- 714 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
ALTINCI MURAT
Yaşamak gül gibi hoştu Murat için. Dalındaki dikenler kadar da acımasız. Üniversite sınavlarını kazanmış, bin bir umutla okuduğu ziraat fakültesini başarıyla bitirmişti. Ama binlerce ziraat mühendisi işsiz geziyordu. O da düşündü taşındı, nihayet lise son sınıfa kadar tatillerde babasına yardım ederek öğrendiği kuyumculuk mesleğini yapmaya karar verdi.
Babasının, bir Anadolu şehrinin kıyı semtlerinden birinde küçücük bir kuyumcu dükkânı vardı. Esnaflıktan emekli olunca, burayı oğluna devretmişti. Bir süre bu dükkânı işletti Murat. Ticari yönden kendisini biraz daha geliştirdikten sonra parçadan bütüne yönelen, dahası çoklu büyümeyi hedefleyen yepyeni bir plan üzerinde yoğunlaştı.
Hemen kolları sıvadı, işe koyuldu. Önce, dükkânı daha merkezî bir yere taşıması gerekiyordu. Aradı taradı, şehrin göbeğinde “tam istediğim gibi” dediği yeni bir dükkân buldu. Üstelik kiralamak istediği bu dükkânın tam karşısında, bir kuyumcu dükkânı daha vardı. Onu “tam istediğim gibi” dedirten şey de buydu zaten. Tuttuğu yerin tam karşısında bir kuyumcu dükkânının daha bulunacak olması…
Birkaç haftalık bir tadilatın ardından her şey hazırdı. Para ve altın kasaları… Işıklandırma ampulleri… Kamera sistemi… İki ayrı duvarda onar adet cam raf... Tezgâh… Hesap makinesi... Terazi… Arka tarafta da gözden ırak, genişçe bir atölye...
Ertesi gündü, yeni bir dükkân açmanın gururuyla girmişti içeriye Murat. Babasının yanında yetişen kalfasıyla birlikte büyük bir özenle altın, bilezik ve takılardan oluşan değerli koleksiyonları teker teker raflara dizmeye başlamıştı. Derken, paldır küldür içeriye dalan bir kişinin çığlık çığlığa bağırmasıyla irkildi. Gelen, karşıdaki kuyumcu dükkânının sahibiydi. Avazı çıktığı kadar bağırıyordu:
— Kardeşim! Şu koskoca şehirde, başka hiç kuyumcu dükkânı açacak yer bulamadın mı sen! Müşterilerimi çalmak ve ekmeğime mani olmak için geldin değil mi buraya! Söyle, bunun için geldin değil mi!..
— Ne münasebet efendim? Tam tersine… Aynen bağırmaya başlarken ağzınızdan çıkan ilk kelime gibi, tamamen kardeşçe bir niyet ve düşünceyle geldim. İki esnaf arkadaş şurada beraberce yardımlaşır, dayanışma içerisinde geçinir gideriz umuduyla geldim buraya ben...
— Hayır, olmaz! Olamaz! Ben onu bunu bilmem arkadaş! İstemiyorum ben böyle bir yardımlaşmayı falan! İs-te-mi-yo-rum! Tamam mı?
Suratından düşen bin parçaydı karşı kuyumcunun. Öfkeden ağzı kurumuştu. Hiddetle açılıp kapanan göz kapaklarının iç kenarları kalın, koyu kırmızı birer çizik gibiydi. Kapıyı hızla çarpıp gitmişti. Selam sabahı kesmiş, bir daha esnaf komşusunun dükkânına adımını dahi atmamıştı. Ne zaman yeni komşusuyla çarşı pazarda karşılaşsa işaret parmağını sallıyor, seni o dükkândan attıracağım diyerek tehditler savuruyordu.
Aradan daha bir ay bile geçmemişti ki dükkâna iki maliye memuru geldi.
— Bu dükkânın sahibi Murat Bey kim, siz misiniz? Diye sordu gözlüklü olanı.
— Evet, benim; deyince burada kaçak altın işlendiğine ilişkin duyum aldık diyordu diğeri.
— Böyle bir iddia, iftira kadar asılsızdır efendim, cevabını yapıştırdı hemen Murat.
Tabii, iddianın doğruluğu söz konusu olmasa da ihbarı araştırıp soruşturmak gerekirdi. Nitekim öyle oldu. Bütün altın ve bilezikler raflardan indirildi... Her takı tek tek tartıldı, gramajları toplandı... Fatura ve irsaliyeler tek tek kontrol edildi... Nihayet yasa dışı ticari bir işlemin yapılmadığı sonucuna varıldı.
