Muhterem ‘e mektuplar- 15 / Sadece namazda anlamlanıyorum
en ( 10/15/2014 )
---------------------------------------------
Değerli Hocam, Selamün Aleyküm,
Yazamıyorum, sürekli aklımda olmanıza rağmen, sanki bir şeyler tutuyor, engelliyor, sanki yazdığım ve yazacağım her şey değmez, yanlış, hatalı… Genel bir ruhsal problemim var gerçi, asperger sendromluyum sanırım, yıllardır insanlarla iletişimde olmaktan neredeyse fiziksel acı hissetmek, kendi kendini reddetmek, hayata ve kendi varlığıma anlam verememe, her şeyden kaçınma, annemle zor ilişkiler, kendi değersizliğimin farkındalığı, asosyal olduğum halde sürekli insanların, toplumun göz önünde olma zorunluluğu olan çocukluk, görünmeyen ama içten kemiren ruhsal acı, her şey normal görünse bile çok derin ÖZÜRLÜ hissetme, normal olmaya uğraşmak ve olamayınca gelen boşluklar vs. vs… bu mudur, başka bir neden midir engel olan, bilemiyorum.
Ama sürekli aklımdasınız ve bir gün sizden manevi olarak uzaklaşma düşüncesi çok ve çok üzücü benim için, ben sürekli sizinle paylaşıyorum aklımda her şeyi, bu tuhaf ama öyle bir görüngü bende, çünkü biliyorum ki ne olursa olsun beni reddetmezsiniz, kötü olsa da kızarsınız nasihat verirsiniz ama reddetmezsiniz… Gibi hissediyorum, buna inanıyor olmam da kendime çok doğru gelmese de. Ama hak ediyor muyum? Ben hayatta pek de hak etmediğim şeyleri yaşadığıma inandım hep, çocukluktan kalma belki… İş anlamında da öyle hissediyorum. Ben Rabbime çok şükrediyorum sizi tanıdığım için, fakat size layık olamamak korkutuyor. Ne olursa olsun yazılarınız var, onları her zaman okuyup o nur denizinden bir damla nasiplenebilme imkânı ile avunuyorum.
… Çok şey var aslında anlatmak istediğim ama çok bencilce olur çok bencilce, değmez, size yük olur. Ben sadece sizi güzel rüyalarımla ve keşiflerimle sevindirmek isterken, bunu yapamamam beni kendi kendimden soğutuyor.
Bir süredir Kehf süresini okumaya çalışıyordum, her gün bir ayet. Merak ettiydim bu mağara dünya yüzünde belli midir diye. İzmir’de Efes’e giderken bir levha takıldı gözüme: Yedi Uyuyanlar yazıyordu. Çok acayip oldum, tesadüf de olabilir, doğrusunu bilemeyiz. Geçen sene olan bir tesadüf gibi, içimi açan. Ramazandı. İşime yeni başlamıştım, mescit var diye seviniyordum kendimce. Eski yeşil namazlığımı getirdim, onu kendi ülkemde Türkiye’ye gelmeden önce almıştım ve çok seviyorum, başka da yok zaten, yıpranmış seccadem benim. Seccademi bıraktığım işyeri mescidinde tadilat olmuş ve kaybolmuştu. Temizlikçi bayan öyle dedi, her şey paketlenip çöpe atılmış. Üzüldüm, en zor günlerimde benim ağırlığımı taşıyan… Eşya sonuçta. Eşyadır dedim, her şeyde bir hayır vardır… Birkaç gün sonra mescide girdiğimde o seccadeyi önümde serili buldum hocam. Mescit kapısında durdum kaldım. Gözlerim yaşardı. Evet, kaybolan eski, yıpranmış yeşil seccadem. Zaten oruçlu iken insan bir hassaslaşıyor. Bir de böyle bir lütuf. Temizlikçi bayanların haberi yok, biri çöpten alıp buraya sermiş olabilir, dedik geçtik. Onun gibi bir şeydi bu Yedi Uyuyanlar mağarası da. Karşıma çıkıverdi. Gezdik oraları, acayip bir ülke Türkiye. Kim bilir Kuran’da anlatılan hikâyenin kahramanları gerçekten burada mıydılar?
