- 1826 Okunma
- 4 Yorum
- 3 Beğeni
MUSTAFA DOĞAN VE “GÜLE DÜŞEN GÖZYAŞI”
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
MUSTAFA DOĞAN VE “GÜLE DÜŞEN GÖZYAŞI”
ATİFET GEZEK
İnsan aynaya bakınca kendini görür ama kalbini göremezmiş derler. Şairlerin kalbinin aynası şiirleridir. Bir şiir kitabını değerlendirmek için, öncelikle o şiirlerden yansıyan kişiliği görmek lazım, bu psikolojik bir tahlil gerektirir… Bu sebeple kitabın hakkını vermek için özümseyerek okumam gerekti.
Bu kitapta ilk göze çarpan şey acı! Kitabın adı da zaten bunu çağrıştırıyor. Mutluluğu gölgede
bırakan, bastıran bir acı, güle düşen gözyaşı…Kitaba konulan ilk şiir çok seçicidir, bütün şiirleri temsil eder, kitabın özüdür, şairin öznesidir, şairi ele verir..Bu kitapta şair, ilk şiirini acıya ithaf ediyor, acıdır
onu büyüten… Islak kaldırımlarda yalnızlığından süzülen eli öpülesi bir acı, tanıdık bir efkâr, ekmek, su
gibi sıradanlaşmış. Onu ayakta tutan onda bulduğu kendisidir. Kendisine karşı acımasız, duygularının
pencereye düşen kar gibi eridiğinin farkında, çilenin ayakları altında ezilen bir mendil gibi özenle taşıyor
acıyı…
Sabrın acıyı olgunlaştırdığını biliyor şair. Acı ağrı veriyor aslında ama acıdan yazdığı için acıyla
dost olmuş, zimmetli bir hüzün taşıyor adeta, peşini bırakmayan bir kaygı… Bu duygu büyük bir
ağırlık veriyor şaire, hafiflemek istedikçe suçluluk duyulan bir ağırlık, yüreği kanadıkça yazdıran bir
ağırlık.. Tasavvuftan beslenmiş olması, huzuru tasavvufta aramasına sebep oluyor. Haktan gayrı yol bulamıyor, balığın karnındaki Yunus gibidir derdi, zamana yenik bir hasretin mülteci duasıdır yakarışı;
ya hayatı sevmediğini, ya sevilecek bir hayat olmadığını düşünüyor. Bu iniltisiz alabora oluş, kıştan değil her mevsim var ve zamanla bunda Yunus Emre gibi zevk alış, beşeri aşkı bırakıp, ilahi aşka yöneliş vardır.
Var oluş ve yok oluş arasındaki farkındalık, hüznü çözülmeyen imgelerin ağırlığı, hayatın içinde kaybolup gitme korkusu, iz bırakma çabası, yaşanmamışları yetiştirme telaşı…Aslında bütün bu acı ve ağırlığın altında yatan erken yaşta yüklenilen sorumluluk, bastırılan bir çocuğun rahatsız edişidir. Şairin kimseyle bir alıp veremediği yoktur, şairin derdi kendisidir, bu iç hesaplaşmadır. Karamsar bir çocuk vardır şairin içinde, sesi kısık sesini duyurmaya çalışan bir çocuk, şairi rahatsız eden, yazdıran da bu iç ses bu ikilem…İç sesi konuşmaya çalıştıkça, şair susturuyor. Direnişinin kırıldığı an, aynalarını kapatıyor şair, ayna puslu, şairi göremedim. Şair de buna cesaret edemiyor, onu rahatsız eden bu kendinden kaçış,
İçindeki karamsar çocukla tanışmaya hazır olmama.
Ucu açık zamanlara ihtiyacı vardır…Zamanla bu yükün altında ezilip kaçış yolu arıyor.