Bu kadarlıkla kalınsa yine iyiydi. Ancak öyle olmadı. Bir yıl içerisinde bu iddia böyle dört kez tekrarlandı. Her seferinde benzer şikâyetler, aynı yazı sitiliyle bir ihbar mektubu hâlinde ayrı postanelerden mali merkeze gönderiliyor; ama suç oluşturan herhangi bir bulguya rastlanmıyordu.
Asılsız suç isnadında bulunmak da bir suçtu. Sonunda aslı olmayan bu suçlamalardan illallah diyen maliye görevlileri, peş peşe gönderilen bu mektupları bir tutanağa iliştirip emniyete bildirdiler. Gereken işlem yapıldı. Önce postanelerin kamera ve kayıt cihazları incelendi, asılsız suçlamalarla dolu mektupları yollayan isim tespit edildi. Bu kişi, Murat’ın, kendisine yaptığı tehditler sebebiyle tahmin ettiği ama elinde herhangi bir kanıt olmadığı için “şudur” demekten kaçındığı karşı kuyumcudan başkası değildi.
Aradan birkaç aylık bir zaman geçmişti. Komşu esnaf, bu kuyumcu dükkânının bir haftadan beri kapalı olduğunu fark etti. Söylentiye göre sahibi, asılsız suç ihbarında bulunmak, devlet memurlarını oyalamak gibi suçlardan bir miktar tazminata, karşılıksız çıkan çekleri yüzünden de yaklaşık iki yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. Bu arada dükkânın boşaltıldığını gören bazı müşterilerle alacaklılar da, karşı dükkâna taşınmış zannıyla sık sık Murat’ın kapısını çalmaya başlamışlardı.
Yeni müşteriler kazanmış görünse de, bu nahoş durum Murat’ı çok üzmüştü. Çünkü o; bu dükkânın kapanmasını, gürül gürül akmasını hayal ettiği iki ırmaktan birisinin kuruması gibi görüyordu. Oysa dükkânını ilk kiralarken onu karşısında gördüğünde ne kadar sevinmişti. Yeni dükkânının karşısında bir kuyumcunun daha bulunacak olması onu ne kadar memnun etmişti. Hatta onun varlığını, bir referans saymıştı. Ancak hayatın garip cilveleri vardı. Bazen evdeki hesap çarşıya uymuyordu.
Derken, aklına yeni bir fikir geldi kuyumcu Murat’ın. Yalnız şimdilik bu fikrini, sadece iyi tanıdığı altı yedi kişilik küçük bir arkadaş grubuyla paylaşmak istiyordu. Ne var ki konuyu kendilerine açınca, onların da birkaçı hariç hemen hepsi tuhaf ve sıra dışı bulmuştu bu fikirleri. Başkası yanındaki rakibi kovmaya çalışır, bu arkadaş daha yanına rakip getirmeye çalışıyor, diyorlardı. Onun ne yapmak istediğine bir türlü akıl sır erdiremiyorlardı. Bu yüzden de getirdiği teklife kuşkulu yaklaşıyorlardı. Hatta kulağına arada bir, bu adam da neyin nesi, hırlı mı hırsız mı, yoksa bizi kandırmaya çalışan bir düzenbaz mı gibilerden bazı ağır ithamların da geldiği oluyordu.
Kuyumcu Murat kararlıydı. Bu sıra dışılığın doğru olduğuna inanıyordu. O, azmi ve inancıyla arkadaşlarını iknaa çalışacaktı. Bütün semtleri tek tek dolaşacak, tıpkı bir zamanlar babası gibi kıyıda köşede kısılıp kalmış kuyumcuları yakınına getirmenin yollarını arayacaktı. Tabii hepsini bir anda ikna etmesi mümkün değildi. Zaten şimdilik hedefi, sadece iki kişiydi. Onların da bu teklife biraz soğuk bakacaklarının çok iyi farkındaydı.
En nihayet birisinin -başta biraz çekimser yaklaşsa da- gönlünü razı etmeyi başarmıştı. Ancak gönlü razı olan bu yeni esnaf arkadaş nereye taşınacaktı? Elbette karşı kuyumcunun hapse girmesiyle boşalan dükkâna… Evet, o boş duran dükkânı doldurmanın tam zamanıydı… Bu, Murat’ın yeni ikna ettiği kuyumcu arkadaşının taşınması için bulunmaz bir fırsattı...
