İNSAN-I KAMİL
Bilesin ki azizim O…yani insan-ı kâmil, özde, resulü Kibriya Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi vessellem efendimiz hazretleridir.
Hikmetullahın icabı olarak, her devirde, nur-u Muhammedin vekili,( hz Hüseyin efendimiz soyundan,) bir zat bulunur ki, bu zatlar için dahi, aynı tabir kullanılır.
Çünkü bu zatlar, hem peygamber efendimizle, hem de sıfatullahla tevhit olmuş,Zat Evliyalarıdır..
…………Hz Muhammet efendimiz dışındaki soylardan ve…Hz Hasan efendimiz soyundan gelen evliyalar, sıfat evliyalarıdır. Hanımının konumundan dolayı, bu soydan zat evliyası gelmez. Bilindiği gibi; Hz. Hasan efendimiz, eşi tarafından zehirlenerek öldürülmüştür.
Bu nedenle o mübareğin soyundan gelenler sıfat mertebesinde kalırlar. Öteye geçemezler. Arada ki fark ileride anlatılacaktır.
İnsanı kâmilin özellikleri ile ilgili yeterince bilgi verildikten sonra, nur-u tevhit kavramı üzerinde de ayrıntılarıyla duracağız..
Tevhide nasıl ulaşılır;
Tevhidin mahiyeti nedir; Tevhide ulaşan her veliye Mührü Resulullah verilir mi..Mührün mahiyeti.Ve yetkileri nelerdir.
Bu eserin yazılma nedeni; esasen bu ve benzeri binlerce soruya cevap vermektir.
Bu sırları, verilen izin nispetince bildirmek istiyoruz. Bu konuda iki kaynaktan ziyadesiyle yararlanacağız. Aslında bu iki eseri şerh edeceğiz desek daha doğru olur.
Biri: Esrar-ı Hikmet
El yazması. Hafız Hüseyin Sertyeşilışık Gaddese Sırrı hu hazretleri.
Diğeri ise: İnsan-ı Kamil-Abdülkadir Akçiçek çevirisi. Yazarı:
Abdülkerim Ceyli hazretleri.
Abdülkerim Ceyli hazretleri;
İNSAN-I KAMİL adlı iki ciltlik eserinde şöyle buyuruyor. O…yani İNSAN-I KAMİL;
hem Hakk’ın mukabili, hem halk’ın mukabilidir.
Bilesin ki…
Bu bölüm, kitaptaki bölümlerin umdesidir.
Hepsinin dayanak noktasıdır. Şöyle söylemek te mümkün. Bu kitabın tümü, başından sonuna kadar, bu bölümün şerhinden ibarettir.
Sonra.
Bilesin ki,
Bu insan nevinin fertlerinden her biri, diğerinin bir nüshasıdır.
Örneğidir. Suretidir.
Hem de hiç eksiksiz, kemal derecesinde.
Birinde ne varsa, diğerinde de aynı şey vardır. Bir arızi durum olmadığı takdirde: Onlar, karşılıklı duran aynalara benzerler.
.Ancak, onların tamamında eşya bil kuvve vardır, seçilmişlerde ise bilfiil bulunur. Seçilmişten kastımız zat enbiya ve evliyalarıdır. Peygamberlerin ve veli kulların kâmil olanlarıdır.
(Burada nuru tevhide ulaşanlar kast edilmektedir. Bunlara zat peygamberleri ve zat evliyaları tabiri kullanılır. Sıfatullah nurunda(Allahla) tevhide ulaşmış (miracı yaşamış )olanlardır.
Ulul azim peygamber tabiri de bu zatlar için kullanılır.
Sekiz peygamber bu konumdadır.Bunlar;Hz Adem,Hz İdris,Hz Şit,Hz İbrahim sahibi şeriat ve SUHUF SAHİBİ….
