- 1172 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Neden camilere, hocalara uzaksın, diye sorunca!
Oldukça sıkıntılıydım!
Hüznümden adeta solduğum bir sonbahar mevsimiydi.
Canlılığın muştusu olarak bilinen yeşil çimenler soluyor, ağaçlar, yapraklarını makus talihine boyun eğmiş bir eda ile sarartıyor ve dalından bırakıyordu. Patikalara dökülen ve serpilen yapraklar, damarlarımda dolaşan kanın ve soluduğum oksijenin, bir gün yetersiz olabileceğini anlatıyordu.
Yokluk sıkıntısını aşmak niyetiyle savaş verdiğim günlerdi! Böyle bunaltıcı zamanlarda ufkumun karardığını hissettiğim çok olmuştur. Hayatı manalı yaşamak gayesiyle durmadan koştuğum ve bilinmeyenleri aşmak adına çırpındığım yorucu ve çileli yıllarımdı! Çözüm bulmakta zorlandığım düşüncelerin, içimi kararttığı vakitlerde, ruhumu rahatlatacak şartları arardım.
Bulunduğum mekândan, uzaklaşmak istediğim zamanlar, gönlüm dost arar, meşk etmek arzulardı.
Yine efkârımın acımasızca, benliğimi kuşattığı bir gündeydim. Üç ev ilerimizde kiracı olarak oturan ve inşaat işlerinde çalışan duvarcı ustası İbrahim vardı. Ara sıra onu arardım, evinde ise ziyaretine giderek muhabbet ederdim. Ustanın öyle bir çehresi vardı ki! Yaşadığı yılların yorgunluğunu bakışlarından, tecrübesini tespitlerinden, gönül sıcaklığını, samimiyetinden anlıyordum.
Yüzünden hiç eksik etmediği tebessümü, beni her zaman rahatlatıyordu. Can dostum olmuştu, artık arkadaşımdı.
Yine böyle bir akşamda ziyaretine gittim. Kapıyı açtı, beni karşısında görünce sevindiğini fark ettim.
Geleceğimi tahmin ettiğini, çayı dahi demlediğini söyleyince, gözlerine hayretle baktım. İçimi okumuşçasına, gönlümün dost aradığını anlamışçasına, beni ziyadesiyle memnun ettiğini, içimde gizledim söylemedim.
Sohbet koyulaşıyor, sardıkça sarıyordu, şahsımda gördüğü hususiyetleri sıralıyor, övünçle bahsediyor beni utandırıyordu.
Birden yeni mahalle meydan camisinin hocasını, tanıyıp, tanımadığımı sordu ve peşinden ekledi.
Çok muhterem ve muttaki bir insan, özellikle tanımanı isterdim dedi.
Hayır, tanımıyorum, hocalarla, camilerle yakınlığım pek yok, yıllardır istemeden soğudum. Yine sen anlat dinlerim hususiyetlerini dedim.
Neden camilere, hocalara uzaksın, diye aniden sorunca!
Biraz şaşırdım ve yutkundum.
Birden çocukluğumda aynı camide yaşamış olduğum ve yıllarca etkisinden kurtulamadığım, hicran dolu sırlarımı, içimden sökülerek alınan camii sevgisini, hüzünlenerek tekrar yaşamaya ve anlatmaya başladım.
Beş, altı yaşlarındaydım. Annemden defalarca dinlediğim, fakat ne olduğunu bilmediğim, ama her zaman merak ettiğim; Oğlum; senin göbeğini, meydan camisinin bahçesine gömdük.
Onun için sen ibadetlere ve mabetlere çok düşkünsün, bu yaşta ve gecenin zifiri karanlığında, sabah namazına camiye, gidiyorsun, aferin diyerek öper ve uğurlardı. İşte içimde camiye karşı böyle ilgi ve sevgi varken, mahallemizde ki çocuklardan, bir grup olarak, beş, altı kişi, öğle namazına yakın bir zamanda, sure ve dua öğrenmeye gidiyorduk.
