… “Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir pisliktir. Onun için bu yıllarından sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız, Allah dilerse sizi kendi lütfundan zengin edecektir. Şüphesiz Allah iyi bilendir. Hikmet sahibidir”
Dediğim gibi… Bu ayetler okunurken müşriklerle Müslümanlar Mina’da yan yanalar. “Müşrikler ancak bir pisliktir” ayetini hem müşrikler, hem de Müslümanlar dinlediler. Bu ifade Allah için Mina’ya toplanmış insanların aklına, muhakemesine, iradesine, kalbine tekrar yapılan bir bombardımandı. O gün Allah iki topluma da eşitlikle hitap ediyor. Müşriklere; sizin huzuruma gelmeniz sizi kurtarmaz. Bana benim istediğim şekilde inanmadıkça ben sizi temiz saymam. Sizin inancınızda pislikler var. Ben bunları kabul etmem diyor Allah. Eğer tekrar huzuruma gelmek için Mina’ya gelmek istiyorsanız pislikten kurtulun. Pisliğiniz devam ettikçe bir daha huzuruma gelmeyin. Bu çok önemliydi. Allah Müslümanlara da şunu söylüyor. Onların sizinle birlikte huzuruma gelmesi sizi kandırmasın. Onlar pisliktir. Onlar Müslümanların yanında diye temiz sayılmazlar. O nedenle bir daha Kâbe’yi ziyarete gelmesinler. Mina’ya gelmesinler. Sakın onlar gelmezse zarar ederiz diye düşünüp korkmayın. Bunun söylenmesinden maksat, o gün hac dönemlerinde ticaret yapılıyordu. Her gelen toplum satacağı eşyalarla geliyor. Panayırlar, pazarlar kuruluyordu. Hani bugün Müslümanlar hacca gidenler için “ticarete mi gidiyorlar, ibadete mi gidiyorlar?” diye soruyorlar ya, bu tür soranlara verilecek en güzel cevap, “kendinize gelin, bilir bilmez konuşmayın, Müslümanlar hacca hem ticaret hem de ibadet için giderler, kendi kendinize hükümler icat etmeyin” demek düşer. Ne yazık ki günümüz Müslümanlarının öğreneceği çok şey var. Allah o gün Müslümanlara diyor ki, “müşriklerin hacca gelmemesi nedeniyle uğrayacağınız zararı düşünmeyin. Rabbiniz size başka nimet kapıları açar. Allah bilir siz bilmezsiniz” Bu ifade önemlidir. Bu ifadeleri bugün de çok iyi kavramamız gerekiyor.
“Kendilerine Kitap verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe inanmayan. Allah ve Resulünün haram kıldığını haram saymayan… Hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın”
Neden; Çünkü “Yahudiler, Uzeyr Allah’ın oğludur, dediler. Hıristiyanlar da, Mesih Allah’ın oğludur dediler. Bu onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir. Daha önce kâfir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin! Nasıl da döndürülüyorlar! Allah’ı bırakıp bilginlerini; rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i rabler edindiler. Hâlbuki onlara ancak tek ilaha kulluk etmeleri emir olundu. O’ndan başka ilah yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır. Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler hoşlanmasalar da Allah nurunu tamamlamaktan asla vazgeçmez. O, müşrikler hoşlanmasalar da dinini bütün dinlere üstün kılmak için Resulünü hidayet ve Hak Din ile gönderendir. Ey iman edenler! Hahamlardan ve rahiplerden birçoğu insanların mallarını haksız yollardan yerler. Allah’ın yolundan engellerler. Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azabı müjdele! Cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacağı gün: "İşte bu kendiniz için biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta olduğunuz şeyleri tadın!"
Allah kitap ehli olan Yahudilerin, Hıristiyanların neden müşrik olduklarını anlatıyor. Dikkat ettiniz mi? Onlar bilginlerini, rahiplerini, hahamlarını, papazlarını, papalarını kendilerine ilah edindiler. Nasıl oldu bu? Onlar Allah’ın ayetleri varken, kendi hükümleri doğrultusunda din adına hüküm verdiler. Onlar Allah’ın ayetleri olmadığı yerlerde verdikleri hükümleri Allah’ın dininden saydılar. Bugün Müslümanlar da aynı noktadalar. Âlimlerinin verdikleri hükümleri, içtihatları, fetvaları Allah’ın dininden sayıyorlar. Biliyorsunuz içtihatlar, fetvalar, Allah’ın hükümlerinin olmadığı yerlerde verilir. Bunlar insanların görüşleridir. İnsanların görüşleri Allah’ın dinine ait hüküm sayılamaz. Kim insanların görüşlerini, hükümlerini Allah’ın dininden sayarsa kendini Rab yerine kor. Kendisi yapmasa da başkaları onların görüşlerini, hükümlerini Allah’ın dininden sayarsa onları Rab yerine kor. Bugün İslam hukuku dediğiniz hükümlere bakınız. Neredeyse tamamı insanların görüşleridir. Bugün Hıristiyanların, Yahudilerin dine dair hükümlerine bakınız. Neredeyse tamamı papazlara, hahamlara, rahiplere, papalara aittir. İşte bu nokta da Allah diyor ki, onlar Allah’tan başka rabler edinerek, müşrik oldular.