Hz. Musa, Hz Davut, Hz İsa ve Hz Muhammet sahibi şeriat ve KİTAP SAHİBİDİR…
Diğer bütün peygamberler bunlara uymuşlardır. Ve sıfatta kalmışlardır. Bağlı oldukları peygamberin şeriatına uymuşlar, çağrılarını kendilerinden önceki dine uyulması doğrultusunda yapmışlardır.
Evliyalar için dahi tevhitte bir fark olmadığından, onlar için de zat evliyası,/veya gavs-ı azam,/ kutup el aktap,/imam-ı zaman tabiri kullanılır..)
.Kaldı ki, bunlar dahi, kemal derecelerinde değişik durumlar alırlar. Bazıları bazılarına göre daha kâmildirler.
İsanlık gelişip ihtiyaçları arttıkça, öz aynı kalmakla birlikte, dinlerde değişim ve gelişim olmuş, hükümler değişmiştir.
Kuranla din kemale ermiş, Allah’u teala dininizi tamamladım buyurmuş, peygamberliğin yeni şeriat getiren babı kapanmıştır. Velayet yanı ise kıyamete kadar devam edecektir.
Hazreti muhammed Mustafa s.a.v. bunların ekmelidir.
En kâmilidir. Allah’ın cc. bütün esmalarıyla, miraçta kâmilen tevhit olmuştur.
Diğer enbiya ve evliyalar ise; bir veya birkaç esmasıyla bilfiil, diğer esmalarıyla bil kuvve tevhit olmuşlardır.
Bu nedenle;
Bütün kâmil peygamberler ve kâmil veliler, Rasulullah s.a.v.efendimize katılmışlardır.
Ama: kâmilin ekmele katıldığı gibi.
Öncekiler ve sonrakiler olmak üzere, bütün kâmillerin efendimize bağlılıkları vardır.
Amma;
Bu bağlılık faziletlinin en faziletliye bağlanması şeklindedir.
.Bu nedenle mutlak İnsan-ı Kamil den murat, hz. Resulü Kibriya, Muhammet Mustafa’dan s.a.v. başkası değildir.
.Diğerleri ancak onun cüzü, vekili mesabesindedirler.
Esasen O,kendisinden sonra gelen vekillerini, hz. Hüseyin efendimiz soyundan, o zamanın gavs-ı azamı vasıtasıyla veya bilfiil yetiştirir ve göreve tayin eder.
.Hz. Muhammed efendimizle tevhide ulaşmadan, hiç kimse cenabı hakka ulaşamaz. Efendimizle tevhidin nasıl olduğunu ulaşınca anlarsın. O mübarek sana bildirir. Yeterki sen O’nu yeterince sev; O da seni kendisine ulaştıracak kadar sevsin.Ve elinden tutup seni de cenabı Allah’a ulaştırsın.Amin.
Allahın izni ile;
O’nun mührü olmadan, kâinata kimse söz geçiremez.
.Bu konuda söz söyleyen herkesin edebi bu çerçevede cereyan eder.
Allah’a karşı edebimiz nasıl ise, Allah’ın bütün esmalarıyla bilfiil tevhit olmuş efendimize edebimiz de aynı olmak durumundadır.
Bilesin ki.
Allah seni korusun…
Anlayışını artırıp,İzzetinden izzet versin..
İNSAN-I KAMİL; öyle bir kutuptur ki:
Cümle vücut semaları onun üzerinde devresini tamamlar.
Önünden sonuna kadar bu böyledir.
İNSAN-I KAMİL: Daima birincilik makamının sahibidir. Bu durum, varlığın oluş tarihinden başlayıp, ebediyete kadar böyle devam eder. Âdem as. İle başladı, kıyam efalini yapmakla görevli son vekil ile tamam olacak.
Sonra…
İNSAN-I KAMİL: Çeşitli vasıflara bürünür. Çeşitli yerlerde zuhur eder.
’’O, her an bir şendedir.’’
Kendisi hangi sıfatta görünüyorsa, o isime itibar edilir. Diğer sıfatları kuvvede (sözde-fikir bazında) kalır.
Bu fakir,
O mübarekle buluştu,tanıştı..
