İkiz ruhlar 19 arkası yarın deneme öykü
Balayı seyahatimizi gemiyle yapıp bir kaç yer dolaşıp Fransa’ya geçeceğiz. Bütün bu heyecanı yaşamadan önce Hülya’ya bile söylemediğim bir şey vardı.
Mutlaka bunu gerçekleştirmeliydim, uyutulduğumda Rutkay’la gittiğimiz o kasabanın var olup olmadığını çok merak ediyordum.
Uykuda yaşadığım bütün bu olaylar beni öylesine etkilemişti ki, oraları gidip arayıp bulacak, Karaca Ahmet mezarlığına da gidecektim, oraları son bi kez dolaşmadan seyahate çıkmak istemiyordum.
Bir gün bizimkileri atlatıp,teyzemin arabasına atladığım gibi Rutkay’la gittiğimiz kasabanın yolunu tuttum.
İstanbul’da böyle birbirine benzeyen çok yol vardı ama ayaklarım doğru yoldaydı.
Gideceğim yerde öyle gerçek dışı olayların olmayacağını bilsem de gidip gözümle bir daha görmeye kararlıydım.
Bir iki saat içinde kasabaya varmıştım,aynı yollardan geçerek kuleye vardığımda sevinç ve heyecan içindeydim.
Yukarı tırmandım ve bir daha gördüm ki burası labirent gibiydi ama içerisi boş değildi.
İçersi hayli kalabalıktı, bir çok ziyaretçi vardı.
Uyurken gördüğüm o korkunç uçurumlar ve o korkunç olayların olmayacağını bile bile dolaşırken sonsuz bir heyecan içindeydim.
En azından Cennet bahçelerinin o altın göletlerin, çağlayanların sarı saçlı narin kadınların ve küçük meleklerin olmasını isterdim.
Bütün bu düşlediklerimin yerine kütüphaneler,dolu dolu kitaplar, antika eşyalar ve ünlü ressamların ünlü resimleriyle doluydu her yer.
Sanırım burası müze niteliğini taşıyan tarihi aynı zamanda turistik bir yerdi.
Turistler bol, bol fotoğraf çekiyorlardı.
Yeni yerler keşfetmenin merakıyla kalabalıktan ayrıldım, her köşeden Rutkay çıkacakmış gibi nefes nefese uzun süre dolaştım durdum...
Dar uzun bir koridorun sonunda büyükçe bir odaya vardım. Orada, tek bir kişi oturmuş
kitap okuyordu...Başını kaldırıp bana baktı selamlaştık ve devam etti okumaya...
Raflara göz gezdirirken, sararmış gazete yığınlarının üzerindeki bir kitap ilgimi çekti.
Eğilip aldım ve ön yazsını okurken kitabın basım tarihi ilgimi çekti.
Tarih pek de eski değildi,1948 de yazılan kitabın ilk sayfasında güzel bir el yazısıyla aynen şöyle yazıyordu:
Fransa’dan yurda dönerken bir uçak kazasında kaybettiğimiz genç yaşında yaşamını yitiren Rutkay Şefik’in anısına...
İmza yerinde silik bir paraf vardı ama okuyamadım.
Gözlerim fal taşı gibi açılmıştı, bu Atıf’ın babasının adına hazırlanan bir biyografi kitabı niteliğinde oldukça kalın bir kitaptı.
Kitabı tekrar yerine koydum ve elimi sürmeye cesaret edemedim bir daha...
Şimdi olaylar netleşiyordu, medyumluğum sırasında Fransızca hocası olarak tanıdığım komşu köşkteki Rutkay’ın kime benzediğini çözmüştüm.
Gerçekte Rutkay diye biri yaşamış Berrin teyzeyle tanışmışlar, birbirlerini sevmiş büyük bir aşk yaşamışlar ve bu birliktelikten Atıf olmuştu.
Ailesi bu birlikteliği fark edip Rutkay’ı yurt dışına göndermişlerdi de iyi ki Atıf’dan haberleri olmamıştı.
Yani Atıf’ın gerçek babası Rutkay’dı.Atıf’la birbirlerine bir elmanın yarısı gibi benzemeleri bundandı.
Rutkay Şefik çok iyi bir pilottu görev sırasında uçağı infilak etmiş şehit olmuştu.
Orada daha fazla kalamayıp süratle ayrıldım.
Son bir merakım kalmıştı ve yola çıkmadan Karaca Ahmet mezarlığına da gitmeliydim.
Henüz çok erkendi, bi koşu gidip teyzemler uyanmadan dönebilirdim.
Gitmeden yolda bir çiçekçiden bir demet Menekşe aldım, içimdeki garip bir his beni bu çiçeği almaya yönlendirmişti...
Nihayet mezarlığın kapısına varmıştım, arabayı bir kenara park edip yürüdüm. Etraf oldukça sessizdi, kimsecikler yoktu.