Allah, onlar ne yaparsa yapsın İslam ateşini yakmaya devam edecektir. Onları yerle bir edecek, yerine Müslümanları hâkim kılacaktır. Onların dünyada biriktirdikleri hiçbir şey onların kurtulmalarını sağlamayacaktır. Ne altınları, ne gümüşleri, ne ziynetleri…
“Gökleri ve yeri yarattığı günde Allah’ın yazısına göre Allah katında ayların sayısı on iki olup, bunlardan dördü haram aylarıdır. İşte bu doğru hesaptır. O aylar içinde kendinize zulmetmeyin. Müşrikler nasıl sizinle topyekûn savaşıyorlarsa siz de onlara karşı topyekûn savaşın. Bilin ki Allah sakınanlarla beraberdir. Ertelemek, sadece kâfirlikte ileri gitmektir. Çünkü onunla, kâfir olanlar saptırılır. Allah’ın haram kıldığının sayısını bozmak… O’nun haram kıldığını helal kılmak için bir yıl helal sayarlar, bir yıl da haram sayarlar. Onların kötü işleri kendilerine güzel gösterilmiştir. Allah kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez”
Bu ayetlerde Allah müşriklerin kendi çıkarlarına göre nasıl her şeyi yorumladıklarından söz ediyor. Onlar haram ayların yerini değiştirirler. Onlar Allah’ın helal kıldığını haram, haram kıldığını helal kılarlar. İşte böyleleriyle sonuna kadar topyekûn savaşın diyor Allah. Bugünkü Müslümanlara inat… Bugünkü Müslümanların yorumlarına inat…
“Ey iman edenler! Size ne oldu ki, "Allah yolunda savaşa çıkın!" denildiği zaman yere çakılıp kalıyorsunuz? Dünya hayatını ahirete tercih mi ediyorsunuz? Fakat dünya hayatının faydası ahiretin yanında pek azdır. Eğer çıkmazsanız, sizi pek elem verici bir azap ile cezalandırır ve yerinize sizden başka bir kavim getirir. Siz O’na hiçbir zarar veremezsiniz. Allah her şeye kadirdir. Eğer siz ona yardım etmezseniz; ona Allah yardım etmiştir: Hani, kâfirler onu, iki kişiden biri olarak çıkarmışlardı; hani onlar mağaradaydı; o, arkadaşına. Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir, diyordu. Bunun üzerine Allah ona emniyetini indirdi, onu sizin görmediğiniz bir ordu ile destekledi. Kâfir olanların sözünü alçalttı. Allah’ın sözü ise zaten yücedir. Çünkü Allah üstündür, hikmet sahibidir”
Bütün bu ültimatomlardan sonra Allah Müslümanlara yöneliyor. Resule, Müslümanlara yaptığı yardımlardan söz ediyor. Bunların hatırlanmasını istiyor. Bugün biz de düşünmeliyiz. Hayatımızı gözden geçirmeliyiz. Eğer hayatınızı dikkatle izlerseniz, Allah’ın yardımlarını göreceksiniz. Ummadığınız, bilmediğiniz yerlerden Allah sizlere yardım etmiştir. Allah’ın bu nimetini inkâr mı ediyorsunuz?
Müslümanların ilk haccı, ültimatomla başlıyor. Ültimatom Müşriklerle Müslümanların yollarının iyice ayrılmasını ortaya çıkarıyor. Bir terazi gibi her şeyi ince ince dokuyor. O nedenle Ali Bin Ebu Talip’in okuduğu kırk ayeti, defalarca, Mina eteklerinde müşrik, Müslüman sıralanmış halde okumalıyız ki anlamalıyız. Hayal kurmalıyız. Ayetlerin kelimeleri üzerine değil. Ayetlerin okunduğu atmosferde okumalıyız. Duyarak, hissederek, akıl ederek, yanımızdaki müşriki düşünerek, kendi sevdiklerimizi düşünerek, hayatımızı düşünerek… Ancak o zaman haccımız gerçekleşecektir. Değilse hac hac değil insan yığını olacaktır. Bizlere bugün bir hac emiri, bir hac tebliğcisi gereklidir.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.