O, suret olma yönü ile her surette mekân tutabilir.
Edep ehline düşen odur ki: O’nu hayatta olduğu şekilde görürse, o zamanki adını söyleye.
…………….O mübareği, dünya gözüyle görme işi,1976 yılında, yirmi dokuz yaşımda iken, Allah’ın bir lütfü olarak, Konya ili-Sarayönü ilçesinde, öğretmenlik yaptığım sırada gerçekleşti.
.Bir tevafuk sonucu hocam, mürşidim, Hacı İsmail Fidan ile tanıştım. Tanır tanımaz, aramızda olağan üstü bir bağ oluştu. Hocamı her gördüğümde, gönlüm huzurla dolar, onunla birlikte iken kendimi asrısaadette, rasulullahla birlikteymiş gibi hissederdim.
Aklım, o olmadığını bilirdi tabii. Ama gönlüm öyle hisseder, öyle hayal ederdi.
Hocamın mübarek nazarına mazhar olduktan hemen sonra; Olağan üstü bir çabuklukla Allah ve peygamber aşkı bütün benliğimi sarmıştı.
Verdiği ilk görevi tamamladığımda, nur görmeye başlamıştım.
Önderimin tesirine girdiğimin dördüncü yılı idi.
……………Evimde, arkam kıbleye dönük olarak, Resulü Kibriya efendimizi tefekkür ediyordum. Ona âşık olmuştum. Onu düşünmeden bir dakikamı bile geçiremiyordum. Herhangi bir şey onu düşünmekten bir an için alıkoysa, kendimi sevdiğine ihanet etmiş biri gibi hissediyor, suçluluk duyuyordum.
Günlük yüzlerce salâvat-ı şerife getiriyordum. Yetmişbeş gündür aralıksız ‘’Esselamü aleyke ya eyyühennebiyyü ve rahmetullahi ‘’Okuyordum. Çoğu zaman salâvat getirirken ağlıyor, hıçkırıklara boğuluyordum.
.O gün mutat ibadetlerimi yapmış, yeterince salâvat getirmiş, kendisini görmek için yanıp tutuşan, bağrı yanık biri olarak, arkam kıbleye dönük, dizlerimin üzerinde oturmuş vaziyette tefekkür ediyordum. O sırada;
Karşı duvarda, nokta büyüklüğünde, yeşil bir nur (zat nuru) doğdu. Son zamanlarda çok sık görmeye başladığım zat nurunu seyredip, feyizlenirken, mübarek nur genişlemeye başladı.
.Tahminen otuz, otuz beş santimetre çapa ulaştığında, birden gözlemlediğim yeşil nur yerine efendimizin mübarek yüzü belirdi. Sadece başı görünüyordu. O mübarek olduğunu hemen bildim. Eski bir tanıdık gibi… Sevinçle gülümsedim. O da gülümsedi. Sanki sürprizzz, der gibiydi. Gözlerimin içine baktı, baktı.
Gözlerime bakıyordu ya bütün bedenime nüfuz ediyordu. Kendisinden öyle bir feyz, bir enerji yüklendim ki, bedenimin her hücresinin kutsandığını, o nurla dolup taştığını hissettim.
Yaşadığım halin insana kattıklarını anlatmak, kelimelere dökmek imkânsız bir şey. Yaşanmadıkça anlaşılamaz. Ruhumda öyle bir rahatlık, huzur ve güven tesis edilmişti ki, bu olağan üstü hali en tabii hadiselerden bile daha doğal karşılamıştım. Bu karşılıklı etkileşim en az üç, belki beş dakika kadar sürdü. Bu süre içinde alınması gereken alınmış, verilmesi gerekenler verilmişti.
.Hasret gidip, huzur tesis edilince, o mirat-ı mücellayı (nurdan aynayı ) yeniden, yeşil bir nur perdeledi. Açıldığı hızla, yavaş, yavaş, küçüldü. Bir nokta büyüklüğüne indirgendi; kayboldu.