Rüyalarımda uçuyorum, yüzer gibi ama. Çok anlamlı rüyalarım yok ama Hocam… Namazlarımı kılıyorum o kadar. Bir de besmele çekiyorum. Annem buradaydı bir hafta ve ondan utandığım için namaz kılmadım… Bunu da söyleyim. Bunu açıklamak zor ama gerçek bu işte. Bir acı verici gerginlik oluşuyor bende nedense. Bu konu zaten acı verici. Öyle ara verdim bir ara… Bir gün de rüyamda eşimle ikimizi gördüm, dünyaya çook yukarıdan bakıyoruz, yem yeşil yeryüzü, mas mavi deniz, sonra hadi uçalım deyip uçuyoruz, eşim iniyor, ben devam ediyorum, sonra yem yeşil çimenler üzerinden beyaz ve mor ve unuttuğum bir renk daha çiçek koparıyorum eşim ve kızım için. Yeşil çok yeşil ama sanki içim yem yeşil oluyor ve ferah kokuyor.
Zordur sana burda kızım, dedi annem. Bana orda da zor, burda da, dedim, kendim de farkında olmadan. Ve bu gerçek. Sonra toparladım tabi. Ama öyle işte, her şey yolunda gözükürken içten yanma, acıdan kıvır kıvır olan bir yürek taşıma, sonu bekleme. Farklı olduğunu anlasan da, değişememe, bundan kaynaklanan insanlardan kaçma isteği, kendinden de. Anlamsız bir acı işte. Kendini özürlü hissetme, ya da yabancı, çok yabancı ama. Gerçekten yabancı olmam bahane işte. Sonuçta farkındayım ki bana ne olursa olsun kendim sorumluyum. Ruhsal özürlü olsam bile.
Hocam öyle çelişkili düşünceler içindeyim. Ben neyim nereye gidiyorum neden buradayım… Sadece seccademde bir nevi anlamlanıyorum, uzaktan görür gibi oluyorum kendimi, günahlı bir beden, af dileyen, her şey için, sorguları için, yanlış çözümleri için, yanlış suçlamaları ve yanlış yargıları için, ezberleri için, nedensiz üzüntüleri için, zayıflığı için…
Sadece namazda anlamlanıyorum, hocam. Bu da ayakta tutan en büyük duygu bende.
Selam ve dualarımla,
Saygılarımla,
Tarih:15 Ekim 2014 Çarşamba 20:13:24
Aleykümselâm muhterem Hanım,
Maşaallah yazdınız sonunda... Hem de pek güzel ifade ettiniz kendinizi ve yaşadıklarınızı. Sizi okurken Esra’nın edebi dilini hissediyorum. Kelime zenginliğiniz, cümle kurmadaki maharetiniz ve samimiyetiniz aynı zamanda şair olan Esra kızma çok yakın.
Onunla yazışmalarımız da bana iham verirdi de ben de özen gösterir, yazılarımı yazarken haz alırdım. Onunla yazıştığımız zamanda güya yardım eden konumundaydım ama esas benim yardıma ihtiyacım vardı. Öyle bir güzellik oluştu ki onun ruh halini tamire çalışırken kendim iyileşmiştim adeta. Rabbim unuttuğum sukuneti ve sayısız tatlı anıyı ona yazdığım anlarda hatırlattı, yıllardır yazmayı düşündüğüm hatıralarımdan birçoğunu yazdırmıştı.
O yazılarımızı Esra istedi diye yayından kaldırdık. Çevresi tarafından tanınmaktan korkmuş sildirmişti. Aslında o korkmamış,şeytan korkmuştu, batağa çektiği bütün gençleri o mektuplarla kurtaracağımızı sanmış, bir askeri vasıtasıyla Esra’nın üstüne yürümüş, korkutmuş, bana baskı yaptırarak sildirmişti.
