- 504 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
403- deli taktak karı-ard.öyk. yeniyazım
" Her an durmamak,"
"Donmuş an, fotoğraf, resim, hatıra veya hayal. Bunların hepsi zaman kavramıyla simgelediğimiz şeyler." diye düşündü.
"Simgelerle eskiyen şeyler birki. Az önce bulguladığımız kavram dahi eskir. Donmuştur. Zaman ibaresiyle nitelediğimiz semboldür." böyle düşünmedi.
"Sezginin süre kavramı öyle mi ki?" biraz meyillendiysede bunu düşünmedi.
"Akar çay gibi durduraksızlayın çağlar." dedi. "İleri gitmesi engelsizlikle ve canlılığıyla kaim."
Şey gibi:
" Adam sütün sıcağını ölçerken termometrenin sıcağını, sütün sıcağından ayıramıyınca termometreye başka termometre takmış. Her termometre için bir ısı ölçen takmak lazım olmuş. Altından kalkamamış, derken kuyruğunun kuyruğu başedememiş. Tam ısıyı belirleyememiş." diyenin yalancısıyım.
Zaman, termometre kaçı gösteriyorsa kabullenmektir. Karahesap bir postulaya razı olmaktır.
Bergson’un süresi: Tam ölçüm için onun ısısı, öbürünün ısısı.
"Sütün gerçek ısısı nedir?"
"Ölçerken ölçtüğü termonun ısısını diğer bir termoyla ölçmeğe kalkmak. Son termoyu neyle ölçeceğim derken bitmez bir süre; devamlı ve süreğen, işte sezginin öğrenirken, biz insanların zihinlerine bahşedilen içgüdüsü."
"Süreli, her an yaşayan içgüdü,"
"Gariban kadın Taktak var idi." sözümüzü tamam edelim.
"Ardahan’ın fukara kalmışıydı. Üç çocukla ortadaydı."
Evvel seneler önceydi.
İmkanlar ve bakım kurumları yaygın değildi. Kış kovuğunda site-site yaşardı. Onun gibi engelli, özürlüler... Allah razı olsun kim ise; Taktak’ı Elazığa göndermiş. Çocuklarını esirgemeye yerleştirmişlerdi.
Taktak muavazenesini kaybetmişti. Hayat badirelerini aşamamış zelil düşmüş bir kadın.
Düşme! Görürsün ki kimse yardımcı olamıyor.
Beşbeter bir de, stres, depresyon dediğimiz basit şeylerle başlamıştı belki de... Taktak’ın yıkılışı.
Eskiden deliden, delilikten korkulurdu. Hem de az boz korkmak değil. Bayağı bayağı insanlar ürkerdi. Şimdi ufacık çocukların ağzında: Stres, bunalım.
Kimseler bilmez ve söylemezdi. Deliliği; nüanslarıyla, teferruatıyla, tafsilatıyla.
Masal Osmanlık olmuş derdiler. Koca adamlar, okumuş yazmışlar dahi:
" DİKEN NE BİLSİN GÜLÜN DERDİNDEN "
İlkel bilgiler deliliği bulaşıcı sanırmış. Ortaçağlarda beyin hastalığı gibi telakki etmişler. Ceviziçini beyne çok benzetmişler ceviziçi yedirerek hastayı iyileştirmeği denemişler.
Garajın girişine şilteyi sermişti. Gazocağının biri, iki minderi, kırlenti açıktaydı. Giysileri, kirlileri poşetlerde.
Taktak kaldığı kovuktan kovulmuştu. Bölge-okul yanında bir peg gibi yerde topladığı şeylere karşılık barınmaya izin almıştı.
Üç çocukla, hastalığıyla, hayat ve o. Ne yapsınlardı? Hayat ve o! Uzun bir hüzünle gözden göze üzüldüler!