Suphanekeden başladık. Fakat ezberlediğim halde (S) harfini, bir türlü hocanın istediği gibi çıkartamıyor, ezilip, büzülüyordum. Diğer çocuklar (S) harfini, rahat bir şekilde çıkartıyorlardı. Belki de onun için, hoca onlarla daha fazla ilgileniyor ve fark edilir derecede, şefkatli davranıyordu. Arkadaşlar Hocam; Mustafa duayı çok iyi biliyor, fakat dili peltek! Olduğu için sizin istediğiniz gibi, söyleyemiyor dediler, ama nafile.
Hoca dilini düzeltene kadar git, düzeltince gel, o zaman okursun dedi ve camiyi terk etmemi söyledi. Öyle şaşırdım ki, bir şey söyleyemeden camiden çıktım ve ağlayarak, soluk soluğa eve geldim. Kaskatı kesilmiştim. İçimde fışkıran cami sevgisi, bir anda ve hiç istemediğim halde, yüreğimden sökülerek, haksız bir şekilde alındığından donup kaldım. Yıllarca camilere olan ilgimi, sevgimi sakladım, bir sır olarak içime attım.
Müezzinin okuduğu ezan sesleri, kulağıma gelince, içim yanarak sırrımı hatırlar, acıyla terennüm eder, ezanı tekrarlar dururdum. İşte bu nedenle, camilerle, hocalarla samimiyeti, yıllar önce kaybettim ve bir daha da kuramadım. Ayaza, fırtınaya, doluya bakarak hislerimi sorguladım, göz yaşlarımı yıllarca hüzün içinde yudumladım.
İbrahim usta, can kulağı ile dinliyordu ve birden haykırdı; Allah kahretsin böyle insanları, nasıl hoca yaparlar böyle basiretsizleri dedi ve ekledi.
Yaşıyor mu o hoca diye, birden hışımla sordu? Hocanın ne durumda olduğunu, bilemiyorum, fakat oğlunun düğünlerde rakı içerek, şarkı söylediğini biliyorum dedim. Peki, usta neden sordun, meydan Camisinin hocasını tanıyıp tanımadığım merak ettim, anlat ta dinleyelim dedim.
İbrahim usta, inan bak samimi söylüyorum, seveceğin, saygı duyacağın ve çok hocadan, farklı yönü bulunan bir insan diyerek sözlerine başladı. Ben hafızam da nakşetmiş bulunan hoca portresinden, farklı bir hoca profili duyunca, tabii olarak meraklanmıştım. Duramadım, ustaya sordum; peki ne zaman tanıştın böyle bir insanla ve nasıl müspet kanaate vardın diye, hemen sordum.
İbrahim usta, anlatmaya başladı.
Bir cuma namazı için meydan camisine gitmiştim, tanıdıklarım hoca duvar ustası arıyordu, bizde senin ismini vermiştik, görüştünüz mü dediler. Bende hayır henüz görüşmedik, fakat namazdan sonra konuşabiliriz dedim.
Cuma namazını kıldık, camiden çıkarken hoca, usta, müsaitsen tanışıp konuşalım diyerek koluma girdi ve söze başladı:
Evinin bahçe duvarının yapılacağını ve bir haftadır beni bulmaya çalıştığını, emeğimin hakkını fazlasıyla vereceğini ifade ederek, işi almamı ve hiç vakit kaybetmeden başlamamı söyledi.
Hocayı dinlerken süzüyordum, gönülden konuşuyor ve net ifadeler kullanıyordu, samimiyetten gelen sıcaklığı da etrafımı sarıyor, gönlümü ikna ediyordu.
Mustafa Cilasun
YORUMLAR
Ne güzel anlatmışsınız aslında dini sevdirmesi gereken kişinin mesleğini düzgün icra edememesi yüzünden istem dışı çok sevilen şeylerden uzaklaşabiliyoruz beğeni ile okudum
Tebrikler ....