…………..O ana kadar kendisine duyduğum, bütün varlığımı yakıp, kavuran aşkın yerini, anlatılması imkânsız bir huzur kapladı.
…………..Daha sonraki özlemlerimde, aynı ateşi bir daha asla hissetmedim. Hep rahmet duyguları ile görüşme gününü bekledim.
Şu anda bu satırları yazarken, o günlerin hatırasına ağlıyorum. Ve bu duyguları yeniden yaşatan mevlaya, hesapsız şükürler ediyorum.
Dört beş yıldır, kendisini açık bir şekilde göremiyorum.
…………Mutlaka gücendirmiş olmalıyım. Geçim derdinden dolayı tefekkür etmeyi de salâvat getirmeyi de ihmal ettim.
Rahmetinden mahrum bıraktım, kendi kendimi. Salâvattan asla geri kalınmamalı. Yapılan salavat hem Peygamberimize, hem geçmiş evlatlarına ve hem şu anda yasayan bütün müminlere gider.
Mademki o günlerdeki gibi yeniden ağlayabiliyorum, inşallah şu anda yanı başımda nazarı üzerimdedir. Bu acizi affetmiştir ve yeniden, görüşmeye bi iznillahi teala karar vermiştir.
.Halen sürekli olarak gördüğüm o yeşil nokta büyüklüğündeki nurun zat nuru olduğunu çok sonraları, hocam Hacı İsmail Fidan hz. den öğrendim. Esrar-ı Hikmet Kitabında, Hafız Hüseyin Kemal hz. de; bu zat nuru için,’âlemlerin yaratıldığı nur’ tanımı yapıyor.
Tevhidin durumuna göre,
Kemali- yeşil,
Cemali- beyaz,
Celali- kırmızı olarak görülür.
Zat makamına ulaşan seçilmişler görebilir, denilmektedir.
Bu hadiseyi, o kadar sıradan bir olay olarak değerlendirmiştim ki, yıllar sonra önemini kavrayabildim. O tecellinin manevi sarhoşluğunu sıfatullahla, yeşil nur içinde, kâmilen bir oluncaya kadar anlayamamıştım. Mecnun’un Leylasını tanıyamaması buymuş, meğer.
Daha sonra gerçek rüyalarda, efendimizle defalarca buluşmak nasip oldu. İleride bu buluşmalardan bahsedeceğiz inşallah.
Bu nevi buluşmalarda; O Hazretin, gerçek kimliği ile isimlendirilmesi söz konusudur. Ancak O’nun için yukarıda söylediğimiz gibi her surete girme yetkisi ve yeteneği vardır.
Suretlerden herhangi biri gibi göründüğünde, Muhammed s.a.v. Olduğunun bilindiği hallerde, göründüğü suretin ismiyle hitap edilir. Bu böyle olmasına rağmen, verilen isim, doğrudan hakikati Muhammed’iyeye gider. Zat görevi gereği yapmak zorunda olduğu işleri yaparken, O’nun maneviyatına yakınlaşıp uzaklaştığı olur. Uzaklaşma durumlarında hakiki yüzüyle buluşmak mümkün olmaz. Tevile ihtiyaç duyulacak şekilde görüşülür.
Ehli bu durumu bilir. Yapılan görüşmelerin ışığında hizmetini sürdürür.
Hele Şibli’nin durumuna bir bak:
Rasulullah S:A onun suretinde göründüğü zaman, talebesine şöyle dedi.
—Şahidim ki ben; Rasulullahım
Talebe, keşif sahibi biriydi...
Meseleyi anladı ve cevap verdi;
— Ben de şahidim.
Sen Rasulullahsın..