Hizmet çay ve yemekevinde köfte ekmek yiyen genç adamlar kapıya çıkmış, bakışıyorlardı. Garajda ki herifler, girişi geçemiyorlar. Atlayıp eşiği geçseler otobüse binecekler. Taktak şereker eşikteydi. Evini, eşiğini inkişaf ettirmiş. Cecim gibi bir kilim sermiş. Anlattığımız diğer şeyleri ve envanterindeki tereke’ nin; emvali metrukesini garaj’ın cümle kapısına yığmıştı. Berber Rahim abinin "Devrem berber " dükkânın kenarında açmıştı " Yeni evini "
"Baht-ı var başına senin, ey Taktak!"
...............
"Baban hayrına."
"Yeğen, yeğen hele baban hayrına."
"Dayı elleşme, o yan da işim var."
"A, onları çağırın."
........................
İki arabacı frene basmış. Kaşkayı istop etmiş, vitesden çıkarmış, boşa almıştılar. Kaşkacı Süleyman, Taktak’a seslendi:
"Taktak evini taşıyalım. Kapıyı aç! Millet garaja girsin."
" Anam, evin içinden yol ne gezersin Süleyman gardaş."
Taktağın cevabı milleti gülmeğe tuttu.
Yedi delilerin Süleyman Taktağı ikna edemeyince Celil ağanın fırından bir işçi devreye girdi. Adam eğildi Taktağın kulağına pıç pıç fısıltımsı birşey mırıldadı. Taktak:
"Evin içinde; yol ne gezersin!" dedi.
Kimse, Taktağı incinsin istemiyor.
"O" Nefesinin ve gümanın son bulduğu bitik enerjisiz halinin çökme alanını ev bilerek, belleyebileceğini ummuş olabilirdi. Çünkü gözünün perdeleri kalkmıyordu. Yorulmuş ve ufalmıştı. Nefesini dahi soluklayamayacak kadar zerillemişti. Çocukların aç kalması iyice bunaltmıştı.
"Doktor bayanın verdiği kaftan üstündeydi. Açık yeşil elbise. Başına lecek sarmıştı. Kırmızı bir sıkmayla sıktırmıştı. Gözünün rengi yeşildi. Çakırdı veya. " Time " dergisinde Afgan bir kızın profilden resmi vardı. Çok menşur resim. Kız dudaklarını büçüştürmüş, bir şey söyler gibi yapıp söylemiyor. Taktak Afgan kıza benziyordu. Çakır ve sarışın kadındı." Bir tasvire göre de böyle denebilirdi.
"Süs ve işlev: Güzel kaftan turuncu gizlenmiş yeşiline açık ve uzaktan fosforlu renk gibi parıldıyor. İş görme gücüne gelince iş yapmıyor. Taktağın üşüyen organizmasını ısıtmıyordu."
" Fonksiyonsuz bir esbab olmaktan anırı gitmiyordu. Güzel ve işlev birarada bulunmalı. Kahverengi bir goçik gibi. Karayollar verirdi çalışanlarına; hem ısınırdı hem de çalım satardılar. Süssüz ve işlevli giyside ısıtır. Fakat Çirkinliği başa belaydı,"
" Taktak kirli bir erkek ceketini sırtına geçirmişti canı birazcık ısınıyordu. Doktor hanımın güzel kaftanı hiç ısıtmıyordu. Sırtı pek değildi. Karnı açtı halbuki."
" Yılmaz Güney" Tuncer’ e haber verdiler. Garaja o bakıyordu. Tuncer gece ve bazen sabahları da bakardı. Tuncer belediye de zabıtaya girmişti. Salih Aktürk Bey onu işe almıştı. Tuncer abi buradan emekli oldu. O da birşey yapamadı.
"Taktak Haydi! Hop hop kalk haydi!"
Taktak:
" Hop hop ne hop hopu! Hop zırt!"
Arabacı:
" Hoppa haydi kalk!"
Taktak:
" Hop zırt... bu da bunun mührüdür!"
Taktak elini burnuna götürdü, nanik yaptı. Arabacı laf güreşinde altta kaldı mı?
"Şey canım!"... " Bu ’Hop zırt bu da bunun mührüdür’ lafı moda olmadı mı?"
Milletin ağzındaydı:
" Hopp zırt! Bu da bunun mührüdür!"
YALÇINER YILMAZ
18/12/2009
GEBZE
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.