İki kuyumcu arkadaş zaman zaman bir araya geliyor, başları sıkıştığında birbirlerine destek oluyor, işleri daha iyi nasıl ileriye götürebiliriz şeklinde görüş alışverişinde bulunuyorlardı. El ele veriyor, geceyi gündüze katarak çalışıyor, büyük paralar kazanıyorlardı. Aradan birkaç yıl geçince, biz bu müşterilere yetişemez olduk diyerek kıyıda köşede kalmış diğer kuyumcu arkadaşlarından dört kişiyi daha şehrin merkezine çekmeyi ikna etmişlerdi.
Beş yıl sonra bu sayı on kuyumcu dükkânına ulaşınca, Murat Bey’in hayallerini kurduğu proje iyiden iyiye ortaya çıkıyordu. Hayat bazen acımasız görünüyordu ama ibret dolu sayfalarının olduğunu söylemekten de geri durmuyordu. Kuyumcu Murat, annesinin sekiz on yaşlarındayken sık sık kendisine hatırlattığı samimiyet, dürüstlük ve insanlık gibi erdemlerin ne büyük gerçekler olduğunu şimdi daha iyi anlıyordu.
Murat’ın içinde, onu kuş gibi çırpındıran daha çok hayaller vardı. Bir hafta sonu, içinden geçen bu hayalleri daha başka arkadaşlarıyla paylaşmak istiyordu. Bunu gerçekleştirmek amacıyla, önce bütün kuyumcu arkadaşlarına zarif birer davetiye gönderdi. Yaklaşık kırk kişilik bir arkadaş gurubunu bir otelin lobisinde vereceği yemekli toplantıya davet etti. Herkes duygu ve düşüncesini bu toplantıda açıkça dile getiriyor, birtakım yeni önerilerde bulunuyordu. Bir konuşma da, kuyumcu Murat’tan istediler. Alkışlar eşliğinde geldi kürsüye. Mikrofonu eline aldı, sakin ama vurgulu bir diksiyonla konuşmaya başladı:
“Arkadaşlar! Öncelikle kendime söylüyorum. Biz, genellikle ben merkezli ve yakın hedeflere odaklı düşünüyoruz. Maddi çıkarlarımızın kesiştiği her yeni oluşumu, kendimize yaklaşan bir tehdit gibi görüyoruz. Bu sebeple biz merkezli bir büyümeyi hiç arzu etmiyoruz. Sınırsız bir iştahla sadece ben kazanayım istiyoruz. Aslında bu sınırsız iştahımızı, sadece kendimizle sınırlandırarak kocaman bir çelişkiye düşüyoruz. Aynen benim karşımdaki o ilk kuyumcu arkadaşta olduğu gibi. Tabii sonuç itibariyle, sıra dışı düşünmek istemediğimiz için sıradanlaşıyor, yerimizde saymış oluyoruz. Dilimizle söylemesek bile, hâlimizle sadece ben varım diyoruz. Bu aynen, bütün suları ben içeceğim demekten farksız aslında. Böylece suyu, içilmesi gerektiği gibi içmiş olmuyoruz. Kendimizi suda boğmuş oluyoruz. Şimdi düşünelim, şu şehrin ortasında kuyumcu olarak sadece ben kalsaydım, yalnız kendi müşterilerimle altın alışverişi yapacaktım. Ama sonuçta yalnız kalacağım için az kazanacaktım. Oysa bugün, bizim komşu kuyumcu arkadaşlarımızla durumumuz çok farklı. İyi niyetle bir araya gelerek gönlümüzü ve gücümüzü büyüttüğümüzden, müşterilerimiz de büyümüş durumda. Daha önceleri dükkânlarımıza gelen kişiler, sadece tanıdıklarımızdı. Ama bugün, tanımadıklarımız da bizim müşterimiz oldular… Artık burası, küçük bir altın çarşısına dönüştü. Eskiden, sadece buranın yerlileri müşterimizdi. Ama bugün, tüm civar ilçelerde altın işiyle uğraşan kuyumcular da alışverişi bizimle yapmaya başladılar. Böylece şehrimizde ticari bir hareketlilik meydana gelmiş oldu. Kısaca söylemek gerekirse; bir kişiyken sadece “kendim” kazanıyordum. İki kuyumcu olduk “kendimiz” kazanmaya başladık. Sayımızı on’a ulaştırdık, kendimizle birlikte “kentimiz” de kazanmaya başladı. Bugün burada, size bir teklifte bulunmak istiyorum. Geçenlerde Belediye Başkanımız ziyaretimize geldi. Kabul etmemiz hâlinde, bizim dükkânların bulunduğu çarşıyı daha modern ve daha donanımlı bir kapalı çarşıya dönüştürmek ve en kısa zamanda büyük bir altın borsasını şehrimize kazandırmak istediğini söyledi. Benim de aklıma hemen konuyu size açmak geldi. Sizinle burada hem bir araya gelelim, hem tanışıp kaynaşalım, hem de bu konudaki görüş ve önerilerimizi birbirimizle paylaşalım arzu ettim…”
Arkadaşları, Murat’ın bu önerisini olumlu bulmuşlardı. Kendisiyle daha önce yola çıkan arkadaşları, artık onun ne yapmak ve nereye varmak istediğini iyi biliyorlardı. Hatta ilk teklifi götürdüğünde kendisini yanlış anlayan ve bazı nahoş ifadelerle çeşitli ithamlarda bulunanlar bile, ona tek tek yanıldıklarını itiraf etmişler, mahcubiyetle karışık özürlerini bildirmişlerdi.