Her zaman gidebileceği kadar uzak bir yer; kıyıları dingin, yamaçları mavi, saatleri saymadığı, kâbusuyla uyanmadığı, anlatmak zorunda kalmadığı, kuş gibi hafiflediği bir yerin özlemini duyuyor. Ucuna vardığı uçurumlar kadar suçsuz hissettiği bir yer…Fâni mekanlarda baki limanlar arar, şair bu yükü tasavvufa yöneltir. Arafat da dolaşıyor Hüseyin’in, Bilal’ın, İbrahim’in, Yunus’un acısını yüklenir, kinini taşır…
Şair her şeyin farkındadır aslında, ona yazdıranın bu yük olduğunu da bilir. Zulada bekleyen dikişsiz yaraları kaldırınca, içinde yaşanılmamış bir çocukluk, mumdan alevler taşıyan bin renk, bin neşe olduğunu görürüyor. Zaten acısının sebebi de budur. Kitabını acıya ithaf ederken belki de içinde ki yaşanmamış bir çocukluğu kastediyor. İçindeki çocuğa ithaf ediyor…
Yinede umut cemre gibi düşüyor içine, geçte olsa tanıyor gelmeyen baharları. Renklerin nasıl kirlendiğinin, nasıl gizlendiğinin ayrımına varıyor. Dikişsiz sızılar kabuğunu çıkarıp filiz veriyor, ama yinede kiri çıkmayan bir gömlek yakası kalan, bulutsuz yağmur sağanağı gibi sıkıştıran, budur şairi şair yapan…
Şiirlerin yapısına bakacak olursak;
Şair hem serbest şiiri, hem de hece şiirini ustaca yazabiliyor, ama serbest şiirin özgün olmasından olacak imgelerin albenisi daha fazla, edebi sanatlar daha fazla göze çarpıyor.
- Hece şiirinde çoğunlukla, hece vezninin 7+7=14’lü ve 6+5=11’li kalıbını kullanmış
-abab çapraz kafiye ve aaab düz kafiye şeması kullanmış
Arada mizah dolu kıtalar, şaire iki farklı karakter yüklüyor, o ciddi duruş kayboluyor, hafifliyor, rahatlıyor…Erguvani akşamda kasveti beslerken, birden dereler yokuş yukarı akıyor, şairin haşmetinden kaçıyor aslanlar, dağ keçilerini sırtlayıp taşıyor; bu arada okur okyanusa dalmış dalgıç gibi su yüzüne nefes almaya çıkıyor, okurun zihnini dinlendiriyor.
Şiirlerde acı, ölüm, günah, ömür, yara, düş, ahiret, mahşer gibi ağır kelimeler çoğunlukta.
Hüseyin, Bilal,Yakup, Yusuf, İbrahim gibi isimleri; Uhud, Ahat, Araf, Hira, Sıddık, Nebi gibi dini kelimeleri kullanmayı sevmesi, şairin din ve tasavvuftan beslendiğini gösteriyor, bu sebeple olgun bir dil kullanılmış.
Söylenmemiş yaldızlı imgeler çoğunlukta:
“Sana kırmızı yalvarıyorum, yemyeşil mevsimim ol Mezopotamya”
“Çocuktan alıngan oluyor düşlerim, ağlamayı öğrendiğimden beri”
“Sayıklarken dilimden düşeceksin diye, selamsız sabahlara sataşıyorum”
“Şımarık çocuklar gibi gökten yıldızlar kaydı, tutacaktım arşın perdeleri indi aniden”
“Kalem şaire uzun uzun bakar, her şiir şairinden uzun yaşar”
YORUMLAR
Yeni doğmuş bir bebeğin süt kokusu olur üzerinde Ve sizinde yeni kitabınız buram buram okuyucu sununun yüreğini doyurdu
Ve Güle Düşen Gözyaşı kitabında her bir şiirini bir evladı titizlile yazılmış ve Şair arkadaşımız Mustafa Doğan ,ın yüreğinden dökülen dizeleri Atifet Gezek arkadaşımız muhteşem anlatmış tebrikler her iki arkadaşıma Gönülden dostlarsınız...
Mustafa Doğan.
teşekkürlerimle..
Çok güzel bir eleştiri yazısı olmuş. Atifet Gezek'i tebrik ediyor, Mustafa Doğan ağabeyime de içli şiirlerinin devamı için dualarımı gönderiyorum.