******
Öze /le ÇAĞRI
I.PERDE
Bilesin ki
Allah (cc)
yar ve yardımcın olsun
ancak, sıfat ve isimleriyle bilinir
zatı, bir emirden ibarettir
huzurunda divan dur / eğil
isim ve sıfatlar O’na dayanır
ancak / özdedir
vücut olarak değil
herhangi bir şeyin
varlığıyla dayandığı zat
isim ya da sıfattaki / özdür
özün sıfattan talebi / akıl edip bulsun
zat tabirini kabul eden şey
isterse var / mevcut
ister / Anka olsun
süphan olan
Allah’ın zatı yüce
bir ve tek
kendi nefsiyle kendine yardır
öyle ki
her var ve yok / yalnız onunla vardır
zira O, nefsiyle kaimdir
halkı kendi nurundan var etmiş
kimliğinde / özü, isimleri
sıfatları birbirine yar etmiş.
ezelden ebede böyle olunca
O yüce zat;
her surette / suret olup görünmüş
her sıfatta / türlü vasfa bürünmüş
II.PERDE
sayıya gelmez / kemalleri
hadsizdir / hudutsuzdur
kendi kendine / bürünmüş,
perdelenmiş
cüz akıl, küll’ü idrak edemez.
bil ki / bu konuda idrak,
idraksizliği idraktir.
öze miraç olmadan
kul celali bilemez
kemali ancak / kemal bilir
anla ki / Allah’ü tealanın zatı
örtülü / âlemlere perdeli
tekliğinden ibarettir / deriz.
O sultan, aziz olan zat’a
imanı /göz görmeden ederiz
şeyin bilinmesi
anlaşılmasıyla olur
anlaşılmak olunca gaye
şey şeyi münasip, dengiyle
yahut ,kamil zıddıyla bulur.
vayy, böyle iken iş
ne kalır kulun eline
zıt yok ki, zatına denk
kıyas edip, biline
her kuş bu meydanda ötemez
dinleyen hem
izinle
söz söyleyen susar.
fehimler teslim olur / diz çöker.
davalara girişmez
ilim süphan Allaha
zati yönden ilişmez.
III. PERDE
bu böyledir dedi
lütfedip
mukaddes kuş
ve
uçtu yüceler yücesi zat derinliğine
bütünde eksiksiz yüzüp /gezdi.
kainatta kayboldu / göçtü
her zerre’de ve kül’de
müsavi hakikati bulmakla,
ayan beyan açık halde olmakla
isim ve sıfatta araladı perdeyi
bildirdi ki
mutlak / bir vücut gerekli.
ancak
zatiyle asla bilinmez
olsa da olur
olmasa da denilmez.
basiret dediğin şu iş
tendeki bu gözedir
bir yitirilmiş varsa / yar
O’na değil
bizedir
IV. PERDE
duymalısın ey nefsim
Kur’an sana seslendi
cennet, cehennem / sende
bütün aleme halife, sen
duy /duy çağrıyı lütfen
sensin muhatap dendi
maksat sensin
ya sin
************
YORUMLAR
vallahi yorum yapacak kelime bulamadım bu kadar güzel sözler anlatım çok güzeldi
nefessiz okudum etkilenmemek elde değil
yüreğinize sağlık gönlünüzdeki sevği seli artsın eksilmesin
bilğinize hayran kaldım.her şey öyle yürekten öyle etkili ki
sayğıyla sizi selamlıyorum allah sizin gibi değerli insanları eksiltmesin......