Mezarlığın o garip huzur veren sessizliğiyle anılara dalmıştım ki gecikirim talaşıyla yeniden koşmaya başladım.
Nihayet mezarların başındaydım ve dua etmeye başladım, üç mezar yan yanaydı bir çitle çevrilmişti çevreleri...
Hepsi de bakımlıydı mezarların, eğilip Menekşeleri özenle beton lahitin baş ucuna usulca bırakıverdim toprağın üzerine.
1948 de ölen Rutkay Şefik ruhuna, diğerleri de her halde anne ve babasıydı baş uçlarındaki taşta aynı soyadı vardı.
Ellerimi açıp bir kez daha dua ederken, mezarlık yolunda Melon şapkalı kırlaşmış saçları ve renkli gözleriyle selamlaştığım adama da bol, bol dua ettim.
Ayaklarım toprağa çivilenmiş gibiydi, oradan ayrılmak istemiyordum ama vakit geçmişti evdekiler telaşa başlamış olmalıydılar.
Tam da düğün arefesinde bu kız nereye gider ki diyerek beni aramaya çıkmışlardır bile.
Ağlamıyor, gülümsüyordum bir garip durumda ayaklarım gitmese de yürümeye başladım ve arabaya koşar adımlarla gidip bindim artık yoldaydım.
Bu ziyaretlerimin üzerinden bir ay geçmedi ki çok güzel bir düğünle Hülya Tayfun’la ben de x sevgilimle, sevdiğimiz gençlerle evlendik!
Bu gün balayı için yola çıkacağız.Nikah salonundan çiftliğe yemekli şölenden köşke döndük.
Tabii ki her şey teyzemin arzu ettiği gibi eksiksiz ve çok, çok güzel oldu.
Böyle bir düğün çok az kimseye nasip olurdu, teyzem annesiz ve babasızlığımızı hiss ettirmemek için çok sevecen ve hassas davrandı.
İyi ki vardın teyzeciğim, bir süre yalnız kalacaktı ama dünürler yalnız bırakmayacaklarına söz vermişlerdi.
Herkes; arkadaşlarımız dostlarımız çok eğlendi ve düğünden memnun ayrıldılar.
Hülya’nın çiçeğini Mine; benimkini de Meliha yakaladı...
Çiftlikten köşke faytonlarla döndük. Gır gırgırın şamatanın bol olduğu bir düğün oldu
İyi ki böyle dostlarımız, neşeli arkadaşlarımız vardı...
Eğilip sevgilimin kulağına fısıldadım: gemide sana bir masal anlatacağım bir aşk masalı; daha doğrusu seninle ilgili gerçek bir hikaye...
Merakla gözlerini irileştirerek sordu,
-Nasıl bir hikayeymiş bakalım bu, benim küçük sevgilim
Şimdi sorma!
Gemide anlatacağım...
Alnıma bir buse kondurup çok mutluyum sevgilim dediği an, işte o an ağlamaklı olduysam da dişlerimi sıktım.
Ağlarsam; biliyordum ki, teyzem çok üzülecek ve ben Gemi kalkana kadar hep neşeli görünmeye gayret etmeliydim.
Şakaklarındaki kırlaşmış saçları, derin bakışlı lacivert gözleri ve bir hayli yakışıklı fiziği ile kadınların olduğu her yerde dönüp, dönüp bakacakları harika adam elindeki defterin son sayfasını da okuduktan sonra mutfaktaki eşine seslendi:
-Hanım senin bu anılarını bir kitapta toplayalım ha ne dersin?
ay yapma gene dalga geçme lütfen! Hiç vazgeçmeyeceksin değil mi?
-Hanım ya hu bizim kahvelere ne oldu hadi gel de karşılıklı bir höpürdetelim
Geliiyoruum canım; köpük, köpük misler gibi oldu getiriyorum. Sen bi sigara yak ta kahvemle birlikte tüttüreyim ben de ha...
Biliyordu ki, sigara kocasının sevgili eşinin; en ifrit olduğu şeydi..
Oh işte intikamını almıştı, odaya girdiğinde gördüğüne inanamadı..Sevgilisinin başı oturduğu koltuğun kenarına düşmüş ölmüştü..
Dertli dertli söylendi Rüya!
-Canıım, yine mi öldün? ah canım ya sen yine mi öldün sevgilim bu kaçıncı ölüşün bu kaçıncı değişik bedenlerle gelişin.
Her gelişinde beni kendine aşık ettin!
Lütfeen, lütfeen bir daha gelirsen ölme! Beni böyle boynu bükük yapayalnız koma sevgiliim lütfeeen...
Rüya, kalk karıcığım kalk! Rüya mı görüyorsun bebeğim? Kalk ağlama lütfen ağlama bak buradayım, bak ben buradayım canım!
SON
YORUMLAR
Finalin son cümleleriyle biraz içimiz ezilmiş de olsak aklımıza karıştıran her şeyi çözdük. Yılları beraberce turlattınız bize, kaleminize de yüreğinize de sağlık.