Bu toplantıdan üç ay kadar bir süre geçmişti ki, şehrin bütün kuyumcularını bir araya getiren bir dernek kurdular ve başkan olarak da Murat’ı seçtiler. Ardından, yapımı yaklaşık iki yıl süren borsa binası da hizmete girince, dev bir şirkete dönüşen dükkân sahiplerinin faaliyet ağı, hızla şehirden bölgeye doğru genişlemeye başlamıştı. Daha sonra şirketten holdinge geçen birliğin hedefi, pazar payını bölgeden ülkeye kaydırmak, oradan da dünyaya açılmaktı.
Kuyumcu Murat, kısa zamanda büyük işlerin öncülüğünü yapmış; tanıdık tanımadık, uzak yakın, yerli yabancı hemen herkesin gönlünde taht kuran bir kişilik hâline gelmişti. Onu tanıyan hemşehrileri, artık ona “Altıncı Murat” demeye başlamıştı. Sanki annesinin sık sık Murat için ettiği “Tuttuğun sarı altın olsun” şeklindeki dualar kabul olmuştu.
İlk bu yola beraber çıkmak istediği o karşı kuyumcu mu? O da yaklaşık iki yıl cezaevinde yatıp çıkmıştı. Fakat kirli işlere bulaşmış sanık ve tutuklularla olan arkadaşlığını hapis sonrası da sürdürmüş, uluslararası bir kaçakçılık örgütünün aktif üyesi olmak suçlamasıyla tekrar demir parmaklıklar arkasındaki yerini almıştı. Ama bu düştüğü son hapis sanki onun aklını başına getirmişti. Sürekli kitap ve gazete okuyor, her cuma mahkûmlara dinî öğüt veren vaizi ilgiyle dinliyor; sık sık günah, hak hukuk, tövbe ve ölümle ilgili sorular yöneltiyordu.
Bir gün eşiyle kızı, ona okusun diye yanlarına birkaç kitapla gazete almış, ziyaretine gitmişti. Tam gazetenin ekonomi sayfasını çeviriyordu ki, birdenbire bir resmin gözünü ısırdığını fark etti. Resmin altında da iri puntolarla:
“Altıncı Murat… Bir Altın İmparatorluğunun Tahtında Oturan Prens” şeklinde bir başlık yer alıyordu. Başlığın altında da Altıncı Murat’ın ilk dükkânı ve yükseliş öyküsü…
Okudu, okudu… Sonra bütün bunları tasdiklermiş gibi ağır ağır başını salladı… Mırıltıyla karışık, kırık, keyifsiz şöyle bir ifade döküldü dudaklarından:
— Şimdi anladım… Ben treni, o sana yanlış yaptığım gün kaçırmışım Murat bey…
MESUT ÖZÜNLÜ
YORUMLAR
Tam, tarih bilgimiz bu kadar da mı zayıf, IV.Murat'tan sonrasını nasıl da duymadık derken, Altıncı Muratın, VI. değil, altıncı, kuyumcu Murat olduğunu anlayıp öykünün Amerika rüyası lezzetinde satırları arasına dalıyoruz.
Murat kadar zeki olmasak da piyasanın serbest belirlendiği yerlerde hep bir altıncı Murat çıkabileceği inancımızı tazeliyoruz.
Kaleminize sağlık...
Sn Özünlü'nün özgün hikayesi
iyiliği, güzelliği tolere eden
ne güzel..
hemen tamamını tanıdığım, çok yardımcı olduğum meslektaşlarımın arasında idim..
sevincim tavan.. hepsini dolaşıp 127 numaradayım dedim
başları sıkışınca geldiklerine göre yerimi biliyordular ama
nedense "hayırlı olsun" diyen olmadı..
ertesi yıl ayrıldım o iş hanından
kiramı 3 e katlayarak
bir şey değişmedi..
para kazanmadık ama
şükür.
kimseye borcumda yok Elhamdülillah..
ama sandığınız gibi değil Sn Dost
tebrikler