- 584 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Hayalet’in Seyir Defteri 'nden...
Pencereden sızan solgun sarı ışık hayaletin yüzünü aydınlatıyordu. Küçük bir kır evinin penceresiydi bu. Tek odadan ibaret, yıkık dökük bu küçücük evin içinde, dışındaki kasvete inat bir görüntü vardı. Sarı buklelerini savurarak neşeyle koşuşturan 5-6 yaşlarında bir kız çocuğu gözüne çarptı ilk önce; teni solgun, yanakları içe çökmüş, üzerindeki kıyafetlerde yamalık yer kalmamış bu kızın gözleri mutlulukla parlıyordu.Evin içinde şarkı söyleyerek bir o yana,bir bu yana koşup duruyordu.
Odaya göz gezdirmeye devam etti hayalet.
Genç bir kadın, ufaklığın annesi olmalı,ocağın yanı başında eski bir sandalyenin üzerinde elinde tuttuğu elbiseyi yamamaya çalışırken bir yandan da sönmeye yüz tutan ateşi canlandırmakla uğraşıyordu.Bu sırada kapı açıldı.Orta yaşlarda bir adam elinde küçük bir torbayla yorgun argın içeri girdi. Torbayı kadına verirken dudaklarına minicik bir öpücük kondurdu.Sonra küçük kızı havaya kaldırıp öptü. "Ellerin.." dedi kadın, adamın elleri ve yüzü simsiyahtı. Çocuğun kıyafetini ve yüzünü de siyaha boyamıştı doğal olarak. Hayalet içinden "galiba şimdi kavga edecekler" diye düşünüp bir adım geri attı.Ancak hepsi birden kahkaha atmaya başladılar.Adam parmağıyla kadının burnunu ve yanaklarını boyuyor, kadında kızıyormuş gibi yaparak elindeki bezle adama vuruyordu.Minik hayalet de dışarıdan şaşkınlık içerisinde onları izliyordu.
Kadın ıslak bezle adamın ve çocuğun temizlenmesine yardım ettikten sonra hep birlikte masaya geçtiler. Masada pek bir şey görünmüyordu. Biraz çorba, birkaç parça ekmekten ibaret yemeklerini neşe içinde sohbet ederek,gülerek yediler. Yemeğin bitiminde baba kalktı ayağa, eve gelirken getirdiği poşetin içinden bir dilim pasta ve bir paket çikolata çıkarttı. Bugün ufaklığın doğum günüydü ancak parası sadece bunlara yetmişti. Hiç birşeyleri yoktu ama birbirlerine sahiplerdi. En değerli şeyin aile olduğunun farkında, birbirlerine sarılarak gülüyorlardı..
Pencerenin dışında ise içerideki neşeden eser yoktu. Sakin hava,fırtınaya çevirmişti ama hissetmiyordu hayalet.Zaten kulaklarının uğultusundan,içindeki acıdan başka bir şey duymuyordu.Minik hayalet, yaşadığı zamanları düşünüyordu. Bu küçük kızın yaşındayken doğum gününde masanın üstünde duran kocaman pastayı ve evdeki ağır kasveti düşündü.Onun geldiği yerde kimse gülmezdi. Sadece birbirleriyle alay edecekleri zaman gülerlerdi.
Sonra aklına babası geldi.Kendi babası da böyle miydi sahi? Bilmiyordu ki...Babalar hep uzakta olur sanırdı. Pencerenin önünde gelmesini beklersin ama o gelmez, böyle bir şey olmalıydı baba. Peki o zaman bu evdekiler neydi ?
Artık yoluna devam etmeliydi hayalet. Görülecek çok yer, çok insan vardı çünkü..
Ağır ağır uzaklaştı evin önünden ve yoluna devam etti, boğazında takılı kalan hıçkırık ve otların üzerine damlayan hiç kimsenin fark etmeyeceği gözyaşlarıyla...
Ocak 2010/Ankara
YORUMLAR
Çok hoş...
Mutluluk içi sevgi dolu olanların yarattıkları, yaşadıkları bir duygudur, diye bir şeyler getirdi aklıma...
Bir zaman çok düşkün olup, gençliğimle beraber tu kakaya çevrilmesine katıldığım ama şimdilerde hatırladıkça eserlerindeki atmosferi özlediğim Kemalettin Tuğcu'nun öykülerindeki, hiç bir zaman dürüstlüğü elden bırakmayan, en bedbah zamanlarında bile başkalarını mutlu edip, bununla mutlu olan kahramanlarını anımsadım.
Samimiydi...