- 540 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
408- Posof İlkokulu, sene: 1972- yeniyazım ardahan öyküleri
Girişi hemzemindi. Birinci kat Posof’un biricik caddesine, cümle kapısı ile açılırdı.
Kasabanın kütüphanesi ; ağaçlarla çadırlamış bahçeyle bodrum kattaydı. Tahta merdibanlarla in-çık.
"Hır hır," sesine sebep iner, çıkardık: Alimallah!
Dağların eğiğinde şehirler olur Karadeniz’de, Kafkasya’da... Posof’un inişli, yokuşlu... Hem güzeldir ve meşakkatlidir.
Yaşayanlar göz zevkine atfen herhangi bir şikayet edeyim demezlerdi.
Sabahleyin başını yastıktan selametle kaldıran pencereye kafasını uzatırdı.
Afak’a; yuvasında gözlerini, kellesini, gövdesini bir daire yapardı insanlar. Dönerdi, dururdular. Çirkin bir formu gramla göremezdi kimseler. Yırtınsa, çatlasa, patlasa göremezdiler.
"Tabiat, doğa" ne denirse: Yeşil hışırtılara boncuk mavileri çağrışımla dizi dizi iğnelemişlerdi.
İşte güzel olan Posof’un görkemi: Yeşillikti.
Siyah önlüklerimiz, beyaz yakalarımız. Ayağımızda pantalon. Annem kömür ütüyle ütülerdi pantolonumu.
Bahçeye zille çıktığımızda. Güvercin kafesinden ayrılmayalım diye duvar çekilmişti. Kavaklar da göğe kadar bekçilik yapardı. Güvendeydik. Hamam taraf tepede kalan avuç kadar mavilikte, birkaç ekstrem çocuğun hal-a hatrına uzaydan hava gelsin içindi.
Hoş biz önlemimizi almıştık. Kafamız içine " ÇIKILMAYACAK," diye talimat kazımıştık!
Mıcırlar serilmişti, kaçtıkça tozardı. Çitti-kukku oynardık. Kızlar mendil oyunu gibi bir şey oynardı. Suna, Yasemin aklımda kalmış isimler.
Bahçeden birinci kattaki caddeye oradan merdivanlara hırrrrr!
Ebe yerine sobelemeye.
Ve zil çaldı...
Öğretmen İlyas Ölçer daha gelmemişti. Hiçbir şey yokmuş gibi davranıyoruz. Öğretmen içeri girdi. Cam tarafa oturdu. Masası üstünde baskıları estetik olmayan kitaplar ve yoklama defteri duruyordu. Kapı çalındı.
" Girin," dedi öğretmenimiz.
Normalinden erken, Apoti Yaşar kapıyı açtı.
Nasıl duymak? Nasıl civgirlik ki ses hızından hızlı açtı kapıyı!
" Papak düştü, kel gözüktü." Yaşar kucağında bir enikleydi.
İlyas Bey teneffüse çıkmamış, bir ders saati boyunca Apoti’ye nasihat etmişti.
Sınıfımızın yüksekliği üç metreyi aşardı.
Seslere heybet verdiği gibi bakışları hale koyardı sınıfımızdan aşağılara inen manzara.
" Düelloya çıkmış iki Teksaslının durumu içgüveyin hallinden halliceydi."
Yaşar’ın durumu iyi değildi. Çocuk öğretmene söz vermişti. Öğretmenimiz ikna olsun diye Yaşar’a ileride evliliğini hatta çocuklarının istikbalini nasihatlemişti.
"Onlara iyi bir aile reisi olacağım," sözünü vermişti Yaşar.
Ne oldu? Yaşar yaramazlığını tescil etti. "Enik" işini sağlama bağladı. Yaşar’ın hareketsiz, oyunsuz duramayacağı belliydi.
2003 yılından itibaren "Yapılandırmacı Eğitim," okulların yeni eğitim sistemidir.
İlköğretim oyun çağıdır. "Çocuklar oyun oynayarak eğitim alacaktır, "der.
Öğretim yöntemlerinden birisi: DRAMA’ dır. Buysa tiyatro yaparak anlatım gerçekleştirmeye denir.
Yaşar, seneler ve devirlerin yanlışlığından yanacaktı! Yanarsa?
" Zil çalmıştı. Yaşar enikle oynuyordu. Alim ve Suat, Salih, Soner, Tanay çeperi aşıp belediye tuvaletine gitmişlerdi. Tuvalete bakan ihtiyar adam vardı. Burada yatardı. Hayatta bir tek dayısı mevcuttu. İzmir’de yaşıyordu. Mektuplarını okulun çocukları yazardı. Çoklukla, çocuklar, akılları ne isterse onu yazardı."
Tuvaletçinin kuzlayan kancığın altından, sevimli eniği almışlar. Oynamaya dalmışlar. Yaşar zili duymamıştı. Öteki çocuklarsa kaçmıştılar.
Yaşar farkına varınca apar, topar birinci kata seğirtmişti. Dipteki sınıfa yönünü kıracakken Ahmet Uğurlu’ya rastlamaz mı? O haylan kaçmış. Ve dar attı sınıfa kendini.
Anladı ki: " Bu oyunda İlyas öğretmene yakalanmamalıydım. "
" Oyun çağı çocuğu" oyun oynamada kuralları bile düzemiyor, beceremiyordu. " İlköğretim çocukları: oyun öğrencisidir."
"Bilmeği öğrenmek için öğrenmeği bilmeleri gerekir."
"Türkçesi: oyun oynamasını öğreniyorlardı."
Sınıfta kim varsa kuruduk. Herkes ayaktaydı.
Küme dizilişindeki sınıf. Kimi direkman Yaşar’ı, kimi karatahtayı karşısına almıştı. Kimi sırtı dönükken boynunu çevirerek İlyas Hoca’yı camın önünde görüyordu.
Karşıda Yaşar, açılmış kapı: Teksaslı kovboyun Lagan’ından çıkan duman soğumaya henüz başlamıştı... sanki.
Tahtada turuncu tebeşirle kitabi harfler yani büyük harfle yazılmış yazı şuydu:
".. Jean Piaget, çocuk zihniyetinin, yetişkin zihniyetiyle hiçbir ilişkisi olmadığını öne sürmüştür. Çocuğun mantığı kendine özgü olduğu gibi ona göre düşüncesi de benmerkezlidir. O kendisi için gelişir, kendi tarzında eğlenir; aklın kavramsal bilgileriyle ilgisi yoktur, çelişki bilmez. Çocuk ancak başkalarının düşüncesiyle temasa geçtiği zaman mantıklı olmaya başlar. "
Çocuktuk...
Öğrenciydik...
Çocuk ve öğrenciydik...
Oyun çağı öğrencisi çocuklardık.
"Soyut düşünmeyi bilmez bu dönemin çocukları," derler, eğitim bilimciler.
Beynimizin kimyasal gelişimi müsait olmadığından, on yaşındayız ve dokunamadan konuşamıyoruz. Babamıza, arkadaşımıza dokunup sonra soruyu yöneltiyoruz. Neden mi?
Karatahtaya sırtımız dönük olduğunda imajını aklımıza getiremiyecek kadar kimyasal süreçleri zayıf beynimizin, dönüp karatahtayı gördükten sonra idrak edebiliyoruz. Dokunarak karatahtaya daha da idrakimizi pekiştiriyoruz. Al sana çocuk zihni. Büyük eğitimci PİAGET’in demek istedikleri bunlardı.
Yaşar maşar sağolsun... Bir de Piaget varolsun!
Öğrencilerin bütünü yaşasın, bahtiyar olsun!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.