- 1131 Okunma
- 4 Yorum
- 2 Beğeni
MARDİNLİ TORAKÇILAR-Mangal Kömürcüleri
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
21. Eylül. 2014 tarihinde EDFOK ekibi (Edremit Fotoğraf Kulübü) olarak biz yine yollardaydık.
Bu kez yolculuğumuz İvrindi’ye bağlı Kocaoba Köyüne idi…
Sabahın erken saatlerinde aracımız taşlı topraklı dağ yolunun dönemeçlerini dikkatle aşarken, neyle nasıl, kimlerle karşılaşacağımızı tam olarak bilemiyorduk. Fotoğraf ekibi liderimiz Özcan Bey;
-“Bugün torakçıları ve ocaklarını çekeceğiz,” dediğinde “Torakçı nedir?” Diye merakla sormuştum. “Mangal kömürü çıkartan işçiler” demişti.
Kocaoba’ya vardığımızda yüzleri kömür karasına bulaşmış, gözleri aksu renginde çoluk çocuk insanlar karşıladı bizi...
Anadolu’nun o sıcacık buruk tebessümleri havada asılı kalırken, makinelerimizi çoktan açmıştık...
Onlar ve biz yoğun dumanın etkisiyle öksürüyorduk. Beş altı ocak vardı: Her birinde iki üç kişi çalışmaktaydı. Biri odunları seçiyor, diğeri seçilen odunu torluk denilen ocağa diziyor, bir diğeri de tırmığa benzeyen bir aletle yerdeki kömürleri kaldırıyordu.
Odunları dizenlerin bayan olduğuna hiç şaşırmadım. Anadolu kadını tarlada nasıl ırgatlık yapıyorsa, burada da aynı ağır işlevi yapıyordu. Yanlarına yaklaştım. Bir elim ağzımda diğer elimle fotoğraf makinemle video çekmeye çalışıyordum. Torluklardan biri bitmek üzereydi, selamlaştıktan sonra yaşının 16 olduğunu tahmin ettiğim genç kıza sordum:
- “Nerden geldiniz?”
- “Mardin’den…”
- “Kaç yıldır bu işi yapıyorsunuz?”
- “Üç yıldır.”
- “ Okul yok mu?”
- “ Sekizinci sınıftan sonra okumadım.”
- “Neden?”
- “Bu işi kim yapacak bizden başka? Nasıl ekmek yiyeceğiz?
- “Hava soğudu… Kışı da burada mı geçireceksiniz?”
- “Öyle görünüyor… Daha iş var…”
Onların kaderiydi göçerlik. Nerede orman ve odun bolsa orada konaklayacaklardı. Yaz kış hesabı katmadan. İşte işin göçebelik tarafı da bu zorunluluktan kaynaklanıyor. Ben bu arada rüzgârın bizden yana esmesiyle dumandan boğulacak gibi oldum. Sorularımı kısa kesmek zorunda kaldım.
- “Bize yaptığınız işi anlatır mısınız?”
Torakçı kızımız bir taraftan çalışarak, bir taraftan da yoğun dumandan o aksu rengindeki gözlerini kısarak bana torluk yapımı hakkında kısa bilgiyi anlatıyordu:
- “Gördüğünüz gibi biz burada mangal kömürü için uğraşıyoruz. Şu gördüğün odunların tam ortasına uzunca bir sırık dikeriz. O sırık yanma aşamasında baca görevi görür. Baca içerisine kolayca yanabilen çalı – çırpı veya saman doldururuz. Onun etrafına da kömür olacak odunları huni şeklini alacak şekilde istif ederiz. Sonra üzerine saman, kurumuş yapraklar ile örter, onun üzerine de toprakla örteriz. Toprağın üzerini ıslatırız, sonra da yakarız. Mangal kömürü olması için rüzgâr önemlidir. 7 veya 10 gün içten yanar. Böyle olur işte…”
- “Verdiğin bilgiye teşekkür ederim. Ciğerlerini korumalısın. Bence maske taksan iyi olur.”
- “Gerek yok, benim ciğerlerim sağlamdır.”
Gözlerimiz o anlarda Anadolu kadının bizim beş dakikalık mangal keyfimiz için çektiği zorluklarına, zahmetlerine tanık oluyorken; fotoğraf makinelerimizle her karede Ayşe’lerin, Fatma’ların, Ahmet, Mehmet, Ali’lerin çilesini, hüznünü, yorgunluğunu yakalıyordu k.
Önce kaygılıydı bakışlar, daha sonra o isli eller ellerimizle, gözlerdeki kaygılar dost gülüşlerimizde buluştu.
Sonrası mı?
Her birimiz; sol yanımızdaki duygudaşlık tetiğine bastık, etkisi hemen göründü: Torakçılardan yansıyan olumlu sinerjilerle karşılıklı sevgi bataryalarımızı doldurduk.
Sizin de gördüğünüz gibi sonuç harikaydı..!
Tüm fotoğraf gönüllüleri Kocaobadaki torakçılarla birebir kurdukları sevgi bağları ürünlerini vermeye başladı.
Ne dumana, ne de kömür tozlarına aldırmadan onlarla birlikte zamanı üleşmiştik.
Ve bizde onların;
Gülüşlerini,
Hüzünlerini,
Çilelerini,
Kömür tozu, ateş, kül ve dumanlı yaşamlarını ayrı ayrı karelerde dondurduk.
İşte fotoğraf sanatının mucizeleri..!
Biz bu mucizeyi EDFOK üyeleriyle yaşadık.
Çay demlediler, katık ettiler lorla tereyağına konukseverliklerini...
Torakçılar, tavşankanı çay ve ikramlarını sunarlarken unutmuş olduğumuz sıcak tandır ekmeği hepimizin gözlerinde ve midelerinde şölen başlatmış, iştahımızı kabartmıştı. Tandır ekmeğinin damağımızda hala saklı lezzeti, kömür isini, kül ve dumanı silmişti bile...
Yüzlerce metre yükseklikteki torakçıların farklı dünyalarına konuk olmuştuk.
Biz fotoğraf gönüllüleri aynı gün insan doğa ve yaşamı adeta resmettik.
Sevgi ve barışı özlemeden hem de...
Emine pişiren
21.Eylül.2014