Günden güne sevmek bu olsa gerekti bilmeden, görmeden, konuşmadan… Bir donuk resimde gülüşü vardı hakikatin sıcaklığını taşıyan ve onu derinden hissettiren; bir de o hakikat gerçeğini etkileyici sesiyle haykırmasıydı insanlığa…
Tek bir gülüş, tek bir ses yetmezdi böyle sevgiyi kucaklamaya, yetmezdi dört bir yanımı sarmaya. Saklıydı ki o gülüşün altında yüreğimden başlayıp güneşin gülümsediği yemyeşil ovalara götüren bir yol, beni de katıvermişti önüne. Ve o yolun sonundaki aydınlık, tüm düşüncelerimi kavrayacak kadar büyüleyiciydi ki; ayağımın altından zehrini damarlarıma işlemek isteyen dikenleri yaklaştırmıyordu yanıma…
Ve saklıydı ki o sesin altında beni benden vazgeçirip, ait olduğum sevginin hakikatine götüren bir yol, beni de çekivermişti kendisine. Ve o yolun sonundaki aydınlık, beni hakikatle saracak kadar büyüleyiciydi ki; beni içten içe çürütmeye çalışan tüm ürkütücü sahte sesleri uzaklaştırıyordu yanımdan…
Yaşamım anlattıklarıyla eşti ve hitap ettiği hep bendim bilmedi, görmedi, konuşmadı... Dünya binmişken omuzlarıma, hadi taşı dercesine kulağıma doğru usul usul; ben sırtımı dayadım bilmediğime, görmediğime, konuşmadığıma ama sözüne en çok güvendiğime, en çok sadık kalmak istediğime…
Sızıntı misali gönlünden dökülen incileri toplarken teker teker parmaklarımla, dağılan ruhumu da toplamaktayım dikenlerin arasından… Ruhumun düşe kalka ilerlediği yoldaki taşları temizleyen gönlü anlatmakta beni yürek sızıntılarının arasında; bilmeden, görmeden, konuşmadan… Ve her buluşunda hakikatini bu yürek, kimseyle paylaşmadığı en değerli sevdasının özlemini doğurmakta sancıyla gözlerinden…
Yüreğimi o sımsıcak yüreğe bağlayan bir bağ ki sırrını çözemediğim aslında çözmek de istemediğim; kalbimden geçeni ve hayatımı okumaktayım sayfalarında, yaşanmışlıklarında o yüreğin… Bir bahçem var artık büyütüp güzelleştirmek, dünyaya faydalı mekân haline getirmek üzere sahiplendiğim ve ekmeye başladığım gönlünden topladığım en güzel tohumları oraya ve sulamayı unuttuğum anda yakaladığım başka bir tohumun heyecanıyla sulamak istediğim doyasıya…
Ve açmaya başlayınca en kokulusundan bahçeyi donatan rengârenk çiçeklerim, en güzellerinden sunmak istedi bu yürek bağlı olduğu yüreğe… Her gün onun için sakladığı çiçeğini yollamanın arzusunu bırakıyor gözyaşıyla avuçlarına ve uçuruyor gönlünden gönlüne giden yolda arkasına bile baktırmadan… Ve gönlünden gülüşünün ardındaki aydınlığa doğru salıverdiği umutlarının yerine ulaşması isteği günden güne büyüyor etrafını sardığı sisleri dağıtmaya çalışan küçücük yüreğinde…
Günden güne büyüyen sevgisinin coşkusunu ve heyecanını paylaşmak istiyor da bu yürek yine de paylaşamıyor kimselerle; söylendiğinde çalacaklarmış gibi saklıyor en gizli köşesinde… Bir tek o bilsin istiyor günden güne büyüyen sevdasını yüreğinde; bir tek o bilsin istiyor, bu sevgi dolu bilmediği görmediği konuşmadığı yüreği…
Ve taşıyor sevdam satırlara yüreğimden… Gözyaşımın aktığı kadar büyüyor içimde ve her okuyuşumda onu satır satır, bir damla gözyaşıyla veda ediyorum şimdilik o yüreğe bilmediğim görmediğim ama bağlandığım o yüreğe…
duymalısın ey nefsim
Kur’an sana seslendi
cennet, cehennem / sende
bütün aleme halife, sen
duy /duy çağrıyı lütfen
sensin muhatap dendi
maksat sensin
ya sin
okumayı seven için güzel anlamlı bir yazıydı hocam
Yüreğinize sağlık
Sohbet tarzı ve şiirle son noktayı koymuşsunuz
Hatta denebilir ki okumayı istemeyene şiirle anlatmışsınız.
Dualarınızda bu fakiride katın,hocam hatta tüm isteyen kullarıda
Dua'ya çok ihtiyacımız var, O Kamil-i İnsana ihtiyacımız var, o güzeller güzeli resullaha gönüllerimizin ihtiyacı var...
maksat sensin
sensin