Şeytanın muradı yerine gelmedi tabii. Esra’yı yayınlandığımız sırada okuyanlardan bizimle tanışıp yazmaya başlayan onlarca Esra türemişti. Onların içinden yayınlanmasına izin verenlerle yazıştık, tanıştık, işi kolay kıldık, seccadelerle buluştuk, rabbimize yakınlaşıp, stres, depresyon, ruhi bunalım ve yalnızlık korkularımızı unuttuk. Nur görmelere başladık... Âlemi melekûta ulaşıp, doğrudan ledünni ilimlerle şereflendik...
Mümin evliya mertebelerini serian geçtik, imanda sıddıklara ulaştık.
İlk paragrafınızda bahse konu bütün rahatsızlıkların benzerlerinden ve/ya aynılarından yedi vakit namaz kılmalara terfi ettik, günlük saatleri bulan zikirleri huy edinen niceleri oluştu.
Cehennemlerindeki gayya kuyularından kurtulup, dünya cennetlerinde gönül huzuruyla sedirlerinden birbirlerine selam es selame diyerek hitap eden müminler oldular.
Şimdi birçoğu ümmeti Muhammed için dua hamalıdırlar.
Maşaallah rüyanızdaki işaretler öylesine güzel, öylesine güzel ki birçok kişinin,kırk yıl tarikatda terbiye görüp ulaşamadığı mertebelere ulaşmışsınız. İnşaallah daha da ilerlersiniz. Efendimizin eğitimine girecek kadar ilerlersiniz de o mübarek sizdeki kadim kaderi keşfederek olabileceğiniz en üst mertebeye taşır inşaallah.
Dünya müminler için sürgün yeridir. Bir mümin ahiretine intikal eder etmez, eyvahhhh diyecek, meğer biz dünyada cehennemdeymişiz... Müminin kabri cennet bahçelerinden bir bahçeye dönüşecek ve aynen bu cümleyle dünyada geçirdiği günler için hayıflanacak diyor efendimiz... Bir kâfir ahiretine kavuştuğunda aynı kelimeyle eyvahhhh diyerek hayıflanıp, meğer dünyada cennetteymişiz diyecek. Çünkü kâfirin kabri de cehennem çukurlarından bir çukura dönüşecek...
O seni hasta eden nefsin, binbir anlamsız şeyin farkına varıp, ruhunuzla barışık hale gelip, seccadeden haz alamaya başladığında şikâyetlerini unutacak ve o hastalık olarak tanımlanan kendisine eza / cefa olarak yansıyan durumlarını unutacak... Huzur ve güvenin lezzetinden nasiplenince bir vakti kılar kılmaz diğer namaz vaktini beklemeye başlayacak. Araya giren dünyadan şikâyet edecek. Dünyayı makyajlı, gelinlikli, kuaförlü, süslü mü süslü, ikiyüzlü mü ikiyüzlü bir cadıya benzetirdi hocam rahmetli. Dışı nefisleri yakar içi ruhumuzu cehenneme sokup eza cefa eder. Ona paçayı bir kaptıran bir daha iflah olmaz derdi. Olmayan lezzetleri var gösterir, yedirir yedirir doyurmaz, giydirir giydirir örtüp sakındırmaz, ısıtmaz, sevindirmez. Üzerindeki inci mercanı küçük gösterir de uzaktaki pulu boncuğu mücevher gibi algılatır bir sihirbazdır. Sendeki tavuğunu ‘’ bulada’’ gibi küçük gösterir gözünde, komşudaki tavuğu kaz gibi, toy gibi… Hasetlik türetir, kalp zehiri üretir bütün vücudu zehirler, huzurunu kaçırır, derdi.
Güzel gidiyoruz inşalalah... İki dert ortağın var bilirsen biri seccadende konuştuğun sana senden yakın her şeyin yaratıcısı, rahmeti de var eden rabbimiz, sana bana her dosta dost, birisi de O’nun izin verdiğince bu fakir kardeşin... Ne zaman istersen yaz. Dilersen zikrini değiştirelim... Ya vedut oku. Çıldırmış gibi yürekten ve hesapsız sayıda. Yürürken, otururken, yan üstü yatarken, çalışırken. Öyle bir oku ki vedut olan rabbimiz bu dünyada sana görünmemekten hayâ etsin, evrenin taşı toprağı sana asli görüntüleri ile âşık olsunlar.
Selam es selame